•. ı. _,, --,.
Evrenin Alternatif Tarihi
Tasarım
Wethersfıeld Enstitüsü'nün düzenlediği bir konferansta sunulan metinler New York, 25 Eylül, 1999 Michael ). Behe William A. Dembski Stephen C. Meyer Çeviri: Orhan Düz
1
i
1'
GELENEK YAYINCILIK / 11 O ALTERNATiF BlL!M / 15
Tasarım
YAZAR ı Michaeı ]. Behe, Wil!iam A. Dembski, Stephen C. Meyer ÇEV1Rl / Orhan Düz
oızı EDiTÖRÜ / Seyyit Erkal KAPAK TASARIMI / Sabahattin Kanaş İÇ TASARIM / Ercan Yavuz BASKI / Kuniş Matbaası BiRiNCi BASIM/ Eylül 2004 ISBN / 975-8861-75-1
,1 © Gelenek Yayıncılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Adres: Hasan Halife Mh. Öksüzce Hatip Sk. No: 15 Fatih/lSTANBUL Tel, (212) 531 41 40 (10 hat) (pbx) Faks, (212) 531 43 34
e-mail:
[email protected]
M!CHAEL J. BEHE, Biyokimya dalında ki doktorasını 1978'de Pennsylvania üni versitesi'nden aldı. Pennsylvania'daki Le high üniversitesi'nde biyoloji bilimleri profe sörlüğünü yürütmektedir ve Discovezy Enstitüsü'nün akademik üyesidir. Da&in 's Black Box (The Free Press, 1996) adlı kita bı, "indirgenemez ölçüde kannaşık" dediği biyokimyasal sistemlı�r için evrim teoreminin ifade ettiği anlamlan ele almıştır. WlLLlAM A. DEMBSKh Chicago Üni versitesi'nden matematik dalında ve tllinois üniversitesi'nden felsefe alanında dokto rasını tamamladı. En son yayımladığı kitap lar arasında Intelligenc Design (InterVarsity, 1999) ve The Design Inference (Cambridge University Press, 1998) yer almaktadır. Baylar üniversitesi'ndeki Michael Polanyi Merkezi'nin yöneticisi ve Discovery Enstitüsü'nün akademik üyesidir. STEPHEN C. MEYER, Tarihsel bilimle rin metodolojisi ve yaşamın kökeni biyolojisi üzerinde yaptığı incelemelerle tarih ve bilim felsefesi alanlarında Cambridge üniversite si'nden 1991 'de doktora aldı. Halihazırda Whitw'O[th Koleji'nde yardımcı felsefe profe sörüdür. Aynca Discovery Enstitüsü'ne bağ lı, bilim ve kültürün yenilenmesi merkezinin yöneticisidir. Bir dizi kitaba katkıda bulun muş olup şimdilerde biyolojik tasarımın bi limsel bir teoremini geliştiren bir kitap yazmaktadır.
İÇİNDEKİLER TASARIM
William A. Dembski Üçüncü Tür Açıklama: Bilimlerdekl Zekl Tasanın Kanıtlarının Saptanması 1 7 Stephen C. Meyer Fizik ve Biyolojide Tasanın Kanıtlan: Evrenin Kökeninden Hayatın Kökenine 53 Michael J. Behe Yaşamın Temelindeki Tasarımın Kanıtı 113 EKLER 129 Michael J. Behe Zeki Tasarıma Yönelik Bilimsel Eleştirileri Yanıtlamak 131
Stephen C. Meyer Zeki Tasanmın Bilimsel Konusu 149
William A. Denıbski & Stephen C. Meyer Verimli Fikir Alışverişi Mi Yoksa Nazik Bir Sohbet Mi? Bilim ile Teoloji Arasındaki Diyalog 209
i
önsöz
'ki bin yıldan fazla bir süredir, Platon'dan Aquinas ve Newton'a J kadar önde gelen pek çok Batılı düşünür, tabiatın, önceden mev cut olan bir zihnin veya zekanın -bir Yaratıcının, tasanmını sergilediği
ni savunmuşlardır. Ne var ki 19. yüzyılın sonlannda çok sayıda bilim adamı bu görüşü reddetmeye başladı. Charles Darwin'in "doğal ayıklan ma"ya dayalı evrim teoremi ve hayatın, güneş sisteminin ve kainatın kökenine ilişkin diğer materyalist teoremler, tabiatı, kendi kendini yara tan ve ayakta tutan bir makine -yönetici bir fail veya zekanın tasanmı na ilişkin herhangi bir kanıt ortaya koymayan- olarak betimliyordu. Kuşkusuz, Darwinistler bile biyolojik organizmalann tasanmlanmış "gö ründüklerini" uzun süre kabul ettiler. Önde gelen bir Darwin sözcüsü olan Richard Dawkins'in de belirttiği gibi, "Biyoloji bir amaç için tasa nmlanmış olduklan izlenimini veren karmaşık şeyleıin incelenmesidir.''1 Yine de Darwinistler, doğal ayıklanma mekanizması canlı varlıkların gözlemlenen karmaşıklığını kendince açıklayabildiğinden, bu görünüşün 1. Richard Dawkins, Kör Saatçi, TÜBİTAK Yayınlan.
12 · TASARIM
yanıltıcı olduğunda ısrar ettiler. Böylece, 20.yüzyılın büyük bir kısmın da, bilim tasanın savının altını oydu ve klasik teist görüş için pek kanıt sunmadı. Ancak bu durum, değişmeye başladı. Geçen 50 yıl boyunca, sade ce biyoloji değil, aynca fizik, astronomi ve kozmoloji alanlarında yapı lan keşifler de yaşam ve kainatın salt görünür değil gerçek tasarımın işaretlerini sergilediğini salık vermektedir. Dahası, pek çok evrimci bi yolog, karmaşıklığın ve canlı organizmaların görünür tasarımının bir açıklaması olarak Darwinci mekanizmanın temel sorunlarını kabul et miştir. Bu iki gelişmenin sonucunda, giderek artan sayıda bilim adamı, hayat ve kainatın salt görünürde tasarımlanmış olduğu düşüncesini reddetti. Bunun yerine, pek çok bilim adamı ve fılozof arnk hayat ve kainatın gerçekten öyle olduğu için tasarımlanmış göründüğünü dü şünmektedir. Bu bilim adamlarının pek çoğu, bilinçli tasanm veya basitçe tasarım teoremi diye bilinen, biyolojik ve kozmolojik kökenlerin alternatif bir te oremini savunmaktadır. Her ne kadar bu teoremin zengin bir geleneği olsa da, onun savunucuları, çağdaş köken tartışması içinde yeni ve farklı bir konum işgal etmektedirler. Yeni-Darwinistler ve diğer evrimci teorisyenlerden farklı olarak, tasanın teorisyenleri, yönlendirilmemiş doğal sebeplerden ziyade zekayı içeren sebeplerin hayat ve kainatın pek çok yanını en iyi surette açıkladığını savunmaktadırlar. Çok sayıda yaratılışçıdan farklı olarak, tasarım teorisyenleri, dünyanın genç oldu ğuna inanmadıkları gibi, teoremlerini kutsal metinlere de dayandırma maktadırlar. Tasarımın ancak "inanç gözüyle" görülebileceğini düşünen pek çok teist evrimciden farklı olarak, tasarım teorisyenleri, bilimsel ka nıtın gerçekten bilinçli tasarımı işaret ettiğini, onların deyişiyle bilinçli tasarımın "ampirik yolla saptanabileceğini" düşünmektedirler. 1999 Eylül'ünde, Wethersfıeld Enstitüsü, "Bilim ve Evrendeki Ta sarımın Kanıtı" başlıklı konferanstan önce tezlerini sunmaları için, çağ daş bilinçli tasanm teoreminin savunucularını -William Dembski, Step hen Meyer ve Michael Behe- Manhattan'a davet etti. Bu kitap, onların sunumlannın dayandığı makalelere yer vermektedir. Bir ek bu yazarla rın diğer üç makalesini içermektedir. Bu makaleler, zeki tasarıma ilişkin
ÖNSÖZ • 13
yürütülen tartışmanın diğer yanlannı incelemekte ve teoremleıine yö neltilen çeşitli bilimsel ve felsefi eleştiıilere cevap vermektedir. Matematikçi ve olasılık teoıisyeni William A. Dernbski'ye ait olan ilk makale, zeki tasanın "saptaması"na ilişkin genel bir teoremi okuyucuya sunmaktadır. Dembski, ilk olarak, doğnı aktl yürütmenin, insanlan, ge nelde, zeki failleıin peşleıinde bıraktıklan sonuçlardan onlann faaliyeti nin çıkarsanabileceği sonucuna götürdüğünü belirtmektedir. lnsanlann, kimi sanat ve zanaat eserlerinin ve olayların kökeninde zekanın rol oy namış olduğu sonucuna rutin bir şeklide vardıklannı göstermek için çe şitli örnekler vermektedir -arkeoloji, kıiptografi ve sahtekarlık tespitin den-. Dembski'nin çalışması, bu çıkarımlarda bulunmak için kullandığı mız ölçütleri aşikar kılmamızın nedenini göstermektedir. "Bir hayli ihti mal dışı" (yani karmaşık) ve "spesifik" olaylan gözlemlediğimizde, tasa nın çıkanmlannda (adamakıllı doğnılanan) bulunuyoruz. Dembski'nin çalışması, zekanın etkinliğini saptamanın bilimsel bir metodunu geliştir mektedir. 2. Bölümde, bilim felsefecisi Stephen Meyer, tabiattan kaynaklanan kanıtı gözden geçirmek için Dembskl'nin metodunu kullanmaktadır. il kin fizik yasalannın "uyum"u diye adlandınlan olguyu incelemektedir. Meyer, kainatın bu özelliğinin Dembski'nin tasanın ölçütünün örneğini teşkil ettiğini göstermektedir. Bu ve başka nedenlerden ötürü, tasta mam uygunluğun kökenini en iyi şekilde bilinçli tasanmın açıkladığını savunur. Daha sonra, canlı bir hücreyi oluşturmak için gereken bilginin kökeni hakkında da benzer bir sav geliştiıir. Meyer, genetik molekül DNA üzeıinde yapılan çalışmalann, onun işlevlerinin, bir bilgisayar şif resinin veya yazılı metrtln işlevleıine çok benzediğini açığa çıkardığını belirtmektedir. Nitekim, Meyer, DNA'nın, Dembski'nin teoremine göre bilinçli tasanmı işaret eden işlevin spesifikliğine ve karmaşıklığına sa hip olduğunu ortaya koymaktadır. Nihayet Meyer, DNA'nın bilgi içeıi ğinin -bir bilgisayar programında veya eski bir parşömen tomanndaki bilgi gibi- zeki bir kaynağa sahip olduğu sonucuna varır. 3. Bölümde, biyokimyacı Michael Behe (Darwin 's Black Box [Free Press, 1996] kitabının yazan) diğer tasanın kanıtlannı -hücrelerde bu lunan karmaşık motorlar ve gözdeki ışık duyarlılığından sorumlu Rube
14 · TASARIM
Goldberg benzeri "görme şelalesi" - anlatmaktadır. Bu biyokimyasal sis temleri "indirgenemez ölçüde karmaşık" diye nitelemektedir, çünkü iş levde bulunmak için pek çok ayn protein parçalannın bir arada çalış malamu gerekli kılmaktadırlar. Behe, bu tür sistemlerin, yeni-Darwinci mekanizmayla ortaya çıkmalarının mümkün olmadığım savunur. Do ğal ayıklanma, sadece, organizmalann hayatta kalmasına yardım eden işlevleri yerine getiren sistemler üzerinde etkili olur. Ancak "indirgene mez ölçüde karmaşık" sistemler, sistemdeki tüm parçalar mevcut olma dığı sürece hiçbir işlevi yerine getinnez. Yine de doğal ayıklanmanın desteği olmadan bu tür sistemlere karşı kendi başına ortaya çıkan aca iplikler engelleyicidir. Bundan dolayı, Behe, indirgenemez ölçüde kar maşık sistemlerin ve motorların kökeninin en iyi açıklamasının yeni Darwincilik (veya şans) değil de bilinçli tasarım olduğuna karar verir. Sonraki (eklerdeki ilk) makalede, Michael Behe, tasarım savına yö neltilen bilimsel eleştirilere cevap vermektedir. Her ne kadar Behe'nin savına yönelik yayımlanmış eleştirilerin çoğu (aşağıya bakınız) nitelik itibanyla felsefi ve metodolojik olsa da, baztları bilimseldir. Bu son bö lümde, Behe, Brown Üniversitesi'nden biyolog Kenneth Miller de dahil sıkı eleştirilerde bulunanlara doğrudan cevap vermektedir. İlerleyen sa tırlarda, Behe, indirgenemez ölçüde kannaşık sistemlerdeki zeki tasarım hakkında çağdaş bilimsel savının konumuna ilişkin okuyucularına güncel bilgiler sunmaktadır. Eklerdeki 5. Bölümde, özellikle tasarım konusuna dönülmektedir. Bu bölüm, zekl tasanmın bilimsel veya ampirik savlarına karşı sık sık yönel tilen bir itirazı ele almaktadır. Michael Behe'nin Darwin 's Black Box ad lı kitabını eleştirenler, genelde, Behe'nin savına bilimsel temellerde karşı çıkmamaktadırlar. Bunun yerine, eleştiride bulunanlar, çoklukla, Be he'nin çalışmasına metodolojik temellerde itiraz etmektedirler. Behe'yi eleştirenler, bilinçli bir neden çıkarsamanın (Behe'nin yaptığı gibi), "bili min ilkeleri"ni ihlal ettiğini ve "bilimin ötesi"ne gittiğini sık sık öne sür mektedirler. Onlara göre, bilimsel açıklamalar, katı doğacı sebeplerle sı nırlı kalmalıdır. Stephen Meyer'in "Zeki Tasarımın Bilimsel Konumu" ad lı makalesi, bu itirazı ele almaktadır. Meyer, bilimi bu şekilde tanımlama nın kesin metodolojik bir haklılığının olmadığını ve aksine bu girişimin
ôNSÔZ · 15
kaçınılmaz olarak bilimin gerçeği arama işlevini kısıtlayacağını göster mektedir. Son bölümde, tasanın hakkındaki halihazırdaki tartışmayı, daha ge niş kapsamlı, bilim ile din arasındaki ilişki tartışmasının içinde konum landınyoruz. Bu bölümde, William Dembski ve Stephen Meyer, bilimsel kanıtın teist inancı nasıl destekleyebileceğini apaçık ortaya koymakta dırlar. Bu bilim adanılan, aşkın bir Tann'nın varlığına dair tümdenge limsel savlann vaad ettikleri kesinliği ortaya koymada sık sık başansız kaldıklannı kabul etmektedirler. Yine de, tümdengelirnsel kesinliğin ek sikliğinin şüphecilik veya kör inancı tek alternatif olarak bırakmadığını savunmaktadırlar. Tabiattan elde edilen fiziksel kanıt (kainatın sınırlı olduğunu gösteren halihazırdaki astronomik kanıt gibi) "en iyi açıkla maya bir gönderıme" olarak teizmi haklı çıkarabilir, böyle bir kanıt, Tann'nın varlığının kesin delilleri için temel sağlamasa bile.
William A. Dembski
Üçüncü Tür Açıklama: Bilimlerdeki Zeki Tasarım Kanıtlarının Saptanması
I. Giriş
G
ündelik hayatımızda, üç açıklama türünü, zorunluluk, şans ve tasanmı birbirinden ayırt etmeyi önemli buluruz. Kız düştü mü yoksa itildi mi? Eğer düştüyse bu düşüş kaza eseri midir veya kaçınıl maz mıdır? Onun itildiğini söylemek düşüşüne tasanın atfetmek de mektir. Düşüşünün kaza eseri veya kaçınılmaz olduğunu söylemek dü şüşüne şans veya gereklilik atfetmek demektir. Daha genelde, herhan gi bir olay, nesne veya yapı söz konusu olduğunda, şunu bilmek iste riz: Olmak zorunda mıydı? Kaza eseri mi oldu? Zeki bir fail mi onun ol masına yol açtı? Başka bir deyişle, zorunluluk, şans veya tasanmla mı oldu? Bu inceleme düzeyinde, zorunluluk, şans ve tasanın teorem önce si unsurlar olarak kalmakta ve bu yüzden bilimsel bir tasanın teoeıni ni kurmaya yetmemektedir. Dolayısıyla, bu açıklama türlerini birbirin den ayırt etmenin temel bir yolu var mıdır sorusu yerinde bir sorudur. Filozoflar ve bilim adanılan, yalnızca, bu açıklama türlerinin birbirin den nasıl ayırt edilebileceği hususunda değil, onlann geçerliliği husu sunda da fikir aynlığına düşmüşlerdir. Söz gelimi, Epikürcüler, en
20 · TASARIM
yüksek konumu şansa verirken, Stoacılar şansı reddedip zorunluluk ve tasarımı vurgulamışlardır. Ortaçağda, Moses Maimonides, Aris to'nun müslüman yorumcularıyla hemfikirdi. o yorumcular gökleri, Maimonides'in deyimiyle "doğa yasalarının zorunlu sonucu"1 olarak görüyorlardı. Müslüman filozofların zorunluluk olarak gördükleri şeyi, Maimonides tasarım olarak görüyordu. Guide for the Perplexed adlı kitabında, Maimonides, gökyüzündeki yıldızların düzensiz dağılımına bakar. Ona göre, bu düzensizlik ihtimali (yani, gerçekleşmiş bir olay gerçekleşmek zorunda değildi ve dolayısı ile gerekli de değildi) yansıtmaktadır. Ama bu ihtimal şansın mı yoksa ta sanının mı sonucuydu? Ne Maimonides ne de Aristo'nun müslüman yo rumculan Epicurus'u ve onun şans hakkındaki görüşlerini benimsiyor lardı. Onlara göre, şans asla temel olamazdı, en iyi ihtimalle cehaletin göstergesi sayılabilirdi. Bu yüzden Maimonides ve onun müslüman yanlılarına göre soru, zorunluluk ile tasanın arasında esaslı bir ayrımın yapılıp yapılamayacağı idi. Aristo'nun saf teolojisini savunan müslüman filozoflar bu soruya hayır cevabını vermişlerdi. Doğada gözlemlenen ih timallerden yola çıkan Maimonides ise evet cevabını vermişti. Onun sa vı, gece gökyüzünde görülen yıldızların dağılımına dayanıyordu: "Küçük bir parçanın [geceleyin gökyüzünün parçası] on tane yıldız, diğer parçanın da yıldızsız olmasını belirlemiş olan şey nedir? ... Eğer Aristo gibi, onlann tümünün kesin kalıcı yasaların zorunlu sonucu olarak tümünün (bilinemez bir biçimde) Tann'dan kaynaklandığını kabul edersek, buna benzer basit soruların cevabını bulmak çok zor ve neredeyse imkansız olur. Fakat eğer tüm bunlann tasarımın so nucu olduğunu kabul edersek, o zaman tuhaf ve imkansız bir şey kalmaz; sorulması gereken tek soru şudur: Bu tasarımın sebebi ne dir? Bu sorunun cevabı, tüm bunların, her ne kadar o amacı bilme sek de belli bir amaç için yapıldığıdır; şans eseri veya boşu boşuna yapılmış hiçbir şey yoktur... O halde hangi aklı başında insan yıl dızların konumunun, büyüklüğünün ve sayısının amaçsız ve şans 1 · Mosses Maimonides, The Guide for the Perplexed, çev. M. Friedlander (New York, Dover, 1956), s. 188.
BiLiMDEKi ZEKi TASARIM KANITLARININ SAPTANMASI· 21
ürünü olduğunu ileri sürebilir? Kuşkusuz, bu varlıkların her biri ... belli bir tasarıma uymaktadır; ve bu varlıkların tasarımın değil de doğa yasalarının zorunlu sonucu olması son derece ihtimal dışıdır. "2 Modern bilim de zorunluluk, şans ve tasarımın birbirinden nasıl ayırt edileceğini bulmaya çalışmıştır. Bir dizi determinist fizik ı::asalanndan oluşan Newton mekaniği sadece zorunluluğa izin vermektedir. Yine de Newton, Principia adlı kitabının General Scholium'unda, gezegenler sis teminin kararlılığının sadece evrensel kütle çekimi yasasının düzenli iş lemesine değil, aynı zamanda güneşe kıyasla gezegenlerin ve yıldızların kesin ilk konumlarına da bağlı olduğunu savunur. Şöyle diyor Newton: "Her ne kadar bu cisimler gerçekte salt kütle çekimi yasalarına göre yörüngelerin kararlı halde hareket etseler de, ilk başta, o yasalar sa yesinde yörüngelerinin düzenli konumunu elde etmiş olamaz lar... [Bu yüzden] güneş, gezegenler ve yıldızlanrı bu en güzel siste mi, yalnızca, zeki ve güçlü bir varlığın tasarrufundan ve planından doğınuş olabilir. ..3 Maimonides gibi Newton da zorunluluk ve tasarımı makul açıkla malar olarak görüp, şansa yer vermemişlerdir. Newton, Principia'yı 17. yüzyılda yayımladı. Ne var ki, 19. yüzyıl da, zorunluluk hala revaçtaydı, şans devre dışı kalmıştı, tasanın ise al benisini büyük ölçüde yitirmişti. Napolyon, Laplace'ye, Tanrı gökyüzü mekaniğinin denklemlerinin neresinde yer almaktadır diye sorduğunda, Laplace şu ünlü cevabını vermişti: "Bayım, bu hipoteze ihtiyacım yok benim." Laplace, önceden semavi cisimleri konumlandırmış tasarımcı zekanın yerine, doğal kütle çekimi yasalarına sıkı sıkıya bağlı kalarak güneş sisteminin kökenini açıklayan, nebula hipotezini öne sürmüştü.4 Laplace'nin zamanından beri, bilim tasarımdan büyük ölçüde uzak laştı. Elbette bu noktada, biyolojiden tasarımı çıkaran Darwin çok 2. A.g.e.
3. Isaac Newton, Mathematica/ Principals of Natura/ Philosophy, çev. A. Motte ed. F. Cajort (Berkeley, Calif.: University of Califomia Press, 1978), s. 543-44. 4. Pierre Siman de Laplace, Ceiestia/ Meciıanic, cit 4, çev. N. Bowditch (New York: Chelsea, 1966).
22 · TASARIM
önemli bir rol oynadı. Öte yandan, bilim tasarımdan uzaklaşırken aynı zamanda Laplace'nin determinist kainat görüşünden de uzaklaşıyordu (parçacıkların şimdiki konumları ve momentumlan bilindiği ·takdirde, geçmiş ve geleceğin de dosdoğru tahmin edilebileceğini ileri süren Lap lace' ı ünlü şeytan olarak anıyordu). 5 istatiksel mekanik ve sonra ku antum mekaniğinin ortaya çıkmasıyla birlikte, fizikte şansın rolü göz ardı edilemez hale geldi. Bu noktada özellikle ikna edici olan gelişme, Beli eşitsizliğinin başarısızlığıdır.6 Sonuçta, determinizme, zorunluluğa dayanan bir kainat, olasılıklara dayalı bir kainatı doğurdu. Bu kainat ta şans ve zorunluluk hem temel bilimsel açıklama biçimleri, hem de birbirine indirgenemez olarak değerlendirildi. özetlersek, çağdaş bilim zorunluluk ile şans arasında esaslı bir ayrıma izin vermekle birlikte, ta sarımı, doğal olguların muhtemel bir açıklaması olarak görmemektedir. 2. Onarıcı Tasarım Fakat bilim tasarımı reddetmekte haklı mıydı? The Design lnference adlı kitabımda, en az şans ve zorunluluk kadar, tasarımın da bilimsel açıklamanın makul ve temel bir biçimi olduğunu ileri sürmekteyim. 7 öte yandan bu savı ileri sürerken, tasarımın bilim için ne anlamlara gelebi leceği konusunda önyargıda bulunmaktan kaçınıyorum. Hususen, yara tılışçılığın garantisini vermek benim amacım değil. Benin anladığım ha liyle tasarım, biyolojide tasarımın çok yaygın olduğunu göstererek, ya ratılışçılığı kanıtlamak veya çürütmek için onu kullanmanın önünü kes mektedir. Benim amacım herhangi bir yerde tasarım bulmak değil, tasa rımın olabileceği veya olmayabileceği ihtimallerini gündeme getirmektir. O halde amacım, bilimsel bir açıklama biçimi olarak tasarımı onar maktır. Bu amaç doğrultusunda, öncelikle bilimden tasarımın neden 5. Bkz giriş kısmı, A Philosophical Essay on Probabilities, Pierre Simon de Lap lace, çev. F. W. Truscott ve F.L. Emory (New York: Dover, 1996). 6. Bkz. John S. Beli, Speakable and Unspeakable in Quantum Mechanics (Cambridge: Cambridge University Press, 1987). 7. William A. Dembski, The Design ınference (Cmabridge, Cambridge Univer sity Press, 1998).
BiLiMDEKi ZEKi TASARIM KANlTLARlNIN SAPTANMASI · 23
kovulduğuna göz atmak faydalı olacaktır. Aristo'nun biçimsel ve nihai sebepler formundaki tasanın, herşeyden önce, doğa felsefesi ya da şimdiki adıyla bilim içinde tamamen geçerli bir rol oynamıştı. Öte yan dan modern bilimin doğuşuyla birlikte, bu sebepler reddedildi. Francis Bacon'u ele alarak bunun nasıl gerçekieştiğini görebiliriz. Kendisi bir bilim adamı olmasa da, Galileo ve Kepler'in çağdaşı olan Bacan, müthiş bir bilim yanlısıydı. Bacan, daha çok, bilimin doğru şe kilde yapılması, deneysel gözlemler için aynntılı ölçütlerin sağlanma sı, verilerin kaydedilmesi ve onlardan yola çıkılarak çıkanmlar yapıl masıyla ilgilenmişti. öte yandan burada bizi ilgilendiren husus, onun, Aristo'nun dört sebebini nasıl değerlendirdiğidir. Aristo'ya göre, her hangi bir olguyu doğru anlaması için kişinin, söz konusu olgunun dört sebebini anlaması gerekir. Bu sebepler, maddi, etkin, biçimsel ve nihai sebeplerdir. Aristo'nun dört sebebini açıklamak için filozoflann kullandıklan standart örnek, heykeldir -diyelim Michelangelo'nun Davud'u-. Maddi sebep, heykelin yapıldığı madde, yani mermerdir. Etkin sebep heykeli ortaya çıkaran dolaysız faaliyet, yani Michelangelo'nun çekiç ve kes kiyle mermer parçasını fiilen yontmasıdır. Biçimsel sebep heykelin ya pısıdır; o, salt bir mermer yığını değil, Davud'un bir sembolüdür. Ve ni hayet nihai sebep, onun amacıdır; muhtemelen bir Florentine sarayını güzelleştirmek. Aristo'nun sebepleriyle ilgili iki nokta bu tartışmada önemlidir. Birin cisi, Aristo tüm sebeplere eşit önem vermektedir. Hususen, Aristo, bu se beplerden birini göz ardı eden bir araştırmayı temelde eksik bulurdu. ikincisi, Bacan bilime biçimsel ve nihai sebebi sokınaya katı şekilde kar şı çıkınıştı (bkz. Eseri, Advancement of Learning). 9 Bacon'a göre, biçim sel ve nihai sebepler bilime değil, metafiziğe aittir. Ona göre bilim, maddi 8. Bkz. Aristotle, Metaphysics, 5. Kitap, 2. Böl., The Basic Works of Aristot le'da, ed. R. McKeon (New York Random House, 1941)., s. 752. 9. Francis Bacan, The Advancement of Learning, Great Books of the Western World dizisinin 30. Böl. ed. R.M. Hutchins (Chicago: Encyclopedia Britannica, 1952).
24 · TASARIM
ve etkin sebeplerle sınırlandmlmalıdır, böylece bilim ile metafizik birleş tiğinde kaçınılmaz olarak ortaya çıkan kısırlıktan bilim, kurtarılmış olur. Bacon'un çizgisinin günümüzde hem ateistler hem de teistler tara fından el üstünde tutulduğunu görüyoruz. Nobel ödülü sahibi biyolog Jacques Monod, Clıance and Necessity adlı kitabında, şans ve zorunlu ğun kainatın her veçhesini açıklamaya yeterli olduğunu savunmaktadır. Bu durumda, şans ve zorunluluk hakkında ne söylersek söyleyelim, en iyi ihtimalle, Aristo'nun biçimsel sebeplerinin indirgemeci bir açıklama sı olacak ve Aristo'nun nihai sebeplerine yer vermeyecektir. Aslında, Monod, bilimde amaca yer vermeyi açıkça reddetmektedir.10 Monod içten bir ateistti. Yine de içten bir teist olan Stanley Jaki, bi limin bu yanı konusunda Monod'la hemfikir olacaktır. Jaki, bilim tari hinde teolojik açıdan muhafazakar ve iyi bir Katolik papazdır. Ne var ki yayımlanmış kitabında, amacın tamamen metafiziksel bir kavram oldu ğunu ve bilimde geçerli olamayacağını açıkça belirtmektedir. Jaki'nin "amacı" ve daha genelde "tasarımı" bilimden dışlamasının pratik so nuçlan vardır. Söz gelimi bu tavrı onu, indirgenemez ölçüde karmaşık biyokimyasal sistemlerden biyolojik tasanm çıkarsamaya yönelik Mic hael Behe'nin projesini yanıltıcı bulmaya sevk etmektedir.11 Şimdi Aristo'nun sebeplilik teoremine geri dönme taraftan olduğum izlenimini vermek istemiyorum. Aristo'nun teoreminin sorunlu yanlan vardır ve değiştirilmesi gerekir. Öte yandan benim vurgulamak istedi ğim husus, onun neyle değiştirileceğidir. Bacan, bilimsel araştırmayı maddi ve etkin sebeplerle -ki bunlar şans ve zorunlulukia mükemmel derecede uyuşmaktadır elbette- sınırlandırarak, sadece tasarımı hesap dışı tutma noktasına varabilecek bir bilim görüşünü savundu. 1 O. Monod şöyle yazmaktadır, "Bilimsel metodun köşetaşı maddenin nesnel ol duğu savıdır. Başka bir deyişle olguları nihai nedenler, yani 'amaç' açısın
dan yorumlayarak 'doğru' bilginin elde edilebileceğinin sistematik reddidir.", )acques Monod, Chance and Necessity (New York, Vintage, 1972), s. 21.
11- Jaki şunu yazıyor: "Bilimin, nihayetinde metafiziksel amaç meselesini açık lamanın bir aracı olduğunun gizlice kabul edildiği tarafta yer almıyorum.", Stanley Jaki, Chesterton, A Seero[Science (Urbana, Ill., University ofllli nois Press, 1986), s. 139-40, n.2.
BiLiMDEKi ZEKi TASARIM KANITLARININ SAPTANMASI· 25
Fakat varsayalım ki, tasarıma karşı a priori yasaklan bir kenara bı raktık. Bu durumda, bir şeyi zeki bir fail tarafü1dan tasarlanmış olarak açıklamanın yanlış olan tarafı nedir? Kuşkusuz tasarıma başvurarak açıkladığımız gündelik pek çok olay vardır. Dahası, günlük hayatımız da kazayı tasarımdan ayınnak mutlak surette önemlidir. O kız düştü mü yoksa itildi mi sorusu gibi sorulara cevap bulmak isteriz. Bir! kaza eseri mi öldü yoksa intihar mı etti? Bu şarkı bağımsız şekilde mi beste lenmişti yoksa intihal miydi? Biri borsada şanslı mıydı yoksa içerde başka şeyler mi dönüyordu? Bu sorulara sadece bizler cevap bulmaya çalışmayız, kapsamlı ça lışma alanlan, kaza ile tasarımı birbirinden ayınnaya bağlıdır. Bu nok tada bir kaç örnek vennek gerekirse, hukuk, düşünsel ürün yasası, si gorta şirketleri, kriptografi ve rastgele sayı üretme ve çözümleme aracı sayılabilir. Bilim saygın kalabilmek için bu ayrımı yapmak zorundadır. Science dergisinin Ocak 1998 sayısının açıkladığı gi.bi, intihal ve veri tahrif etme bilimde sandığımızdan çok daha yaygındır.12 Bu suiistimal leri kontrol edecek olan, onları saptama kapasitemizdir. Eğer tasarım bilimin dışında kolaylıkla. saptanabiliyorsa ve eğer onun saptanabilmesi bilim adamlarını saygın kılan kilit faktörlerden bi riyse, o zaman niçin tasarım, bilimin geçerli içeriğinin dışında tutulsun? Burada bir sorun vardır. Sorun şu ki, insan sanatın dar alanından çıkıp, doğal nesnelerin sınırsız alanına girdiğimizde, tasarım ile tasarım olma yan arasındaki ayrım güvenilir bir şekilde yapılamamaktadır. Söz geli mi, Darwin'in Türlerin Kökeni adlı eserinin son bölümünde yer alan şu tespite bakın: "Bir çok saygın doğa bilimci, her cinsin içinde varsayılan türlerin çoğunun gerçek tür olmadığı, diğerlerinin gerçek tür olduğu, yani ayn yaratıldığı görüşünü savunan eserler yayımladı sonradan... Yine de onlar, hangilerinin yaşamın yaratılmış fonnlan, hangileri nin de ikincil yasalarla meydana getirildiğini belirtemiyorlar veya tasavvur edemiyorlar. Bir durumda türemeyi geçerli neden (vera 12.
Eliot Marshall, "Medline Searches Tum Up cases ofSuspected Plagiarism", Science 279 (23 Ocak 1998): 473-74.
26 · TASARIM
causa) olarak kabul ederlerken, diğerinde keyfi olarak reddediyor lar, iki olay arasında hiçbir ayrımda bulunmadan."ı3 Burada Darwin, bazı türler salt doğal süreçlerin sonucunda ortaya çıkmışken, diğerleri özel olarak yaratılmıştır görüşünü savunan, zama nının biyologlannı eleştirmektedir. Darwin'e göre, bu biyologlar, özel olarak yaratılmış yaşam formlarını, doğal süreçlerin (veya Darwin'in deyişiyle "ikincil yasalar"ın) sonucunda ortaya çıkmış olanlardan ayırt etmek için nesnel bir metot sunamamışlardır. Bu ikisini ayırt etmeye yarayacak bir metot olmadan tasarıma yaptığımız atıfların geçerli oldu ğundan nasıl emin olabiliriz? Bir şeye yanlış şekilde tasanın (burada yaratılış diye anlaşılan) atfetme çabası, işi sonradan tersine çevirmiş ve tasarımın bilimdeki yerini almasına engel olmuştur. Bu çaba her ne kadar geçmişte haklı çıkanlmış olsa da artık sürdürü lemez. Gerçekte, bilinçli tasanmla ortaya çıkan nesnelerle diğer nesnele ri birbirinden ayırmak için kesin bir ölçüt vardır. Pek çok özel bilim dalı (örneğin hukuk, yapay zeka, kriptografi, arkeoloji ve dünya dışı zeka araştırması) kuram öncesi biçimde de olsa bu ölçütü zaten kullanmakta dır. Tlıe Desigıı Jııfereııce adlı eserimde, bu ölçütü tanımlayıp kesinliyo rum. Onu karmaşıklık-belirtme ölçütü diye adlandınyorum. Zeki unsur lar etkinlik gösterdiğinde, arkalarında karakteristik bir iz veya işaret -be nin belirtilmiş karmaşıklık dediğim- bırakırlar. Karmaşıklık-belirtme ölçü tü tasarlanmış nesnelerin bu izini tanıtlamak suretiyle tasarımı saptar. ı4 3. Karmaşıklık-Belirtme Ölçütü Karmaşıklık-belirtme ölçütünün ayrıntılı bir açıklaması ve kanıtı tekniktir ve Tlıe Design lnfereııce'de bulunabilir. Yine de, temel dü şünce yalın ve kolay anlaşılırdır. "" füminde, radyo astronom larının dünya dışı bir zekayı saptamalarını düşünün. Car! Sagan'ın bir 13. Charles Darwin, On tlıe Oıigin ofSpecies (1859; yeni basım, Cambridge: Harward University Press, 1964), s. 482. 14. Doğrusu, The Design Inference adlı kitabımda, bir "belirtme/düşük ihtimal ölçütü" geliştirdim. Bu ölçüt burada bahsettiğim karmaşıklık-belirtme ölçü tüyle aynıdır.
BiLiMDEKi ZEKi TASARIM KANITLARININ SAPTANMASI· 27
romanına dayanan bu film, SET! -the Search for Extraterrestrial Intelli gence (dünya dışı zeka araştırması)- araştırma programının propagan dasının eğlenceli bir parçasıydı. Filmi daha ilginç kılmak için filmdeki SET! araştırmacılar gerçekten de dünya dışı bir zekayı bulmuşlardı (kur gusal olmayan SET! araştırması böylesine şanslı olmak zorunda). O halde fümdeki SET! araştırmacılan dünya dışı bir zeka buldukla nna nasıl ikna olmuşlardı? Dünya dışı bir zeka bulma şansını artırmak için, SET! araştırmacılan, uzaydan gelen milyonlarca radyo sinyalini iz lediler. Uzaydaki pek çok doğal nesne (pulsarlar gibi) radyo dalgalan yayar. Tüm bu doğal yolla üretilen radyo sinyalleri arasında tasanmın izini aramak, samanlıkta iğne aramaya benzer. SET! araştırmacılan sa manlığı incelemek için, model-eşleştirme programlanmış bilgisayarlar aracılığıyla izledikleri sinyalleri incelediler. Çok uzun bir sinyal ön grup modellerle eşleşmeyince, model-eşleştirme eleğinden geçecekti (zeki bir kaynağa sahip olsa bile). Öte yandan eğer o, bu modellerden biriyle eş leşirse, o zaman eşleşilen modele bağlı olarak, SET! araştırmacılanm kutlamak için bir neden çıkacaktır. "" filmindeki SET! araştırmacılan kutlamaya değer bir sinyal buldular. Sinyal şuydu: IIOIIIOIIIIIOIIIIIIIOIIIIIIIIIIIOIIIIIIIIIIIIIO IIIIIIIIIIIIIIIIIOIIIIIIIIIIIIIIIIIIIOIIIIIIIII IIIIIIIIIIIIIIOIIIIIIIIIIJIIIIIIIIIIIIIIIIIIOII IIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIJIIIIIOIIIIIIIIIIIIIIIII IIIIIIIIIIIIIIIIIIIIOIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIJIIIII IIIIIIIIIIIIIIIOIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIII IIIIIIIIIIIIOIİIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIII IIIIIIIIIIIIIOIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIII IIIIIIIIIIIIIIIIIIIIOIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIII IJIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIOJIIIIIIIIII IIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIII IIIIIIIIIOIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIII IIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIOIIIIIIIIIIII IIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIII
28 · TASARIM
IIIIIIIIIIIIIIOIIIIIIIIIIIJIIIIJIIIIIIIIIIIIIII IIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIII OIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIJIIIIIIIIII IIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIOIIIIIJIII IIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIJIJIIIIIIIIIII IIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIOIIIIIIIIIIIII IIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIII IIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIOIIIIIIIII IIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIII IIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIII
Filmdeki SET! araştırmacıları bu sinyali 1126 çarpma ve durakla malardan oluşan bir dizi olarak aldılar. Sinyaldeki 1 çarpmaya O ise du raklamaya karşılık geliyordu. Bu dizi 2'den 101 'e kadar olan asal sayı ları temsil ediyordu. Herhangi bir asal sayı mütekabil çarpmaların (ya ni ! '!erin) sayısıyla temsil ediliyor ve asal sayılar birbirlerinden durak lamalarlar (yani, O'larla) ayrılıyordu. Filmdeki SETi araştınnacılan bu sinyali, dünya dışı bir zekanın kesin onayı olarak değerlendirdiler. Bu sinyal tasarımla ilgili olarak neyi gösteriyordu? Tasarım çıkarsa masında bulunurken, üç şeyi tespit etmemiz gerekir: ihtimal, karmaşık lık ve belirtme. ihtimal -bundan kastımız, bir olay çeşitli ihtimallerin bi ridir-, nesnenin otomatik ve dolayısıyla zeki olmayan bir sürecin sonu cu olmadığını kesinler. Karmaşıklık, nesnenin şansla kolaylıkla açıkla nabilecek kadar basit olmadığını kesinler. Nihayet belirtme, nesnenin, zekanın model karakter türünü sergilediğini kesinler. Şimdi bu üç şarta daha yakından bakalım. Pratikte, bir nesne, olay veya yapının muhtemel olduğunu tespit etmek için, kişinin, onun, bir doğa yasasının (veya algoritma) sonu cu olmadığını göstermesi gerekir. örneğin, bir tuz kristali, kimya ya salanyla açıklanabilen kimyasal zorunluluk kuvvetlerinden dolayı meydana gelir. Öte yandan, bir sofra takımı böyle değildir. Hiçbir fızik ve kimya yasası çatalın solda, kaşık ve bıçağında sağda olması gerek tiğini söylemez. Dolayısıyla sofra takımının yerleşim düzeni muhte melken, tuz kristalinin yapısı fiziksel zorunluluğun sonucudur, Micha el Polanyi ve Timothy Lenoir, ihtimal tespit etmede kullanılacak bir
BiLiMDEKi ZEKi TASARIM KANITLARININ SAPTANMASI· 29
metottan söz etmektedirler. ıs Metot oldukça genel ölçekte uygulan maktadır: Bir scrabble tahtasının üzerindeki taşlann konumu, o taşla nn hareketini yöneten doğa yasalanna indirgenemez; mürekkebin bir kağıt parçası üzerindeki şekli, kağıt ve mürekkebin fizik ve kimyası na indirgenemez: DNA bazlannın dizilimi, bazlar arasındaki bağlanma eğilimlerine indirgenemez ve benzeri. "" filmindeki radyo sin yali örneğinde, bir asal sayı dizisi oluşturan 0'lar ve 1 'lenn modeli radyo sinyallerinin gönderilmesini yöneten fizik yasalanna indirgene mez. Bu yüzden diziyi muhtemel diye değerlendiririz. Tasanın çıkarsamasında bulunmakta karmaşıklığın niçin kilit rol oynadığını görmek için şu diziyi ele alalım: 110111011111 Sırayla 2, 3 ve 5 asal sayılannı temsil eden bu dizide, ilk 12 birim bulunmaktadır. Şimdi,· hiçbir SET! araştırmacısı, bu 12 birimlik diziyle karşılaştığında, New York Times'ın bilim editörünü arayıp, bir basın toplantısı düzenleyerek, dünya dışı bir zekanın bulunduğunu ilan etme yecektir elbette. "Uzaylılar ilk üç asal sayıyı ele geçirdi!" şeklinde bir manşet de atılmayacaktır. Sorun, bu dizi, ürettiği asal sayılann bilgisiyle dünya dışı bir zekanın tespitine imkan tanımayacak kadar kısa (ve dolayısıyla basittir). Rasge le çarpan bir radyo sinyali şans eseri bu diziyi verebilir. Öte yandan 2'den l0l'e kadarki asal sayılan temsil eden 1126 birimlik bir dizide, durum değişir. Bu durumda dizi, sadece dünya dışı bir zekanın onu üretmesine imkan tanıyacak kadar uzundur(ve dolayısıyla yeterince de karmaşıkhr). 15. Michael Polanyi, "Life Transcending Physics and Chemistry", Chemical and Engineeıing News, 21 Ağustos 1967, s. 54-66; Michael Polanyi, "Li fe's Irreducible Structure", Science 113 (1968): 1308-12; Timothy Lenoir, The Strategy of Life: Teleology and Mechanics in Nineteenth Centuıy Ger
man Biology (Dordrecht, Hollanda, Reidel, 1982), s. 7-8. Aynca bkz. Hu bert Yockey, Infonnation Theoıy and Molecular Biology (Cambridge:
Cambridge University Press, 1992), s. 335.
30 · TASARIM
Burada benim tanımladığını haliyle karmaşıklık, bir ihtimal biçimi dir. Bu makalenin ilerleyen sayfalannda daha genel bir karmaşıklık kavramını gerekli bulacağını. Ancak şimdilik bir ihtimal biçimi olarak karmaşıklık bize yetmektedir. Karmaşıklık ile ihtimal arasındaki bağ lantıyı anlamak için kilit kombinasyonunu düşü�elinı. Muhtemel kilit konıbinasyonlan ne kadar fazla olursa, mekanizma o kadar karmaşık ve buna göre mekanizmanın şans eseri açılması da o kadar ihtimal dı şı olur. Şifresi O ile 39 arasında nunıaralandınlnıış ve üç farklı yönde dönebilen bir kilit, 64.000 (= 40 x 40 x 40) muhtemel kombinasyona sahip olacaktır ve dolayısıyla bu kiliti şans eseri açma ihtimali de 1/64.000 olacaktır. Şifresi O'dan 99'a kadarki sayılarla numaralandınl mış ve beş farklı yöne dönebilen daha karmaşık bir kilit ise 10.000.000 muhtemel kombinasyona sahip olacak ve dolayısıyla bu kiliti şans ese ıi açma ihtimali de 1/10.000.000 olacaktır. Bu nedenle karmaşıklık ve ihtimal ters orantılıdır: karmaşıklık ne kadar büyükse, ihtimal o kadar küçük olur. Dolayısıyla bir şeyin bir tasanın çıkanmında bulunmaya el verecek denli karmaşık olup olmadığını belirlemek, onun yeterince kü çük ihtimale sahip olup olmadığını belirlemek demektir. Böyle dahi karmaşıklık (veya ihtimal dışılık) şansı ortadan kaldınp, tasanmı oluşturmaya yeterli değildir. Eğer madeni bir parayı 1000 kez havaya atarsam, hayli karmaşık (yani, hayli ihtimal dışı) bir olaya ka tılmış olurum. Aslında parayı atma deneyinin sonunda elde edeceğim dizi, trilyonca trilyonca trilyonca .... trilyonda birdir. ..bu dizide turalar 22 fazla "tıilyon"u gerekli kılmaktadır. öte yandan bu para atına dizisi bir tasannı çıkarımında bulunmaya elverişli değildir. Bu dizi karmaşık olsa da uygun bir model teşkil etmeyecektir. Bunu, 2'den 101 'e kadar olan asal sayılan temsil eden önceki diziyle karşılaştınn. Bu dizi sade ce karmaşık değil, aynı zamanda uygun bir model içermektedir. "" filminde bu diziyi bulan SETI araştırmacılan onu şu şekilde ifade etmişlerdi: "Bu bir parazit değil, bir yapısı var." Tasanın çıkannıında bulunmak için uygun model nedir? Herhangi bir model bunu yapamaz. Bazı modeller tasannı çıkarmada geçerli bir şekilde kullanılabilirken, diğerleri kullanılamaz. Bu aynını nasıl yapa bildiğimiz kolaylıkla açıklanabilir. Bir okçuyu düşünün. Varsayalım ki,
BiLiMDEKi ZEKi TASARIM KANITLARININ SAPTANMASI· 31
okçu, elinde yay ve okuyla geniş bir duvardan 50 metre uzakta dur maktadır. Diyelim ki, duvar öylesine geniş ki, okçunun duvarı ıskala ması mümkün değil. Şimdi varsayalım ki, okçu her seferinde duvara bir ok isabet ettiriyor. Okçu okun etrafına bir hedef çiziyor, böylece ok he def tahtasına dosdoğru oturuyor. Bu senaryodan ne çıkarabiliriz? Kuş kusuz okçunun okçuluk kabiliyeti hakkında hiçbir şey. Evet, eşlenen bir model vardır; ama bu model, ok atıldıktan sonra kararlaştırılmıştır. Bu yüzden model kurmacadır veya "yapaydır" (bkz.aşağıya) öte yandan varsayalım ki, okçu duvara sabit bir hedef çizdi ve sonra ok attı. Varsayalım ki, okçu yüz kez ok attı ve her defasında he defe tam isabet kaydetti. Bu ikinci senaryodan nasıl bir sonuca vara biliriz? Bunu birinci senaryoyla karşılaştırdığımızda, ikinci örnekte, dünya çapında bir okçunun, isabetleri şansa değil de, ustalığına ve ye teneğine dosdoğru atfedilebilecek bir okçunun söz konusu olduğu çı karımında bulunmak zorunda kalırız. Yetenek ve ustalık elbette tasa rım türleridir. Bir okçunun önce hedefi belirleyip, sonra atışta bulunduğu modelin türü, istatistikte yaygındır ve bir deneyden önceki red alanını tespit et mek diye bilinir. istatistikte, bir deneyin sonucu, bir red alanının içine düşüyorsa, sonuçtan sorunlu olduğu varsaytlan şans hipotezi reddedi lir. Bir deneyden önce red alanı oluşturmanın nedeni, istatikçilerin "ve ri karışması" ya da "kiraz toplama" dedikleri olguyu önlemektir. Eğer yeterince yakından bakarsak görebileceğimiz gibi, herhangi bir veri kü mesi tuhaf ve ihtimal dışı modelleri içerecektir. Deneyden önce deney cileri bir red alanı oluşturmaya zorlamak suretiyle, istatikçi, pekala şanstan kaynaklanabilecek sahte modelleri deneyden çıkarır. Şimdi, kısa bir düşünceden sonra, şansı ortadan kaldırmak ve tasa rımı ima etmek için, modelin olaydan önce gelmesinin gerekınediği an laşılacaktır. Aşağıdaki şifle metni düşünün: nfuijolt ju jt mjlf b xfbtfm ilk başta bu harfler ve boşluklardan oluşan rasgele bir dizi gibi gö rünmektedir. llk başta, şansı reddedip, tasarım çıkarsamasında bulun ma amacına dayanarak herhangi bir model tespit edilmemektedir. Fa kat varasayalım ki, bir kişi yanınıza gelip, bu dizinin bir Sezar şifresi
32 · TASARIM
olduğunu, her harfi alfabede kendinden bir önce gelen harfle değiştire rek okumanızı söyledi. Bu durumda dizi şu hale gelir: Methinks it is like a weasel Her ne kadar model (bu durumda, deşifre edilmiş metin) olaydan sonra verilmiş olsa da, yine de, şansı ortadan kaldırmak ve tasanın çı kanmında bulunmak için doğru türden bir modeldir. Her zaman model lerini deney yapılmadan önce tanımlayan istatistiğe zıt olarak, kript a naliz olaydan sonra modellerini bulmak zorundadır. Öte yandan her iki durumda da, modeller tasanın çıkarsamasında bulunmaya uygundur. Her ne kadar okçu örneğinde, model (hedef), ona uyan olaydan (yani, ok atışından) önce kararlaştırılmış ve "methinks it is like a we asel" dizisi örneğinde, model olaydan sonra tanınmış olsa da, her iki model de bir zekanın ön tasanmını açıkça işaret etmektedir. Ama ne den? Diğer modeller (okun, atıldıktan sonra etrafına hedefin çizilmesi örneğindeki gibi) bir zekanın etkinliğini göstermezken bu iki modelde ki hangi unsur bunu yapabilmektedir? Kilit kavram "bağımsızlık" kav ramıdır. Belirtmeyi, bir olayla.ondan bağımsız şekilde verilmiş bir model arasındaki eşleşme olarak tanımlıyorum. Hem hayli karmaşık hem de belirtilmiş (yani, bağımsız şekilde verilmiş bir mode1le eşleşen) olaylar tasarımı gösterir. Birinci durumda okçu oku atmadan önce var olan bir hedefi vurur, model olaydan açıkça bağımsızdır. Olay olma dan önce model vardı ve var olduğu biliniyordu. Ok hedefi vurduğun da, bir olay (okun atılması) bağımsız şekilde verili bir modele (hede fe) uygunluk taşıyordu. Okçunun okun etrafına modeli çizdiği diğer durumda, olay, bağımsız şekilde var olan bir modele (hedefe) uygun luk göstermez. Bunun yerine, model (hedef) söz konusu olaya uydu rulur (veya ondan çıkarsanız). Bu tür bağımsız olmayan modeli ben uydurma diye adlandınyorum. Uydurmalar söz konusu olayın tasarla nıp tasarlanmadığı konusunda hiçbir şeyi işaret etmezler.16 16. Yine de uydurmalar, okçunun ok saplandıktan sonra kasten modeli çizme sinde olduğu gibi, olan biteden sonra bir olayı gözlemleyenlerin tasarımın dan neşet edebilir.
BiLiMDEKi ZEKi TASARIM KANITLARININ SAPTANMASI · 33
"Methinks it is like a weasel'' dizisi örneğinde ise, model (İngilizce harflerin anlamlı dizilimi) olaydan sonra tanındığı halde tasarımı işaret etmektedir. Niçin? Cevap yine modelin söz konusu olaydan bağımsız olmasıdır. Bu durumda, söz konusu olay (şifre metin) İngilizce sözlük ve gramerin önceden var olan bir dizi uylaşımına ve aslında Shakespe are'nin bir oyuiıunun belirli bir cümlesine uygunluk göstermektedir. Model, metnin anlaşılmasından (söz konusu olay) bağımsız şekilde gerçekleşmez, her ne kadar modeli bir süre düşündükten sonra anlaya bilsek de. Aslında, metni inceledikten sonra, metnin, İngilizce sözlük ve gramerin bağımsız şeklide mevcut olan uylaşımlanna uyduğunu fark ederiz. Bu nedenle şifre metninde saklı olan model onu okuma ve an lama olayından bağımsızdır. Bu nedenle bir uydurmayla değil, bir be lirtmeyle ve dolayısıyla (dizinin karmaşıklığıyla birlikte) zeki tasarıma dair bir kanıtla karşı karşıyayız teknik eğitim almış okuyucular uydur mayla (yukarıda tanımlanıp açıklanan) belirtme arasındaki farkın, ko şullu bağımsızlık kavramı kullanılarak tastamam doğıulanabileceğini bilmek isteyeceklerdir. ı 7 17. Belirtme, tasarımı saptamada merkezi bir rol oynadığından, bu konu üzeri ne eğilmek durumundayız. Bir modelin belirtme olduğunun kabul edilme sinde önemli olan nokta, onun ne zaman tanımlandığı değil, belirli bir an
lamda, tanımladığı olaydan bağımsız olmasıdır. Duvara saplanmış bir okun etrafına hedef çizmek, okun yörüngesinden bağımsız değildir. Sonuçta böy le bir model, okun yörüngesine tasarım atfetmekte kullanılamaz. Belirtme olan modeller, tasarımı söz konusu olan olaylan basitçe kaydedemezler -
yani, basitçe bir olayı gözlemleyip onun özelliklerini "kaydederek" bir mo deli tanımlamak yetmez. Modelin belirtme sayılabilmesi için, olaydan uy gun şekilde bağımsız olması gerekir. Bu bağımsızlık ilişkisinden aynlabilir lik diye söz ediyorum ve bir modelin ancak ve ancak bu ilişkiyi sağladığın da ayırt edilebilir olduğıınu söylüyorum. Aynlabilirlik, şu soru sorularak anlaşılabilir, Tasanmı söz konusu olan bir olay ve onu ifade eden bir model verildiğinde, hangi olayın vuku bulduğıı konusunda hiçbir bilgimiz olmasaydı o modeli oluşrurabilir miydik? Olayı açıklayan model verilmiş. Olay bir dizi olası olaydan biridir. Eğer hangi olayın gerçekte vuku bulduğıı hakkında hiçbir spesifik bilgiye sahip oirna dan olası olaylar yelpazesini biliyor idiysek (yani, yarın havanın yağınurlu veya güneşli olacağını biliyoruz, ama hangisi olacağını bilmiyoruz) olayı
34 · TASARIM
Böylece modeller iki kısma aynlır: kannaşıklığın varlığında, bir tasa rım çıkanmını sağlayanlar ve kannaşıklığın varlığına rağınen tasanın çı karımını sağlamayanlar. ilk model türünü belirtme, ikincisini ise uydur ma diye adlandınyorum. Belirtmeler, şansı ortadan kaldınnak ve tasa nın çıkanmında bulunmak için geçerli şekilde kullanılabilecek düzenli açıklayan modeli yine oluşturabilir miydik? Eğer evetse o zaman model olaydan ayrılabilir. Konuyu daha iyi anlamak adına, bir örnek vennek istiyorum. Bu örnek, be nim, basitleştirici bir modelin bir belirti olan modele nasıl dönüştüğünü an lamamı sağlamıştır. O halde şu olayı düşünün. E olayının tüm ihtimalleri sahte olmayan bir paranın 100 kez havaya atılmasından elde edilmiştir: YTYYYTIYITYYYYY TY1TIYTITYYYYYY YTYYYTY'JYITYYTITIYYYTYYTI YTYlYITITYYTTYT E
E şansm ürünü müdür yoksa değil midir? istatistik hocalanmn istatistiğe giriş dersinde öğrencilerle oynadığı tipik oyun, sınıfı ikiye ayınp, birinci kısma bir parayı ı 00 kez havaya attmp yazı ve turalan kağıda yazdınnak, ikinci kısma da bir paranın 100 kez havaya atıldığını zihinlerinde canlan dırıp "rasgele görünen" olasılık zincirini kağıda yazdınnaktır. Öğrenciler kağıtlannı hocaya verdiğinde, hangi kağıdın zihnen yazıldığım hangisinin de gerçek para atışının sonucunu içerdiğine tespit etmek hocanın işidir ar tık. istatistik hocalannın kağıtlan yüzde yüz doğrulukla birbirinden ayıra bilmesi öğrencileri şaşırtır. Burada bir gizem yoktur. istatistik hocası, basitçe, gerçek olasılığa dayalı zinciri sahte olasılıklı zincirlerden ayırt etmek için bir sırada peşpeşe gelen 6 veya 7 yazı ya da turayı arar. Para ı 00 kez havaya anldığında, böyle 6 veya 7 tekrarın görülmesi hayli muhtemeldir. öte yandan, sahte olasılık zincirlerini zihnen yazan insanlar yazı ve nırayı sık sık değiştinneye eği lim gösterirler. Oysa havaya para atma deneyinden elde edilen gerçek bir olasılık zincirinde, bir atışın sonrakinden farklı olma ihtimali %50'dir. in san psikolojisinin bir özelliği olarak insanlar, bir atışın %70 ihtimalle son rakinden farklı olacağını beklerler. O halde istatistik hocası yukanda bahsedilen E olayıyla karşılaşrığında na sıl bir karara varacaktır? E şansa mı atfedilecek yoksa şansı taklit etmeye
BiLiMDEKi ZEKi TASARIM KANl'(LARININ SAPTANMASI · 35
çalışan birinin zihni hayal gücüne mi? Hocanın kaba ihtimal kıstasına gö re, E olayı tamamen şans eseri olduğu kabul edilen zincirler kümesine gir mektedir. Nitekim E bir sırada peşpeşe gelen 7 adet yazıyı içermektedir. ilk bakışta herşey bizi E'nin tamamen şans eseri olduğunu kabul etmeye sevk etmektedir. Yazılarla turalar arasında tastamam %50 değişim (şansı takiit etmeye çalışan insanlardan beklenen % 70 değişime karşıt) söz konusudur. Dahası yazı ve turalann görece sıklıkları da doğrudur: 49 tura ve 51 yazı
vardır. Dolayısıyla E olayını meydana getirdiği sanılan paranın bir yam
aleyhine diğer yam tuttuğu düşünülemez. öte yandan varsayalım ki, istatistik hocamız, acemi bir istatistik öğrenci
siyle değil de kendisine taş çıkartabilecek bir meslektaşıyla karşı karşıya.
Meslektaşı, hocamızın problemini düzenlemeye yardımcı olmak için onu
dikkatlice inceleyip, bilgisayara yükledi. Sonra, para atı§lanmn sonuçlarım temsilen O ve 1 'lerden oluşan mütekabil zincirleri elde etti. Bu zincirlerde o yazıya 1 de turaya karştlık gelmektedir. Bu durumda şu D modeli E ola yına karştlık gelecektir, 0100011011000001010011100 1011101110000000100100011 01000101011001111100010011 0101011110011011110111100 Şimdi E olayının D modeline uyması gerçeği E'nin şans eseri gerçekleşme diğini düşünmeyi gerektinnez. Görüldüğü gibi D modeli basitçe E olayını kaydetmektedir. Ancak D'nin E'yi kaydetmiş olma zorunluluğu yoktu. Aslında D, E'ye baş vurulmadan da oluşturulabillıdi. Bunu anladıktan sonra, D'yi aşağıdaki gi bi yeniden yazalım, o 00 01 • 10 il 000 001 010 011 100
36 · TASARIM
101 110 111 0000 0001 0010 0011 0100 0101 0110 0111 1000 1001 1010 1011 1100 1101 1110 1111 00 D D'nin bu şekilde gören biri, ikili sistem aritmetiğini fazla bilmese de, he men, D'nin basitçe, tek haneli sayılardan (yani, O ve ! 'den) başlanıp, iki haneli sayılarla (yani, 00, Ol, ıo ve 11) devam edilip 100 hane kaydedi lene kadar süren ikili sayıların alt alta yazılmasından oluştuğunu fark ede cektir. Dolayısıyla D'nin tamamen şans eseri olan bir olayı (yani sahte ol mayan bir paranın havaya atılmasıyla elde edilen bir olayı) değil de, bir miktar ikili sistem aritmetiği yapılarak elde edilen, sözde rastlantısal bir olayı tanımladığı sezgisel olarak açıktır. Şimdi her ne kadar şansın E'yi dosdoğru açıklayamayacağı sezgisel olarak açıksa da, bunun niçin böyle olduğuna daha yakından bakmamız gereki yor. Bir paranm yüz kez havaya atılmasından meydana geldiği va'rsayılan sözde bir E şans olayıyla başladık. Yazı ve nıranın gelme ihtimali 1/2 ol duğundan ve bu ihtimal her para atılışında katlandığından, E'nin ihtimali 2 100'de 1 veya yaklaşık 1030 'da 1 'dir (yani, bin milyar kez milyar kez mil yarda 1'dir). Aynca, E'nin uyduğu bir D modelini oluşturduk. Başlangıçta D'nin, E'nin açıklaması olarak şansı ortadan kaldırmaya yetmediği kanıt landı, zira oluşumu içinde D basitçe E'nin bir kaydıydı. O halde şansı orta dan kaldırmak için, D'nin E'den bağımsız bir model olma özelliği sergliedi ğini anlamak zorundaydık. Bu örnekteki bağımsızlık, D'nin, iki sayılarla bir
BiLiMDEKi ZEKi TASARIM KANITLARINlN SAPTANMASI · 37
miktar basit aritmetik yaptlarak kolaylıkla elde edilebildiği anlamına gel mektedir. Dolayısıyla şansı ortadan kaldırmak için, ilave yan bilgiyi kul lanmamız gerekiyordu ki, bu örnek de söz konusu bilgi, ikili sayı aritmeti ği bilgisiydi. Bu yan bilgi, D"yi E'den bağımsız oluşturabilmemiz! sağladı. Okçu örneğini hatırlarsak, orada, model, okun yörüngesinden bağımsız,
sabit bir hedef işlevi görilyordu. Sonuçta bu yan bilgi D modelini E olayın dan ayırdı ve böylece D"yi bir belirtme kıldı.
Yan bilginin bir modeli olaydan ayırabilmesi için, iki koşulu sağlaması ge rekir, şartlı bağımsızlık kcşulu ve modellenebilme koşulu. Şartlı bağımsız
lık koşuluna göre, yan bilgi, E olayından şartlı bağımsız olınalıdır. Şartlı bağımsızlık olasılık teoreminin çok iyi açıkladığı bir kavramdır. Anlamı ise, E'nin olastlığımn yan bilgi hesaba katıldığında değişmediğidir. Şartlı bağımsızlık, epistemik bağımsızlığı ortaya çıkarmanın standart olasılıksal yoludur. Eğer bir şey hakkındaki bilgi (bu örnekte yan bilgi) diğer şey hakkındaki bilgiyi (bu örnekte E'nin gerçekleşmesi) etkilemiyorsa o iki şey epistemik açıdan bağımsız demektir. Buradaki durum da budur, çün kü ikili sistem aritmetiğine dair bilgimiz para atışlarının ihtimallerini etki lemiyor. ikinci koşul olan modellenebilme koşulu, yan bilginin E"nin uyduğu D mo
delini oluşturmamızı sağlamasını gerekli kılmaktadır. Buradaki durumda tam da budur, çünkü ikili sistem aritmetiğine dair bilğimiz, ikili sayılan
aşağıya doğru dizmemizi ve böylece D modelini oluşturmamızı sağlar. An cak yan bilgiye dayanarak bir model inşa etmeye dönük bu yeti tam ola rak nedir? Belki de felsefedeki en kaygan kelimeler "edebilmek"" ve "yapa bilınek"dir. Allah'tan bir olayla yan bilgi arasındaki epistemik bağımsızlığı nitelendirmek için tam bir teorem elimizde mevcut. Bu sayede, yan bilgi te meline dayanarak bir model tesis edebilme yetisini nitelendirmek için tam
bir teoreme sahibiz. Bu teorem karmaşıklık teoremidir.
Burada salt bir olasılık rilri! değil de oldukça genel bir şekilde ele alınan karmaşıkiık teoremi, işleri yapmak için eldeki kaynaı-Jar verildiğinde o iş lerin zorluğunu değerlendirir [Bkz. The Design Inference adlı kitabımın 4. bölümü]. Hesapsal karmaşıklık teoreminin bir genellemesi olan karmaşık lık teoremi, işleri zorluğa göre sınıflandırır ve hangi işlerin yeterince yapıla bilir, üstesinden gelinebilir veya modellendirilebilir olduğunu belirler. örne ğin şimdiki teknoloji ışığında, bir kişiyi aya göndermenin mümkün olduğu
nu düşünürüz, ama o kişiyi en yakın galaksiye göndem1ek mümkün değil
dir. Modellendirme koşulunda, başanlacak iş, bir modelin inşa edilmesidir ve o işi başarmak için gerekil kaynak yan bilgidir. Böylece, modellendirme koşulunun sağlanması için, yan bilginin söz konusu modeli oluştunnak için gerekil kaynakian temin etmelidir. Tüm bunlar, tam birkarmaşıkiık-
38 · TASARIM
modellerdir. Oysa uydurmalar, tasarım çıkarımında bulunmak için ge çerli şekilde kullanılamayacak düzensiz modellerdir. Uydurma ile belirt me arasındaki bu fark tam bir istatistikle kesinlikle ortaya koyulabi!ir.18 Özetlersek, kannaşıklık-belirtme ölçütü üç şeyi tespit ederek tasarım çıkarımında bulunur: ihtimal, karmaşıklık ve belirtme. Bir olay, nesne veya yapının açıklamamız gerektiğinde, şu kararı vennek zorundayız: Onu zorunluluğa mı, şansa mı yoksa tasanma mı atfedeceğiz? Kanna şıklık-belirtme ölçütüne göre, bu soruya cevap vermek, daha basit olan şu üç soruya cevap vennek demektir: O muhtemel midir? O kannaşık mıdır? O belirli midir? Sonuç olarak karmaşıklık-belirtme ölçütü, üç ka rar evresini içeren bir şema olarak gösterilebilir. Bu şemayı açıklayıcı filtre diye adlandırıyorum. [Bkz. Şema, s.] 5. Yanlış Olumsuz Önermeler ve Yanlış Olumlu Önermeler Her tür ölçütte olduğu gibi, kannaşıklık-belirtme ölçütünün önenne lerinin gerçeklikle uyuştuğundan emin olmaya ihtiyacımız var. Tıbbi testleri düşünün. Herhangi bir tıbbi test bir ölçüttür. Tastamam güvenilir bir tıbbi test, ne zaman gerçekten bir hastalık varsa onu saptamalı, ne za man yoksa da hastalığı saptayamamalıdır. Maalesef, hiçbir tıbbi test tas tamam güvenilir değildir ve bu yüzden yapabileceğimiz en iyi iş, yanlış olumlu önermelerle yanlış olumsuz önenneleri olabildiğince azalttnaktır. Yalnızca tıbbi testler değil, tüm ölçütler yanlış olumlu önenneler ve yanlış olumsuz önermeler sorunuyla karşılaşır. Bir ölçüt bireyleri hedef kuramsal formülasyonun doğruluğunu gösterir ve "yan bilgi temelinde bir model oluştunna yetisi" diye adlandırdığım şeyi kesinler. Birlikte ele alındığında, modellendinne ve şartlı bağımsızlık koşullan, yan bilginin fiili olaya başvurmadan olayın uyduğu bir modeli oluştunnamızı sağladığı anlamına gelmektedir. Bu hayati bir noktadır. Yan bilgi şartlı ve
dolayısıyla epistemik olarak olaydan bağımsız olduğu için bu yan bilgiden kaynaklanan herhangi bir model olaya başvurulmadan elde edilmiştir. Bu yolla, yan bilgiden oluşturulan herhangi bir model gelişigilzel olma suçla masından kurtulur. O zaman bunlar ayrılabilir modellerdir. Bunlar belirtme lerdir. 18. Dembski, Design Inference, 5.böl.
BiLiMDEKi ZEKi TASARIM KANITLARININ SAPTANMASI · 39
bir gruba (tıbbi testler örneğinde, belirli bir hastalığa sahip olanlar) gö re sınıflandırmaya çalışır. Eğer ölçüt, hedef grubunun içine orada olma ması gereken birini koyarsa, yanlış bir olumlu önermede bulunmuş olur. Diğer türlü, eğer ölçüt, hedef grubunun içine orada olması gereken birini koymamışsa, yanlış bir olumsuz önermede bulunmuş olur. Başla
-Hayır-(§:�
Evet
Hayır�
�
Evet
Hayır�
Evet
Açıklayıcı Filtre
40 · TASARIM
Şimdi bu tespitleri karmaşıklık-belirtme ölçütüne uygulayalım. Bu öl çüt tasanmı saptama savındadır. Güvenilir bir ölçüt müdür bu? Bu ölçüt için hedef grup zeki nedene sahip her şeyi içermektedir. Şeyleri bu he def gruba sokmakta ve ondan çıkarmakta söz konusu ölçüt ne derece isabetlidir? Açıklamaya çalıştığımız şeylerin nedensel hikayeleri vardır. O nedensel hikayelerin baztlannda zeki nedensellik zaruri iken diğerle rinde değildir. Bir mürekkep lekesi zeki nedenselliğe başvurulmadan açıklanabilir: anlamlı metin oluşturmak üzere mürekkep düzenlendiği söylenemez. Karmaşıkiık-belirtme ölçütü bir şeyi hedef grubuna atfe derken, onun gerçekten zeki nedenselliğe sahip olduğundan emin ola bilir miyiz? Eğer olamazsak, yanlış olumlu önermeler sorunuyla karşı laşırız. öte yandan, bu ölçüt bir şeyi hedef grubuna atfetmeyi başara mazsa, onun temelinde hiçbir zeki neden bulunmadığından emin olabi lir miyiz? Eğer olamazsak, yanlış olumsuz önermeler sorunuyla karşı laşınz. Önce yanlış olumsuz önermeler sorununu ele alalım. Karmaşıklık belirtme ölçütü bir şeyde tasarım saptamayı başaramazsa, onun teme linde hiçbir zeki nedenin yatmadığından emin olabilir miyiz? Cevap; Hayır. Nitekim, bir şeyin tasarlanmadığını tespit etmekte bu ölçüt gü venilir değildir. Yanlış olumsuz önermeler söz konusu ölçütün bir soru nudur. öte yandan yanlış olumsuz önermeler sorunu zeki nedenler sap tamaya mündemiçtir. Bir güçlük, zeki nedenlerin zorunluluk ve şansı taklit edebilmesi, dolayısıyla onların etkinliklerini zeki olmayan nedenlerin etkinliklerin den ayırt edilmez kılmasıdır. Bir mürekkep şişesi raftan düşüp bir say fa yaprağına dağılabilir. Alternatif bir şekilde, bir insan bilerek bir mü rekkep şişesini raftan alıp, bir sayfa yaprağına serpebilir. Her iki durum da da ortaya çıkan mürekkep lekesi aynı görünebilir, ama birinde şans diğerindeyse tasanın sonucunda oluşmuştur. Diğer bir güçlük de, zeki nedenlerin saptanmasının bizim açımızdan temel bilgi edinmesini gerekii kılmasıdır. Zeki bir nedeni bilmenin zeki bir nedeni olmalıdır. Ama eğer onun hakkında yeterli bilgiye sahip ol mazsak onu kaçınnz. Şifreli mesajlarla iletişimin kurulduğu bir kanalı dinleyen bir casusu düşünün. Casus, kulak misafiri olduğu taraflann
BiLiMDEKi ZEKi TASARIM KANITLARININ SAPTANMASI· 41
kullandığı şifre sistemini çözmeyi bilmediği sürece, iletişim kanalından geçen mesajlar anlaştlmaz ve aslında anlamsız olacaktır. Dolayısıyla yanlış olumsuz önermeler sorunu, ya zeki bir fail ey lemlerini gizlemek için edimde bulunduğunda (ister bilinçli ister bilinç siz) ya da tasanmı saptamaya çalışan zeki bir fail, tasanmın gerçekten olup olmadığını anlamak için yeterli temel bilgiye sahip olmadığında or taya çıkar. Dedektifler bu sorunla her zaman karşılaşırlar. Bir cinayetle karşılaşan bir dedektifin ilk ihtiyaç duyduğu şey, gerçekten bir cinaye tin işlenip işlenmediğini belirlemektir. Eğer katil zekiyse ve cinayete ka za süsü vermişse, o zaman dedektif hatalı bir şekilde cinayetin kaza ol duğu karanna varacaktır. Aynı şekilde eğer dedektif aptalsa ve kimi aşikar ipuçlannı kaçırmışsa, yine hatalı bir şekilde cinayetin kaza oldu ğu sonucuna varacaktır. Dedektif hatalı şekilde cinayetin kaza olduğu yargısına vardığında, yanlış olumsuz bir önermede bulunur. öte yan dan bunun tersine, dedektifin, intikam almak amacıyla cinayet işlemiş ve kurbanı öldürmeye niyetli olduğu hususunda hiçbir şüphe bırakmak istemeyen bir katille karşı karşıya olduğunu düşünelim. Bu durumda yanlış olumsuz önermede bulunma sorunu pek söz konusu olmaz (her ne kadar, baş dedektif Clouseau gibi inantlmaz aptal bir dedektifın aşi kar cinayeti kaza sanma olasılığı bulunsa da). Zeki nedenler, zeki olmayan nedenlerin yapamadıkian şeyleri yapar ve edimlerini aşikar kılabilirler. Her ne sebepten olursa olsun zeki bir neden edimlerini aşikar ktlmayı başaramadığında, onu fark edemeyebi liriz. Ancak zeki bir neden eylemlerini edimlerini aşikar kılmayı başar dığında onu fark ederiz. Bu yüzden yanlış olumsuz önermeler karma şıklık-belirtme ölçütünü geçersiz kılmaz. Bu ölçüt, edimlerirtl aşikar kıl ma niyeti taşıyan zeki nedenleri saptamaya tamamen yetkindir. Varlık lannı aşikar kılma niyeti taşıyan, gizli işlerin ustalan bu ölçütten yaka yı başanyla sıyırabilirler. Fakat zeka kapasitelerinin hakkıyla takdir edilmesi niyetini taşıyan, kendirtl kanıtlama işlerinin ustaları, karma şıklık-belirtme ölçütünde hazır bir yandaş bulabilirler. Ve bu bizi yanlış olumlu önermeler sorununa getirir. Her ne kadar belirtilmiş karmaşıklık tasarımı hesap dışı tutmak için güvenilir bir öl çüt olmasa da, tasarımı saptamada güvenilir bir ölçüt olduğunu ileri
42 · TASARIM
sürüyorum. Karmaşıklık-belirtme ölçütü bir ağdır. Tasarlanmış şeyler yer yer ağdan geçeceklerdir. Ağın yakaladığından daha fazlasını yaka lamasını, tasanmlanmış hiçbir şeyi kaçırmamasını tercih ederiz. Ancak, tasanmız zeki olmayan nedenleri taklit edebildiği ve bilgisizlikten dola yı tasarlanmış şeyleri es geçebileceğimiz ihtimali göz önüne alınırsa, bu sorun çözülemez. Yine de, ağın yakaladığı şeylerin, sadece onun yaka lamasını istediğimiz, yani tasarlanmış şeyleri içerdiğinden kesinlikle emin olmak istiyoruz. Eğer bu durum sağlanırsa, o zaman, karmaşık lık-belirtme ölçütünün tasanın atfettiği her şeyin gerçekten tasarlanmış olduğundan emin olabiliriz. öte yandan, eğer ağdaki şeyler tasarlanma mışsa, o zaman ölçüt değersiz olacaktır. Şu halde belirtilmiş karmaşıklığın tasanmı saptamada güvenilir bir ölçüt olduğunu savunuyorum. Alternatif bir şekilde, karmaşıklık-belirt me ölçütünün yanlış olumlu önermelerden başanlı bir şekilde kaçındı ğını da ileri sürüyorum. Böylece, bu ölçüt neye tasanın atfederse etsin, bunu doğru bir şekilde yapmaktadır. Şimdi bunun sebebine göz atalım. iki sav öne sürüyorum. Birincisi, düpedüz çıkanmsal bir savdır: Karma şıklık-belirtme ölçütünün tasanın atfettiği ve temelde yatan nedensel hikayenin bilindiği (yani, sırf çevresel kanıtla. değil de, video kamera nın çalıştığı ve varsanılan tasanmcının suçüstü yakalandığı) her du rumda, tasanmın gerçekten var olduğu ortaya çıkar; dolayısıyla karma şıklık-belirtme ölçütü ne zaman tasanmdan söz ediyorsa o zaman ger çekten de tasarım vardır. Bu savın sonucu clüpedüz çıkanmsal bir ge nellemedir. Bu genelleme de, şimdiye kadar gözlemlenmiş tüm kuzgun lar siyah olduğu saptandığı için tüm kuzgunlar siyahtır çıkanmıyla ay nı mantıksal konuma sahiptir. Naturalizme önsel bir bağlıklıkla bağlı herkes muhtemelen bu nok tada itirazda bulunacak, tasarlanmış olduğunu bilebileceğimiz şeylerin sadece zeki varlıklann ürettikleri şeylerden, yani sonuçta kör evrim sü reçlerinin (örneğin insanlann) ürünlerinden ibaret olduğunu savuna caktır. Dolayısıyla bu ürünlerin ötesinde tasanmın bulunduğu çıkan mında bulunmak için karmaşıklık-belirtme ölçütünü kullanmak geçer sizdir. Bu sav işlemez. Zekanın evrimci bir açıklamasını elde etmek için naturalizme başvurmak ve sonra bu açıklamayı, naturalizmi eleştiriden
BiLiMDEKi ZEKi TASARIM KANITLARJNIN SAPTANMASI · 43
muaf tutmada kullanmak kısır döngüsel bir akıl yürütmedir. Naturalizm ispata dayalı bilimsel bir teorem değil, metafizik bir savdır. Bu yüzden taşıdığı zeka açıklaması kuşkuludur ve bağımsız eleştirilere tabi tutul ması gerekmektedir. Karmaşıklık-belirtme ölçütü böylesi bir eleştiriyi sağlamaktadır. Zekanın naturalist evrimci açıklamasını bir kenara koyarsak, geriye daha ciddi bir itiraz kalır. Karmaşıklık-belirtme ölçütünün tasanmı sap tamada güvenilir bir ölçüt olduğu çıkanmında bulunuyorum. Bu savın sonucu; ölçüt neye tasanın atfediyorsa onda tasannı gerçekten vardır. Bu savın öncülü, ne zaman ölçüt tasanın atfediyorsa ve temelde yatan nedensel hikaye doğıUlanıyorsa o zaman tasanın gerçekten vardır. Şimdi, her ne kadar sonuç öncülden çıkarsanan bir genellemeyi izliyor sa da, öncülün kendisi yanlış görünmektedir. Tasanma başvurmadan pekala açıklanabilecek pek çok rastlantı vardır. Söz gelimi Shoemaker Levy kuyruklu yıldızını düşünelim. Bu yıldız Apollo 2'nin aya indiği günden tam 25 yıl sonra Jüpitere çarptı. Bu rastlantıyı nasıl açıklayaca ğız? Gerçekten tasanın açısından açıklamak ister miyiz? Bu rastlantıyı karmaşıklık-belirtme ölçütüne havale edip, ağzımc,dan tasanın lafını kaçınrsak ne olur? Sezgilerimiz, kuyruklu yıldızın yörüngesiyle NA SA'nın uzay programının birbirinden bağımsız işlediğini ve en iyi ihti malle bu rastlantının şansa -kesinlikle tasanma değil- atfedilmesi ge rektiğini avaz avaz bağırmaktadır. Bu itiraza cevap verilebilir. Gerçek şu ki, karmaşıklık-belirtme öl çütü tasanma bu kadar kolay yoldan ulaşmaz, özellikle karmaşıklık lar fazlaysa (veya buna mukabil ihtimaller düşükse). Olağan dışı ve çarpıcı rastlantılann o doğrudan tasanma işaret etmesi söz konusu de ğildir. Martin Gardner, "Bir ayda veya hatıa bir haftada başınızdan ge çen olaylar o kadar fazladır ki, şaşırtıcı bir korelasyonu fark etme ih timaliniz çok yüksektir, özellikie de keskin bir bakışa sahipseniz"19 derken kuşkusuz haklıydı. öte yandan varmak istediği sonuç, yani şaşırtıcı rastlantılar/korelasyorılann muntazaman şansa atfedilebileceği 19. Martin Gardner, '"Arthur Koestler: Neoplatonism Rides Again", World, Ağtıstos 1972), s. 87-89.
44 · TASARIM
görüşü yanlıştır. Evet, Shoemaker-Levy kuyruklu yıldızının, Apollo 2'nin aya indiği günden tam 25 yıl sonra Jüpitere çarpması hadisesi şansa atfedilmesinin en doğru olacağı bir rastlantıdır. Ancak, Hristi yan Bilimi hakkında Maıy Baker Eddy'nin yazdıklannın, Phineas Parkhurst Quimby'nin zihinsel tedavi hakkında yazdıklanna çarpıcı bir benzerlik taşıması şansla değil de, Quimby'nin Eddy için bir kaynak olduğunu göstermekle yerli yerince açıklanabilecek bir rastlantıdır.20 Karmaşıklık-belirtme ölçütü sağlamdır ve Shoemaker-Levy türün den karşıt örneklere kolaylıkla cevap verebilir. Söz gelimi, Apollo 2'nin aya inmesinin Shoemaker-Levy'nin jüpitere çarpması için bir belirti iş levi gördüğlınü (cömert bir ayncalıkla) ve kuyruklu yıldızın yılın her hangi bir zamanında çarpmış olabileceğini ve aya inişten tam da 25 ytl sonraki anda çarptığını varsayalım. Dosdoğru bir ihtimal hesabı, bu rastlantının ihtimalinin IO''de ! 'den daha küçük olmadığını gösterir. Astronomlann güneş sisteminde gözlemledikleri tüm olaylar göz önüne alındığında bu, o denli küçük bir ihtimal (yani yüksek karmaşıklık) de ğildir. Kuşkusuz bu ihtimal, The Design Inference kitabımda öne sürdü ğÜm ı O'"'de 1 oranındaki evrensel ihtimal sınırına hiçbir surette yakın değildir.2ı Ne var ki. en münasip şekilde şansla açıklanan ama tasan ma atfedilen rastlantılarda karmaşıklık-belirtme ölçütünün ikna edici bir uygulamasını görüyorum. Ele almamız gereken son bir karşıt örnek vardır. Bu da belirtilmiş karnıaşıklık üreten, evrimci bir algoritmanın ihtimalidir. Evrimci algorit madan kastım, bir şans işlemiyle ihtimal yaratan ve sonra yasa benze ri (yani gerekirci) bir işlemle yaratılan ihtimali inceleyen, açıkça tanım lanmış her tür prosedürdür. Bu evrimci algoritma tanımının içine, Dar winci mutasyon-ayıklanma mekanizması, sinir ağlan ve genetik algo ıitmalann tümü girer. Günümüzde, evrimci algoritmalann, tasanmdan ayn belirtilmiş kar maşıklık üretmenin araçlan olduğu görüşü yaygın kabul görmektedir. ZO.
Wa!ter Manin, The Kingdom of the Cults, ed. (Minneapolis: Bethany Ho
use, 1985), s. 127-30. 2 1. Dembski, Design Inference, 6.böl,
5.kıs.
BlLlMDEKl ZEKi TASARIM KANITLARININ SAPTANMASI · 45
Ne var ki bu görüş yanlıştır. Sorun, evrimci algoritmaların karmaşıklık üretemeyeceğidir. Bu sezgilerimize ters gelebilir, ama Richard Daw kins'in, şansa dayalı olarak işleyen birikimsel bir ayıklama sürecinin belirtili karmaşıklığı nasıl üretebileceğini göstermek için kullandığı ünlü örneğini ele alalım. 22 Hedef dizi olan METHINKN .IT.!S.LIKE.A WEASEL ile işe başlıyor (sadece büyük Roma harflerini ve burada noktalarla gösterilen boşlukları hesaba katıyor -böylece sembol bir dizi içindeki her konumda 27 ihtimal söz konusudur). Salt şansla bu hedef diziyi elde etmeye çalışırsak (örneğin, scrabble taşlarım rasgele karıştırıp taş çekerek), ilk denemede bu diziyi elde et me ihtimalimiz, .1 0"'da 1 civarındadır ve bu durumda onu şans eseri el de etmek için muhtemelen ortalama 1 O" denemede bulumamız gereke cektir. Dolayısıyla bu hedef diziyi elde etmek salt şansa güvenirsek, muhtemelen başarısız kalacağız (kuşkusuz bu l0"'da 1 ihtimal, 1 0"''de 1 değerindeki benim evrensel ihtimal sımnmdan düşük olsa da, pratik amaçlar dolayısıyla, l0"'da 1, şansı hesa p dışı tutmak ve tabi ta sarımı ima etmek için yeterince küçüktür. Salt şans meselesi olarak Dawkins'in hedef dizisini elde etmek, bir belirtilmiş karmaşıklık üretme denemesidir ve salt şansın bu işin altından kalkamayacağı açıklık ka zanmıştır. Şimdi Dawkins'in sonradan soruna yeniden temellendirmesini ele alalım. Salt şansın yerine şu evrimci algoritmayı koyuyor: ( 1) Rasgele seçilmiş, Roma alfabesindeki büyük harfler ve boşluklardan oluşan 28 karakterli bir diziyle başlayalım, örneğin şunla: WDL.MNLT.DT)BKWIRZREZLMQCO.P (Fark ettiyseniz, Dawkins'in hedef dizinin uzunluğu harfler ve boş luklarla birlikte toplam 28 karakterden oluşmaktadır -tıpkı MET H!NKS.!T.IS.LIKE.A.WEASEL dizisinde olduğu gibi-); (2) Bu rasgele oluş22. Richard Dawkins, The B/ind Watchmaker (New York: Nonon, 1986), s. 4748.
1
46 · TASARIM
turulmuş ilk dizideki tüm harfleri ve boşlukları rasgele değiştir; (3) Hedef dizideki mukabil harfe karşılık gelen bir değişiklik olduğunda, onu öylece bırak ve sadece hala hedef diziden farklı kalan harfleri rasgele değiştir. Çok kısa bir sıra içinde bu algoritma Dawkins'in hedef dizisine yak laşır. Tlıe Blind Watcfınıaker adlı kitabında, Dawklns, bu algoritmanın aşağıdaki bilgisayar taklidini sunmaktadır: (23) (1) WDL.MNLT.DlJBKWIRZREZLMQCO.P (2) WDLTMNLT.D1JBSWIRZREZLMQCO.P ( 1 0)MDLDMNLS.ITJISWHRZREZ.MECS.P (20) MELDINLS.IT.ISWPRKE.Z.WECSEL (30) METHINGS.IT.ISWLIKE.B.WECSEL (40) METHINKS.IT.IS.LIKE.I.WEASEL (43) METHIKNS.IT.IS.LIKE.A.WEASEL Böylece Dawklns'in hedef dizisini türetmek için salt şansla ortalama 1 O" deneme yapmak yerine, evrimci algoritma kullantlarak bu ortala ma sadece 40 denemede başarılabilmektedir. Her ne kadar Dawklns bu örnekle bayağı bir mesafe katetmiş olsa da, örneğin tanıtladığı şey, Dawkins'in ve evrimci çevrenin sandığından çok farklıdır.24 öncelikle, bir hedef dizisi seçmek derinlerde amaçsal bir harekettir (hedef, evrim ci algoritmayı işletmekten önce geliyor ve evrimci algoritma içten içe 23. A.g.e.
24. Cf. Bemd-OlafKüppers, "On the Prior Probability ofthe Existence of Life", The Probabilistic Revolution, 2. cilt, ed. L. Kıüger, G. Gigerenzer ve M.S. Morgan (Cambrtdge, MiT Press, ı 9879, s. 355-69. Küppers, Dawkins'in METHINKS.IT.IS.L!KE.A.WEASEL örneğinin Darwinci mekanizmanın te mel bir özelliğini kavradığını düşünüyor.
BiLiMDEKi ZEKi TASARIM KANITLARININ SAPTANMASI· 47
hedefle son bulmak üzere programlanmış). Bu bir sorundur, çünkü ev rimci algoritmaların amaçsallıktan uzak olduğu varsayılır. Ancak savın hatırına, Darwinizm örneğinde kendi hedeflerini seçmek zorunda olan doğaya karşılık gelen bu amaçsallık sorununu paranteze alalım. Geriye daha ciddi bir sorun kalmaktadır. şu· soruyu öne sürerek bu sorunu fark edebiliriz: Dawkins'in evrimci algoritması hedef dizisinin dı şında ne elde edebilir? Onu bu şeklide düşünün. Dawkins'in evrimci al goritması bozuk sesler çıkarıyor; bu algorirtmanın olası nihai noktalan nelerdir? Açıkçası algoritma her zamai:ı hedef dizisine (% 100 ihtimalle) ulaşmaktadır. Bir evrimci algoritma ihtimal büyüteci olarak işler. Daw kins'in hedef dizisini salt şansla elde etmek için ortalama ı 040 deneme nin yapılması gerekirken, onun evrimci algoritması, hedef diziyi salt şansla yapılacak deneme sayısının logaritınasıyla, yani ortalama 40 de nemede (ve birkaç yüz denemede kesinkes) elde etmektedir. Ancak bir ihtimal büyüteci aynı zamanda bir karmaşıkiık azaltıcı sıdır. Karmaşıkiık-belirtme ölçütündeki "karmaşıkiık"ın ihtimalsizlikle birleştiğini hatırlayın. Dawkins'in evrimci algoritması hedef diziyi elde etme ihtimalini büyük ölçüde artırmaktadır. Yalnız bunu yaparken, hedef dizi içinde saklı olan karmaşıklığı da büyük ölçüde azaltmakta dır. Scrabble taşlarını sargele çekerek salt şans eseri elde edilecek he def dizi, son derece ihtimal dışı olacaktır ve elde edilmeden önce de vasa sayıda tekrarı gerekli kılacaktır. Fakat Dawkins'in evrimci algo ritmasıyla, hedef diziyi elde etme ihtimali sadece bir kaç tekrarla ol dukça yükselmektedir. Aslında Dawkins'in evrimci algoritması ihti malleri çarpıtmaktadır, bu yüzden ilk bakışta hayli ihtimal dışı veya karmaşık görünen şey aslında öyle değildir. Görünen o ki, evrimci al goritmalar, gerçek karmaşıklığı değil sadece karmaşıklık görüntüsü üretiyor. Ve karmaşıklığı üretemedikleri için belirtilmiş karmaşıklığı da üretemezler. 6. Ölçüt Niçin işliyor? Belirtilmiş karmaşıklığın güvenilir bir şeklide tasarımı saptadığını gös termek için başvurduğum ikinci savım zeki failin doğasını ve özellikle de
48 · TASARIM
onu saptanabilir kılan hususu ele almaktadır. Her ne kadar tümevanm, belirtilmiş karmaşıklığın tasanmı saptamada güvenilir bir ölçüt olduğu nu doğrulasa da, bu ölçüyün niçin işlediğini açıklamaz. Karmaşıklık-be lirtme ölçütünün tasanmı saptamanın niçin doğru aracı olduğunu anla mak için, öncelikle, zeki failleri saptanabilir kılan hususu bilmemiz ge rekiyor. Zeki failin başlıca özelliği tercihtir. "Intelligent" (zeki), kelime si, Latince inter ve /ego kelimelerinden türemiştir. inter arasında, !ego ise tercih yapmak seçmek anlamına gelir. Bu nedenle kelimenin etimo lojisine göre zeka şeyler arasında tercih yapmayı içermektedir. Şu halde zeki bir failin hareket etmesi demek rekabet halindeki bir dizi ihtimal arasında tercih yapmak demektir. Bu gerek insanlar gerek hayvanlar gerekse dünya dışı varlıklar için geçerlidir. Labirentteki bir fare çeşitli noktalarda sağa mı yoksa sola mı gideceğine karar vermek zorundadır. SET! araştırmactlan, kaydettikleri dünya dışı radyo sinyallerinde zekayı bulmaya çalışırlarken, dünya dı şı bir zekanın olası radyo sinyallerinden herhangi bir sayıda seçebile ceklerini varsaymışlar ve sonra aldıklan sinyalleri belli modellerle eşleş tirmişlerdi. insanoğlu anlamlı bir söz ederken, dile gelebilecek olası bir dizi ses düzeni arasında bir tercih yapar. Zeki fail her zaman aynın ya par, kimi şeyleri seçer, kimilerini de dışanda bırakır. Zeki failin bu özelliği göz önüne alındığında, hayati bir soru ortaya çıkmaktadır: Onu nasıl tanıyacağız? Zeki failler tercihte bulunarak ha reket ederler. O halde zeki bir failin tercih yaptığını nasıl anlayabiliriz? Bir şişe mürekkep kaza eseri bir kağıt sayfasının üzerine döküldü; biri si bir dolınakalem alıp sayfanın üzerine bir mesaj yazdı. Her iki durum da da mürekkep sayfa üzerinde kullanıldı. Her iki durumda da neredey se sonsuz ihtimal arasından biri gerçekleşti. Her iki durumda da bir ih timal gerçekleşti ve diğerleri devre dışı kaldı. Ne var ki bir duruma faili, diğerineyse şansı atfediyoruz. Burada söz konusu olan farklılık nedir? Sadece bir ihtimalin gerçek leştiğini gözlemlememiz değil, aynca o ihtimali belirtebilmemiz de gere kiyor. Diğer bir deyişle, olmak zorunda olmayan ama olmuş bir olayın oluşunu (yani bir ihtimali) gözlemlememiz ve bu olayın, ondan bağım sız olarak tesis edilebilecek bir modele uyduğunu (yani bir belirtmeyi)
BiLiMDEKi ZEKi TASARIM KANITLARININ SAPTANMASI · 49
göstermemiz gerekiyor. Dolayısıyla zeki faile atfetme hem ihtimali hem de belirtmeyi tanıtlamayı gerekli kılmaktadır. Rastgele oluşmuş bir mü rekkep lekesi muhtemeldir, ama belirtili değildir, mürekkeple yazılmış bir mesaj hem muhtemel hem de belirtilidir. Kuşkusuz kaydedilen ger çek mesaj belirtilmiş olmayabilir. Ancak ortografık, sentaktik ve se mantik kıstaslar yine de onu belirtecektir. Çeşitli rakip ihtimaller arasından bitini gerçekleştirmek, geri kalanla n devre dışı bırakmak ve gerçekieşen ihtimali belirtmek zeki faili nastl tanıyacağımızı ve tasanmı nasıp saptayacağımızı gösterir. Hayvanlann öğrenme faaliyetini ve davranışlarını inceleyen deneysel psikologlar, bu nu çok iyi bilirler. Hayvanın bir işi öğrenmesi için, hem o işe uygun dav ranışlan gerçekleştirme hem de o işe uygun olmayan c!avranışlan devre dışı bırakma yetisini elde etmesi gerekir. Dahası bir psikoloğıın, hayva nın o işi öğrendiğini anlayabilmesi için, hem hayvanın uygun aynında bulunduğunu hem de o aynını belirtebildiğini gözlemlemesi gerekir. Şu halde, bir psikoloğun, farenin labirentten başarılı bir şekilde geç meyi öğrendiğini teslim etmesi için, ilkin fareyi labirentten çıkmaya yö neltecek sağa ve sola dönüşler zincirini belirtmesi gerekir. Kuşkusuz, labirentte rasgele dolaşan bir fare de sağa ve sola dönüşleri ayırt eder. Ancak rasgele dolaşan fare, labirentten çıkmak için uygun sağa ve so la dönüşler zincirini ayırt edebildiğinin işaretini vermez. Sonuçta fareyi inceleyen psikolog, farenin labirentten çıkmayı öğrendiğine kanaat ge tirmesi için geçerli bir nedene sahip olmaz. Ancak eğer fare psikoloğun belirttiği sağa ve sola dönüşler zincirini takip ederse, psikolog, kedinin labirentten çıkmayı öip:endiğine kanaat getirir. Şimdi tam da bu öğrenilmiş davranışları hayvanlarda zekayla bir tutuyoruz. Şu halde hayvanlann öğrenimi için kullantlan şemanın ge nelde zeki faili tanımada da geçerli olması şaşırtıcı de:1ildir. Söz konusu şema şudur: Çeşitli rakip olasılıklar arasından birini gerçekleştirmek, di ğerlerini devre dışı bırakmak ve gerçekeleşen ihtimali belirtmek. Karmaşıklığın burada da yer aldığını kaydedelim. Bunu görmek için, labirentten geçen fare örneğine tekrar bakalım. Ancak şimdi sağa iki kez dönüşün fareyi labirentten çıkarmaya yettiği, basit bir labirenti düşüne lim. Fareyi inceleyen psikolog, onun labirentten çıkmayı öğrendiğine
50 · TASARIM
nasıl karar verecek? Fareyi alıp labirente koymak yeterli olmayacaktır. Çünkü labirent öylesine basit ki, fare şans eseri iki kez sağa dönüp, la birentten kolaylıkla çıkabilir. Dolayısıyla psikolog, farenin labirentten çıkmayı sahiden mi öğrendiğinden yoksa şans eseri mi onu başardığın dan emin olamayacaktır. Şimdi bu basit labirenti, farenin, labirentten çıkmak için bir dizi doğ ru sağa ve sola dönüşler yapması gerektiği labirentle kıyaslayın. Varsa yalım ki, fare, toplam yüz tane uygun sağa ve sola dönüş yapmak zo runda olsun ve her hata onun labirentten çıkmasına engel teşkil etsin. Farenin hatalı dönüş yapmadığını ve kısa bir sıra içinde labirentten çık tığını gözlemleyen psikolog, farenin labirentten çıkmayı gerçekten öğ rendiğine ve bunun kör şansın işi olmadığına kanaat getirecektir. Zeki faili tanımaya yönelik bu genel şema karmaşıklık-belirtme öl çütünün hafif değişik bir biçimidir. Genelde, zeki faili tanımak için, çe şitli rakip ihtimaller arasından birinin gerçekleştiğini gözlemlememiz, hangi ihtimallerin devre dışı bırakıldığını kaydetmemiz ve sonra gerçek leşen ihtimali belirtmemiz gerekir. Dahası devre dışı bırakılan rakip ih timaller gerçek ihtimaller olmalı ve yeterince fazla sayıda bulunmalıdır ki, gerçekleşen ihtimali belirtisi şansa atfedilemesin. Karmaşıklık açısın dan bu, ihtimaller yelpazesinin karmaşık olduğunu söylemenin diğer bir yoludur. ihtimal açısından bu, gerçekleşen ihtimal küçük bir ihtima le sahipti demenin başka bir yoludur. Zeki faili tanımaya yönelik bu şemadaki tüm unsurlar (yani, ger çekleşme, devre dışı bırakma ve belirtme) karmaşıklık-belirtme ölçü tünde eşlerini bulur. Bu ölçüt, zeki faili tanımaya çalışırken yaptığımız şeyleri doğrular. Karmaşıklık-belirtme ölçütü tasarımı nasıl saptayaca ğımızı gösterir. 7. Sonuç Albert Einstein, bir seferinde, bilimdeki herşeyin daha basit değil de olabildiğince basit kılınması gerektiğini söylemişti. 19. yüzyıla ve 20. yüzyılın büyük bir kısmına hakim olmuş mateıyalist bilim felsefesi, tüm olgulann salt şans ve/veya zorunlulukla açıklanabileceğinde ısrar
BiLiMDEKi ZEKi TASARIM KANITLARININ SAPTANMASI· Si
eder. Ne var ki bu makale, materyalist felsefenin gerçekliği aslında çok basit resmettiğini ortaya koymaktadır. Materyalist nedenselliğin bu ikiz çeşidiyle açıklanamayacak ve aslında açıklanmayan bir takım varlıklar ve olaylar mevcuttur. özellikle, hem karmaşıklık hem de belirttne özel likleri sergileyen varlıkiar ve olaylarla karştlaştığımızda, onlan şans ve/veya fiziksel/kimyasal zorunluluğa değil de, yerinde bir tutumla ze ki tasarıma, yani maddeye değil de zihne atfederiz. Açıkçası karmaşık lık-belittme ölçütünü, diğer insan zihinlerirtln tasarladığı nesnelerde bu luruz. Ne var ki bu makale, söz konusu ölçütün, doğal dünyada, yani, canlı organizmalar veya evrenin temel yapısı gibi, insartlann tasarla madıklarını bildiğimiz şeylerde önsel bir zeki zihnin faaliyetini güveni lir bir şekilde gösterip göstermediği sorusuna cevap aramamıştır. Kısa cası insan ürünü teknoloji dünyasına karşı doğanın da zeki tasanmın kanıtlannı taşıyıp taşımadığı şekiindeki amprik soruyu ele almadım. Bu soruyu bilim camiasından arkadaşlarım Stephen Meyer ve Michael Be he ele alacakiardır.
Stephen C. Meyer
Fizik ve Biyolojide Tasarım Kanıtları: Evrenin Kökeninden Hayatın Kökenine
1. Giriş
O.. nceki makalede, matematikçi ve olasılık teorisyeni William Dembski, insanların, geride bıraknğı sonuçlara bakarak rasyo
nel failin önsel faaliyetini genelde tespit edebildikierini beliıtmektedir.1 Söz gelimi arkeologlar, rasyonel faillerin Rosetta Taşının üzerindeki ya ztlan yazdıklarını kabul ediyorlar; sigorta sahtekarlıi� müfettişleri "do ğal" felaketler değil de koşulların kasıtlı manipülasyonunu işaret eden kimi "aldatma biçimlerini" saptarlar; ve kriptograflar gelişigüzel sinyal leri şifreli mesaj taşıyan sinyallerden ayırırlar. Daha önemlisi, Dembski'nin yazısı, rasyonel faillerin sonuçlarını ta nımamıza ve onları doğal nedenlerin sonuçlarından ayırt etmemize ya rayan bir ölçüt sunmaktadır. Kısaca, o, hem "hayli karmaşık" (veya pek muhtemel alnı.ayan) hem de "belirtilmiş" sistemler ya da dizilerin, her zaman, şans ve/veya fizik-kimya yasaları değil de zeki faiiller tarafın dan üretildiğini göstermektedir. Karmaşık diziler, basit bir formül veya 1. W.A. Dembski, The Desing Inference: Eliminating Chance through Small Probabilities, cambridge Studies in Probability, Induction and Decision The ory (Cambridge: cambridge University Press, 1998), s. 1-35.
56 · TASARIM
algoritmayla tanımlanmayı reddeden düzensiz ve ihtimal dışı bir yapı sergilerler. öte yandan bir belirtme, bir olay veya nesneyle, ondan ba ğımsız olarak verilmiş bir model ya da işlevsel koşullar kümesi arasın daki tekabüliyet veya eşleşmedir. Karmaşıklık ve belirtme kavramlannın bir açıklaması olarak, şu üç sembol dizisini düşünün: "inetehnsdysk] idmhew ,ms.s/a" "Time and tide wait far no man." (Zaman ve mevsim insanı bekle mez) "ABABABABABABABABABAB" Yukarıda gösterilen birinci ve ikinci diziler karmaşıktır, çünkü her ikisi de basit bir kurala indirgenmeyi reddetmektedir. Her ikisi de hayli düzensiz, aperiyodik ve ihtimal dışı bir sembol dizisini temsil etmektedir. üçüncü dizi karmaşık değildir, aksine hayli düzenli ve tekrarlıdır. iki kar maşık diziden sadece ikincisi, bağımsız bir işlevsel koşullar kümesine ör nek teşkil etmektedir. -Yani, sadece ikinci dizi belirtilidir-. İngilizce birdi zi işlevsel koşula sahiptir. örneğin, bir şeyin İngilizcede anlam taşıması için, mevcut sözlük (sembol dizilerinin belli nesneler, kavramlar ve fikir lere karşılık gelmesi), sentaks ve gramer ("her cümle bir özne ve fiil içe rir" gibi) kalıplarını kullanması gerekir. Sembollerin düzeni, mevcut söz lük ve gramer kalıplarını (yani işlevsel koşullan) kullanıyorsa veya "kar şılıyorsa" iletişim olabilir. Bu düzenler "belirtme" sergiler. ikinci dizi ("Ti me and tide wait far no man"), önceden mevcut olan İngilizce sözlük ve gramer koşulları ile kendisi arasında bir eşleşmeyi açıkça sergilemektedir. Dolayısıyla yukarıdaki üç diziden sadece ikincisi, Dembski'nin te oremine göre tasarlanmış bir sistem çıkarımında bulunmak için bize su nulması gereken karmaşıklık ve belirtmeyi sergilemektedir. üçüncü di zi basit bir model, bir tür belirtme sergilese de karmaşıklıktan yoksun dur. ilk dizi ise gördüğümüz gibi karmaşık fakat belirtili değildir. Hasılı yalnızca ikinci dizi hem karmaşıklık hem de belirtme sergilemektedir. Böylece, Dembski'nin teoremine göre, sadece ikinci dizi zeki bir nedeni işaret etmektedir. -Sezgilerimizin de söylediği gibi-.
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 57
Yukarıdaki örneğin açığa çıkardığı gibi, Dembski'nin kannaşıklık ve belirtme ölçütü belli bilgi kavramlarıyla yakından ilişkilidir. Anlaşıldığı üzere, birleşik kannaşıklık ve belirtme ölçütü (veya "belirtilmiş kanna şıkiık") sık sık kullanılan "bilgi içeriği"2 ifadesiyle eştir veya aynı yapı dadır.3 Dolayısıyla, Dembski'nin yazısı, "zengin bilgi içeriği"nin zeki bir failin etkinliğini işaret ettiğini ileri sürmektedir. Yaygın deneyimlerin ya nı sıra bilimsel deneyimler de bu teorik görüşü doğrudur. Söz gelimi çok az sayıda rasyonel insan hiyeroglif yazıların kaynağının zeki faaliyet de ğil de rüzgar ve erozyon gibi doğal kuvvetler olduğunu düşünür. 2- Bilgi içeriği kavramı hem belirtili (özelleşmiş) karmaşıklık hem de belirtili ol mayan karmaşıklığı ifade etmek için çeşitli şeklllerde kullanılmaktadır. Bu makale karmaşıklık ve özelliğin birlikte varlığım ifade etmek için bu kavra mı kullanacaktır. Bu, makalemizin savı açısından önemlidir, zira salt karma
şık olup belirtili ya da özelleşmiş olmayan bir sembol dizisi ("wnsgdtej3 dmzcknvcnpd" gibi), Dembski'nin teoremine göre, tasarımcı bir zekanın fa aliyetini göstermek zorunda değildir. Dolayısıyla bilgi içeriğinin varlığına da
yalı tasanın savlannın, rastgele doğal süreçlerden kaynaklanabilecek bir bil
gi tütünden (yani belirtili olmayan bilgiden) tasanın çıkarımında bulunarak çift anlamlı bir hataya düşebilir. öte yandan bu belirsizlik, bilgi içeriğinin, karmaşıklık ve belirtme özelliklerini birlikte banndırdıi� kabul edilerek orta
dan kaldırılabilir. Her ne kadar söz konusu kavram klasik bilgi teoreminde
(bilgi kavramının belirtmeyi ima etmek zorunda kalmadan ihtimal dışılığa ya da karmaşıklığa göndermede bulunabileceği) genelde bu şekilde kullantlma sa da, biyologlar l 950'lerden beri onu hem karmaşıklık hem de belirtmeyi ifade etmek için kullanagelmişlerdir. Aslında Francis Crick ve diğerleri, "bi
yolojik bilgi"yi sadece karmaşıklıkla değil aynca "belirtme" -belirtmeyle kast ettikleri işlev için gerekli olandır- diye adlandırdıkları özellikle bir görmüşler di. (A. Sarkar, "Biological Information: A Sceptical Look at Some Central Dogmas of Molecular Biology", The Philosophy and History ofMolecu/ar Bi ology, New Perspective� ed. S. Sarkar, Bostan Studie:; in the Philosophy of Science [Dordrecht, Hollanda, 1996], 191 ). 3- öte yandan belirtili karmaşıklık, klasik bilgi teoreminin tanımladığı şekliyle "Shannon bilgisi", "bilgi taşıma kapasitesi" ya da "sentaktik bilgi"de olduğu gibi izomorfik (eşbiçimli) değildir. Her ne kadar Shannon'un teoremi ve denk leırtleri, bir kanaldan aktanlabilecek bilgi miktannı ölçmek için yetkln bir yol sunsa da, önemli sınırlamalara sahiptir. Hususen o, salt ihtimal dışı sembol dizilerini bir mesaj ya da işlevsel açıdan belirtili bir dizi. taşıyanlardan
58 · TASARIM
Dembski'nin çalışması aynca doğal nedenlerle zeki nedenler! birbi ıinden ayırmak için kıyaslamalı bir akıl yüıütmenin nasıl kullanılacağı nı da göstermektedir. Bizler genelde olaylan şu üç rakip açıklama biçi: minden bitini kullanarak açıklanz: şans, zorunluluk (fizik-kimya yasa lannın sonucu olarak) ve/veya tasanın (yani zeki bir failin faaliyeti ola rak). Dembski "açıklayıcı filtre" diye adlandırdığı biçimsel bir değerlen dirme modeli geliştirmiştir. Bu filtre, bir olayın en iyi açıklamasının onun olasıklıksal özellikleıi veya "işaretleıi" ile belirlendiğini göstermektedir. Şans küçük veya orta olasılıklı olaylan en iyi şekilde açıklarken; zorun luluk (veya fizik-kimya yasalan) yüksek olasılıklı olaylan en iyi açıkla makta ve zeki tasanın ise, aynı zamanda belirtme (örneğin işlevi) sergi leyen küçük olasılıklı olaylan en iyi şekilde açıklar. Onun açıklayıcı filt resi gerçekte zekanın faaliyetini saptamak için bilimsel bir metot oluştu rur. Olaylar hem hayli muhtemel hem de belirtilmiş (bağımsız bir model le) olduğunda, zeki failleıin etkinliğini güvenilir bir şekilde saptayabili ıiz. Böyle durumlarda, tasanın içeren açıklamalar, tamamen şansa ve/veya determinist doğal süreçlere dayanan açıklamalardan daha iyidir. Dembski'nin çalışması, zeki failin etkinliğinin tespitinin ("tasanın çı kanmı"nın) rasyonel etkinliğin tartışılmaz ölçüde ortak bir formunu tem sil ettiğini göstermektedir. Çalışması aynca karmaşıklık ve belirtme özelayır(a)mamışttr. Warren Weaver'm 1949'da belirtiği gibi: Bu teoremdeki bil gi sözcüğü sıradan kullanımıyla kanşttnlmaması gereken, özel matematiksel
bir anlamda kullanılmaktadır. Hususen bilgi anlamla kanşunlmamalıdır."
(C.E. Shannon ve W. Weaver, The Mathematical Theory of Communication [Urbana, III.: University of Illinois Press, 1949], s. 8). Bilgi teoremi, verili bir sembol dizisinin "bilgi taşıma kapasitesi"ni ya da "sentaktik bilgi"sini ölçebi liyordu, ama sembollerin anlamlı ya da işlevsel düzeninin varlığını gelişigü
zel bir diziden (örneğin "bu gerçeklertn aşikar olduğunu savunuyoruz" cüm lesini "ntnyhiznlhteqkhgdsjh"den) ayırt edemiyordu. Böylece Shannon bilgi
teoremi, verili bir sembol ya da karakter dizisinde bulunabilecek anlamlı ya da işlevsel bilginin miktarını ölçebilirdi, ama işlevsel ya da mesaj taşıyan bir metnin konumunu gelişigüzel bir saçmalıktan ayıramıyordu. Shannon'un te
oremi, bir karmaşıklık ya da ihtimal dışılık ölçütü sağlamışu ama bir sembol dizisinin işlevsel açıdan belirtili ya da anlamlı olup olmadığı yönündeki önem li soru karşısında sessiz kalmıştı.
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 59
liklerinin, zeki bir nedenin önsel etkinliğini güvenilir şeklide işaret ettiği ni de ileri sürmektedir. Benim makalem bu görüşe dayanarak başka bir konuya işaret edecektir. şu soruyu soruyorum: Zeki tasanmı gösteren öl çütler, insanın yeryüzünde belirişinden apaçık önce var olan doğanın özelliklerinde bulunmakta mıdır? Tasanmlayıcı bir zekanın etkinliğini gösteren özellikler, evrenin fiziksel yapısının içinde mi yoksa canlı orga nizmaların özelliklerinde mi bulunmaktadır? Eğer böyleyse, zeki tasanın hala bu özelliklerin en iyi açıklamasını oluşturur mu yoksa şans ve/veya fiziko-kiınyasal zorunluluğa dayalı naturalist açıklamalar mı daha iyi bir açıklama sunabilir? Bu makale, fizik ve biyolojideki gelişmeler ve Deınbs ki'nin "tasarım çıkanını" üzerine yazısı ışığında tasarım savının içeriğini değerlendirecektir. Fizik ve biyolojideki kanıtlara göre, şans, zorunluluk ve tasarımın rakip açıklayıcı güçlerini değerlendirmek için Dembski'nin kıyaslayıcı açıklama metodunu ("açılayıcı filtre"yi) kullanacağım. Şans, zorunluluk ve/veya bu ikisinin birleşiminin değil de zeki tasarımın bu ol guların en iyi açıklamasını sunduğunu savunacağım. Dolayısıyla tasanın savını diriltmek için amprik ve kuramsal bir temel öne süreceğim. 2.1 Fizikte Tasarımın Kanıtı: Antropik "uyum" Batı düşüncesinde tasarım savının uzun süre revaçta kalmasına rağmen, çoğu bilim adamı ve filizof, 20. yüzytlın başlarında tasarım sa vını reddetmeye başladı. 18. yüzyılda felsefedeki gelişmeler ve 19. yüz yılda bilimde gelişmeler (örneğin Laplace'nin nebula hipotezi ve Dar win'in doğal ayıklanmayla evrim kuramı) çoğu bilim adamı ve düşünü rün, doğanın zeki tasarıma ilişkin şüphe götürmez bir kanıt sergileme diğine kanaat getirmelerini sağlamıştır. öte yandan geçen kırk ytl boyunca, fizik ve kozmolojideki gelişme ler "tasarım" kelimesini bilimsel lügata yeniden sokmuştur. 1960'lar dan itibaren, fizikçiler, insan yaşamına bariz bir şekilde uygun bir ev renin perdelerini araladılar. Evrendeki hayatın varlığının fiziksel faktör lerin hayli ihtimal dışı ama kesin bir dengesine dayandığını keşfettiler. 4 4. K. Giberson, "The Anthropic Pıinciple", Joumal of/nterdisciplinary Studies 9 (1997): 63-90 ve Steven Yates'in cevabı, s. 91-104.
60 · TASARIM
Fizik sabitleri, evrenin ilk koşullan ve onun diğer pek çok özellikleri, hayatın olanaklı olması için hassas bir şekilde ayarlanmıştı. Evrenin genişleme oranı, kütle çekimi ve elektromanyetik çekimin gücü ve Planck sabitinin değeri gibi pek çok faktörün değerindeki en ufak bir de ğişim hayatı imkansız kılacaktı. Şimdi fizikçiler bu faktörlerden "antro pik rastlantılar" (hayatı insan için olanaklı kıldıklarından) diye söz ederler. Ve tüm bu rastlantıların talihli birlikteliğini "evrenin uyumu" olarak görürler. Bu sabitlerin temsil ettikleri değerlerin yerli yerince bir araya gelmesinin imkansızlığı ve onlann, hayatı sürdüren bir evrenin ihtiyaçlarına özgü olmaları göz önüne alındığında, pek çok fizikçi, uyu mun önceden var olan bir zekanın tasarımını güçlü şekilde gösterdiğini belirtmektedir. Tanınmış bir İngiliz fizikçi olan Paul Davies'in de belirt tiği gibi, "Tasarını izlenimi baskındır". 5 Bunun nedenini anlamak için şu örneğe bakalım. Varsayalım ki siz, az önce evrenin kontrol odasına girmiş bir kozmik kaşifsiniz. Orada her birinin pek çok muhtemel düzeneğe sahip olduğu sıralarca kadranlara sa hip tefernıatlı bir "evren-yaratma makinesi"ne rastla(lınız. Makineyi ince lerken her bir kadranın, hayatın var olabileceği bir evrenin yaratılması için belirli bir değerle ayarlanan bir parametreyi temsil ettiğini öğreniyor sunuz. Bir kadran güçlü nükleer kuvvet için muhtemel düzenekieri tem sil ediyor, diğeri kütleçekimi sabiti için, bir başkası Planck sabiti için, yi ne bir diğeri nötronun kütlesinin protonun kütlesine oranı için, başkası güçlü elektromanyetik çekim için vb. Siz kozmik kaşif olarak, kadranları incelerken, onların kolaylıkla farklı düzeneklere uyum sağlayabildiğini tespit ediyorsunuz. Dahası, dikkatli ölçümle, bu kadran düzeneklerinden herhangi birinde en ufak bir değişimin yaşamı sona erdirdiğini saptıyorsu nuz. Yine her nedense her bir kadran evrenin devinimini sürdürmesi için gerekli tam değere göre ayarlanmış. Bu tastamam uyumlu kadran düze neklerinin kökeni hakkında nasıl bir çıkarımda bulunurdunuz? Tahmin edebileceğiniz gibi, fizikçilere de bu soru sorulmuştu. Ast ronom George Greenstein şu yorumda bulunmuştu, "Doğaüstü bir 5. P. Davies, 203.
The Cosmic Blueprint
(New York: Siman and Schuster, 1988), s.
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 61
unsurun daha doğrusu Failin söz konusu olması gerektiği düşüncesi haklı olarak ortaya çıkar. Niyetimizde yokken birdenbire üstün bir Varlığın bilimsel kanıtına rastlamış olabilirmiyiz? Sahneye çıkıp, ev reni bizim faydamız için özenle inşa eden Tanrı mıydı?"6 Pek çok bi lim adamına göre 7 tasarım hipotezi, bu soruya en açık ve sezgisel açı dan en akla yatkın cevabı sağlamaktadır. Fred Hoyle'nin belirttiği gi bi: "Olguların sağduyulu yorumu, zekaüstü bir varlığın fizik, kimya ve biyolojiyle uğraştığını ve doğada sözü edilmeye değer kör kuvvet lerin bulunmadığını ortaya koymaktadır. "8 Artık pek çok fizikçi bu görüşe katılmaktadır. Onlar, kadran düzeneklerinin ihtimal dışılığı ve buna karşın kesinliği göz önüne alındığında, tasarımın antropik uyu mun en makul açıklamasını sunduğu görüşünde hemfikirler. Aslında tam da düzeneklerin ihtimal dışılığı (karmaşıklığı) ve yaşamı barındı ran bir evren için gerekli koşullara özgü oluşları, tasarımın "sağduyu lu" kabulünü öne çıkarmaktadır. 2.2. Antropik Uyum ve Açıklayıcı Filtre Yine de bundan başka çeşitli yorumlar ileri sürülmüştür:(!) Uyu mun açıklamaya gereksinim duyduğunu reddeden zayıf antropik il ke; (2) Doğa yasalarına dayalı açıklamalar; (3) Şansa dayalı açıklama lar. Bu yaklaşımların tümü evrenin uyumunun zeki bir failden kaynak landığını reddeder. Dembski'nin "açıklayıcı filtre"sini kullanarak bu bö lümde antropik uyumun kökenine ilişkin rakip açıklama biçimlerinin açıklama gücünü karşılaştıracağız. Aynca 1. şıkkın aksine uyumun açıklamayı gerektirdiğini savunacağız. 6. G. Greenstein, The Symbiotic Universe: Life and Mind in the Cosmos (New
York: Morrow, 1988), s. 26-27. 7. Greenstein tasanın hipotezini desteklemiyor. Bunun yerine o, "katılımcı ev ren ilkesi"ni destekliyor. Söz konusu ilke, fizik sabitlerinin uyumunun aşi kar tasanmım var olmaları için gözlemlenmesi gereken evrenlere (varsayı lan) atfeder. Greenstein, ""Evrenin var olmak için yaşam, doğurduğu, öyle ki Evrenin gözlemlenmediği sürece var olmadığını" söylemektedir. 8. F. Hoyle, "The Universe: Past and Present Reflections", Annual Review as Astronomy and Astrophysics 20 (1982): 16.
62 ·TASARIM
Yukarıdaki üç seçenekten belki de en azından başlarda en revaçta olanı "zayıf antropik ilke idi. Ne var ki bu ilke son zamanlarda fizik ve kozmoloji felsefecileri tafanndan ciddi eleştirilere tabi tutuldu. Zayıf ant ropik ilkenin savunucuları, evren yaşama uygun şekilde olmasaydı, o zaman insanlar onu gözlemlemek üzere burada olmazlardı diyorlardı. Böylece uyumun açıklamayı mecbur kılmadığını savunmuşlardı. Ne var ki John Leslie ve William Craig, uyumun kökeninin açıklamayı ge rekli kıldığını savundular. 9 Her ne kadar biz insanlar, yaşama uygun (tanım gereği) bir evrende kendimizi yaşıyor halde bulmaktan dolayı şaşkınlığa düşmesek de, yaşam için gerekli koşulların son derece ihti mal dışı olduğunu öğrenince şaşkınlığa düşmeliyiz. Leslie bizim duru mumuzu, her tür ihtimale karşın, yüz tane usta nişancının ateş bom bardımanı arasında hayatta kalmış, gözler! bağlı bir adamın durumu na benzetir. ı O Her ne kadar onun varlığının sürmesi, kuşkusuz, ıska layan tüm nişancılarla ilintili olsa da, nişancıların niçin ıskaladıklarını açıklamaz. özde, zayıf antropik ilke, yanılgıya düşerek, bir olayın ge rek koşulunun ifadesinin, o olayın nedensel açıklamasına duyulan ih tiyacı ortadan kaldırdığını öne sürer. Oksijen ateşin yanması için ge rekli bir koşuldur, ama bunu söylemek San Francisco yangınının ne densel açıklamasını sağlamaz. Aynı şekilde, evrenin fizik sabitlerinin uyumu yaşamın varlığı için gerekli bir koşuldur, ama o, uyumun kö kenini açıklamaz ve böyle bir açıklamaya duyulan ihtiyacı ortadan kaldırmaz. Bazı bilim adamları, uyumlu rastlantıların açıklamayı gerekli kıldığı nı reddetmişse de, diğerleri onların çeşitli naturalist açıklamalarını bul maya çalışmışlardır. Bu açıklamalar arasında doğa yasalarına başvur mak basit bir nedenden dolayı en az ilgiyi çekmişti. Çeşitli fizik sabitle rinin uygun "kadran düzenekleri" doğa yasalarının spesifik özellikleri dir. Söz gelimi, kütle çekimi sabiti G, bilinen bir mesafeyle birbirinden 9. W. Craig. "Cosmos and Creator"", Origins and Design 20, no.2 (Bahar 1996), 23. 10- J. Leslie. "Anthropic Principle, World Ensemble, Design", American Philo sophica/ Quarterly 18, bo.2 (1982), 150.
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 63
ayrılmış, kütleleri bilinen iki cisim verildiğinde, kütle çekiminin ne kadar güçlü olacağını belirler. G sabiti, kütle çekimini ifade eden denklem için de bir terimdir. Aynı şekilde, temel fizik yasalarının tüm sabitleri yasa ların özellikieridir. Bu yüzden, yasalar bu özellikleri açıklayamaz; ·onlar bizim açıklamamız gereken özellikleri içerir. Davies'in gözlemlediği gibi, fızik yasaları "son derece hünerli bir tasarımın ürünleri olarak görün mektedir" .1 ı Dahası tanım gereği doğa yasaları düzenli veya tekrarlı modellere uyan olguları ifade ederler. Öte yandan fizik sabitlerinin özel değerleri ve evrenin başlangıç koşullan hayli düzensiz ve tekrarsız bir tertibi içermektedir. Bu yüzden, herhangi bir yasa, tüm temel sabitlerin niçin sahip oldukları değerlere sahip olduklarını -söz gelimi, kütle çeki mi sabitinin tastamam 6,67 x 10·" Newton m'/kg', Coulombs yasasın daki izin sabitinin, 8,85 x ıo·" Coulombs'/Newton metre', elektron yü künün kütleye oranının 1,76 x 10" Coulombs/kg ve Planck sabitinin 6,63 x 10·" Joule-saniye değerinde olduğunu- açıklayamaz.12 Bu değer ler hayli karmaşık bir düzeneği belirtir. Onlar bir grup olarak, prensipte doğa yasalarıyla açıkianabilecek veya sınıflandınlacak düzenli bir mo deli sergiliyor gözükmemektedir. Antropik rastlantıları şansın ürünü olarak açıklamak daha revaç bul muştur, ama bunun da çeşitli ciddi kusurları vardır. Birincisi, uyumun _son derece ihtimal dışı oluşu şansa doğrudan yönelimleri tutarsız kıl maktadır. Fizikçiler, yaşamı barındıran bir evreni meydana getirmek için, tam ayar gerektiren otuzdan fazla fiziksel ve kozmolojik parametre bulmuşlardır.13 Michael Denton, Nature's Destiny (1998) adlı kitabında, 1 !. P. Davies, The Superforce, The Search fora Grand Unifi.ed Theory of Na ture (New York, John Wiley and Sons, 1997), s. 243. 12. D. Halliday, R. Resnick ve G. Walker, Fıındemantals of Physivs, 5.baskı (New York, John Wiley and Sons, 1997), s. A23. 13. J. Barrow ve F. Tipler, The Anthropic Cosmological Principle (Oxford, Ox ford Universty Press, 1986), s. 295-356, 384-444, 510-56; J. Gribbin ve M. Rees, Cosmic Coincidences (London, Black Swan, 1991), s. 3-29, 24169: H. Ross, "The Big Bang Model Refıned by Fire", W.A. Dembski, ed. Mere Creation: Science, Filith and Intelligence Design (Downers Grove, III.: ıntervarsity Press, 1998), s. 3 72-81.
64 · TASARIM
özellikle insan yaşamı için gerekli olan diğer pek çok koşulu kimya, je oloji ve biyolojiden çıkarsamaktadır. Dahası çok sayıda tekil parametre olağanüstü yüksek ölçüde bir uyumu işaret etmektedir. Evrenin geniş leme oranı !0"'da 1 birime ayarlı olmalıdır.1 4 Bundan çok hafif hızlı bir genişleme -!0'°'da 1 birim gibi- yıldız oluşumuna imkan tanımayacak denli yayılmış bir evreni ortaya çıkarır.ıs Hafif daha yavaş bir genişle me ise -aynı oranda- aniden kütle çekimi çöküşüne yol açar. Kütle çe kimi kuweti, !0'°'da 1 birime uymalıdır.ı6 Bu yüzden evrensel kaşifi miz, ayn kadran düzeneklerinden oluşan büyük bir tertibatın yanı sıra sadece çok azının yaşamı barındıran bir evreni olanaklı kıldığı, olası dü zeneklerin muazzam tertibatını içeren çok büyük kadranlarla karşılaşır. Çoğu dunımda, bırakın tüm doğru düzenekleri, tek bir doğru düzeneğe şans eseri ulaşma ihtimali gerçekte neredeyse sıfırdır. Oxford fizikçisi Roger Penrose'un belirttiği gibi, tek bir parametre, "başlangıç uzay-za man hacmi" öylesine kesin bir uyumu gerekli kılıyordu ki, "Yaratıcının amacı ıoıom·de (on milyar kendisiyle 123 kez çarpılmakta) 1 birim doğrulukta [kesin] olsa gerekti" Penrose yorumuna devam ediyor: "İn san sayıyı tam olarak yazamıyor bile... [zira] bu sayı, ! 'den sonra 10"' tane 0'ı içeriyor!" Bu kadar sıfır sayısı, tüm evrendeki temel parçacıkla rın sayısından fazladır. Bu yüzden o, "kesinlik evrenin seyri sırasında düzenlemiş olmalı" sonucuna varmaktadır.l 7 Böylesine büyük ihtimal dışılıkları atlatmak için bazı bilim adanılan, yan-sonsuz sayıda paralel evrenler önermesini ortaya attılar. Böylece, yaşamı barındıran bir evren meydana getirmek için olası denemelerin 14. A. Guth ve M. Sher, "Inflationaıy Universe: A Possible Solution to the Ho rtzon and Flatness Problems", Physical Review23, no.2 (1981): 348. 15. üstel ifadeye aşina olmayanlar için söyleyelim: 1060, 1 'den sonra 60 tane sıfırın yer aldığı bir sayıya ya da ıo·un kendisiyle 60 kez çarpılmasına kar şılık gelir. 16. P. Davies, God and the New Physics (New York: Simon and Schuster, 1983), s. 188. 17. R. Penrose, The Emperor·s New Mind (New York: Oxford, 1986), s. 344. (Bu Kitap TÜBİTAK yayınlan arasından Kralın Yeni Usu adıyla çıkmış tır.ç.n.)
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 65
sayısını ve zamanın miktarını artırmakta ve dolayısıyla böyle bir evre nin şans eseri oluşabilme olasılığını yükseltmektedirler. Bu "çok dünya lar" veya "olası dünyalar" senaryoları -ilk başta, kuantum fiziğinin "Everett yonımunun ve Andre Linde'nin şişen büyük patlama kozmo lojisinin bir parçası olarak geliştirilen- içinde, ne kadar ihtimal dışı olur sa olsun gerçekleşebilecek her oİay başka bir paralel evrende de gerçek leşiyor olmalıdır.18 Yaşamın ortaya çıkması ihtimali pozitif (sıfırdan bü yük) bir değer taşıdığı sürece, onun olası bir dünyada ortaya çıkmış ol ması gerekir. Bu yüzden er ya da geç, bir evren yaşamı barındıracak özellikleri kazanmış olmalıydı. Clifford Longley çok dünyalar yorumuna göre şu açıklamada bulunmakta: "Her birinin, temel sabitler ve oranların farklı kadran düzeneklerine sahip olduğu milyonlarca değişik evren olabilirdi. öylesine çok sayıda olabilirdi ki, doğru düzeneğin ortaya çıkışı salt şansa bağlıydı. Bizler sa dece şanslı varlıklarız." I 9 Çok dünyalar teoremine göre, evrendeki varlığımız, son derece ih timal dışı görünmektedir, çünkü şans eseri oluşan antropik rastlantıla rın ihtimal dışılığına ilişkin hesaplar, sadece evrenimizdeki mümkün "olasılıksal kaynaklan" (kabaca, zaman miktarını ve olası denemelerin sayısını) göz önüne almakta ve paralel evrertlerden elde edilebilecek olasılıksal kaynaklan gözardı etmektedir. Çok dünyalar teoremine göre şans, herşeyden önce, evrendeki hayatın varlığını açıklayabilir. Çok dünyalar hipotezi günümüzde antropik uyum için en revaçta naturalist açıklama konumundadır ve bu yüzden fütürsuzca ayrıntılı yo rumlarda bulunmaktadır. Her ne kadar açıkçası ustaca hazırlanmış olsa da, ezici bir sorunu vardır: Bizimkinden başka bir evrenin bulunduğuna dair hiçbir kanıta sahip değiliz. Dahası olası dünyalar tanım gereği ne densel açıdan bizim dünyamızdan kopuk olduklarından, onların varlığı kanıtlanamaz, son derece ihtimal dışı olaylan muhtemel kılmadıkları sü rece. Kuşkusuz, hiç kimse, bir tasarımcıyı da doğrudan gözlemleyemez, 18. A. Linde, "The Self-Reproducing ınflationary Universe··, Scientific Ameri can 271 (Kasım, 1994), s. 48-55. 19. c. Longley, "Focusingon Theism", London Times, Omk21, 1989, s. 10.
66 · TASARIM
her ne kadar teistik tasarımcı -yani Tanrı- dünyamızdan nedensel açı dan kopuk olmasa da. Böyle olsa bile, Richard Swinburne, John Leslie, Bil! Craig,20 Jay Richards 2ı ve Robin Vollins gibi bilim felsefecilerinin yakın zamanlarda çıkan eserleri, teist (tasanın) savın naturalist çok dünyalar savından daha tercihe şayan olmasının çeşidi nedenlerini or taya koymaktadır. 2.3. Teist Sav: Daha lyi Bir Açıklama Mı? Birincisi, çok evrenleri içeren halihazırdaki tüm kozmolojik model ler, evrenleri yaratmak için bir mekanizmaya gereksinim duyarlar. Ne var ki böyle bir "evren yaratıcısı"nın kendisi tastamam tasarlanmış fi ziksel dummlara gereksinim duyacak, dolayısıyla kendisinin başlangıç taki tasannu somnunun çözüldüğünü farzedecektir. Collins bu açmazı şöyle ifade ediyor: "Bu evren yaratıcısının ne olabileceğine ilişkin yakın zamanlarda ortaya atılmış tüm önerilerde -salınan büyük patlama ve vakum dalga lanması modelleri gibi-, "yaratıcı"nın kendisi, evrenleri üretebilmek için bir karmaşık dizi yasa tarafından yönetilmektedir. Bu yüzden, eğer bu yasalar azıcık farklı olsaydı, yaratıcı, muhtemelen, yaşamı barındıran bir evren üretemeyecekti diye düşünmek mantıklıdır. "22 Aslında deneyimlerimizden bildiğimiz kadarıyla, bazı makinalar (ya da fabrikalar) başka makinalar üretebilmektedir. Fakat yine deneyimle rimiz, bu makina üreten makinaların da zeki tasarıma gereksinim duy duklarını göstermektedir. ikincisi. Collins'in savunduğu gibi, her şey eşit olduğunda, çeşitli türlerdeki varlıkların nedensel güçlerine ilişkin "halihazırdaki bilgimize 20. w. Craig, "Barrow and Tipler on the Anthropic Principle v. Divine Design", British Journal far the Plıilosophy o[Science 38 (1988): 389-95. 21. J. W. Richards, "Many World Hypothesis: A Naturalistic Altemative to De sign", Perspectives on Science and Christian Belief49, no.4 ( 1997): 218-27. 22. R. Collins, "The Fine-Tuning Oesign Argument: A Scientifıc Argument for the Existence of God", M. Murray, ed., Reason far t/ıe Hope Within (Grand Rapids, Mich.: Eerdmans, 1999), s. 61.
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 67
dayanan doğal tahminler olan" hipotezleri tercih etmeliyiz.23 Ne var ki, antropik rastlantılan açıklama söz konusu olduğunda, çok dünya lar hipotezi bu testten geçemezken, teist-tasanm savı geçmektedir. Bu nu daha iyi açıklamak için. Collins, okuyucusundan, fosilleşmiş büyük kemiklerin kökenini açıklamak için gerçek dinozorların yerlne, elekt romanyetik bir "dinozor-kemiği-üreten-alan"ın varlığını öı:ıe süren bir paleontoloğu hayal etmesini ister. Her ne kadar böyle bir alan, fosil kemiklerin kökeninin olası bir açıklaması olma niteliğine sahip olsa da, bu tür alanlara veya onlann fosilleşmiş kemikler ün�ttiklerine ilişkin hiçbir deneyime sahip değiliz. öte yandan çeşitli bozulma evrelerinde bulunan hayvan kalıntılannı ve onlann tortularda ve tortul kayalarda ki muhafaza edilmiş olduklannı gözlemlemiş bulunuyoruz. Bu yüzden çoğu bilim adamı, fosillerin kökeninin bir açıklaması olarak, sanal di nozor hipotezi (yani "dinozor- kemiği-üreten-alan" hipotezi) yerine gerçek dinozor hipotezini haklı olarak tercih eder. Aynı şekilde, Col lins'in belirttiği gibi, bizler, tamamen uyumlu sistemler veya olasılık ların sonsuz ve son derece rasgele birlikteliklerini üreten bir "evren ya ratıcısı"nın (kendisi tasarlanmamış. bkz. yukan). deneyimine sahip değiliz. Oysa bizler, !sveçre saatleri gibi gayet uyumlu makineler üre ten zeki faillere ilişkin kapsamlı deneyimlere sahibiz. Dolayısıyla, Col lins'in vardığı noktaya göre, evrenin uyumunu açıklamak için "bir üstzihin" (Tann) savını geliştirdiğimizde, bilinen varlıkların (yani, ze ki insanların) nedensel güçlerinin deneyiminden yola çıkarak tahmin de bulunmuş oluyoruz. Oysa sonsuz sayıda ayn evren savını geliştir diğimizde böyle bir tahminde bulunmuyoruz. Üçüncüsü, Craig'e göre, çok dünyalar hipotezinin antropik uyu mun bir açıklaması olabilmesi için, fiziksel parametrelerin hayli rast lantısal bir dağılımını -ve dolayısıyla sonsuz sayıda paralel evrenleri sunması gerekir ki, hayatı üreten etmenlerin bir toplamı neticede or taya çıksın. Ne var ki çoklu evren yorumuna -Everett'in kuantum mekaniği yorumu veya Linde'nin şişen kozmolojisi gibi- izin veren 23.
A.g.e.. s. 60-61.
68 · TASARIM
hiçbir fiziksel model, böyle hayli rastlantısal ve sonsuz sayıda paralel evrenlerin var olduğuna inanmaya ikna edici bir gerekçe sağlamamak tadır.24 Söz gelimi, Everett'in yorumu, her biri, bizim evrenimizle aynı fizik yasalar ve sabitler kümesinine sahip bir paralel evren içinde var olan maddi dıırumlann bir toplamını üretmektedir sadece. Fizik sabit leri "evrenlerde" değişmediği için, Everett'in modeli, şans eseri evreni mizde ortaya çıkan sabitlerin tam uyumunun ihtimalini artırmak için hiçbir şey yapamaz. Her ne kadar Linde'nin modeli, onun tekil "balon cuk cvrenler"inin her birinde fizik sabitlerinin değişken bir toplamını tasavvur etse de, ya bu koşulların hayli rastlantısal bir kümesini ya da evrenimizin yaşam barındıncı uyumunu muhtemel kılmak için gerekii sonsuz sayıda evreni üretmekte başarısız kalmaktadır. Dördüncüsü, Richard Swinburne, teist tasarım hipotezinin, çok dün yalar hipotezinden daha basit ve daha planlı bir hipotez olduğunu sa vunur. 25 Swinburne, görünürde çok dünyalardan yana tek kanıtın, hi potezin, onu açıklamak için tasarlandığı antropik uyum olduğunu kay detmektedir. Öte yandan her ne kadar dolaylık kanıtlarla destekiense de, teist tasanın hipotezi, çok dünyalar senaryosunun açıklayamadığı, evrenin pek çok farklı ve bağımsız özelliğini açıklayabilmektedir. Bu özellikler arasında, evrenin kökeni, fizik yasalarının matematiksel gü zelliği ve inceliği ve kişisel dini deneyim sayılabilir. Swinburne, Tann hipotezinin, hem daha yalın hem de daha kuşatıcı bir açıkiama olduğu nu zira çok dünyalar hipotezinin gerekli kıldığı çok varlık -tam uyum lu evren yaratıcısı ve nedensel açıdan ayn, sonsuz sayıda evren de da hil- yerine sadece tek bir açıklayıcı varlık önermesine gerek duyduğu nu ileri sürer. Swinburne ve Collins'in savlan, çok az sayıda akıllı insanın, çok dünyalar hipotezi gibi yalınlıktan uzak ve zorlama bir açıklamayı haya tın herhangi bir alanında kabul edeceğini işaret etmektedir. Bazı bilim adamlarının ciddi tartışmalar yürüterek çok dünyalar hipotezine önem 24. Craig, "Cosmos", s. 24.
25- R. Swinburne, "Argument from the Fine Tuning of Universe", J. Leslie, ed., P/ıysical Cosmo/ogy and Philosophy (New York, Macmillan, 1990), s. 154-73.
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 69
vermeleri, hipotezin herhangi bir ikna edici esasına bağlılığı değil, daha ziyade naturalist felsefeye duyulan kesin inancı göstermektedir. Clifford Longley'in 1989'da the Landon Times'da26 belirttiği gibi, teist tasanın savından kaçmak için çok dünyalar hipotezinin kullanılması genelde bir tür yakarış ve metafiziksel ümitsizliği açığa vumıaktadır. Longley bunu şöyle açıklanmaktadır: "Antropik tasarım savı ve onun işaret ettiği şey, diğer herhangi bir bilim alanında kurulu diye kabul edilecek bir kesinlik düzenidir. Bu nun alternatifi üzerinde diretmek, Shakespeare'nin Shakespeare ta rafından değil de bir milyar daktilonun başına oturmuş birmilyar
maymunun bir milyar yıl boyunca süren yazma işleminin sonucun
da yazıldığında ısrar etmeye benzer. Bu olabilir. Ama böylesine ümitsiz çarelere başvuran bilimsel ateistlerin bakı,; açısı teistlerin eli ni güçlendinniştir."27
Gerçekten de öyle. 20. yüzyıla gelindiğinde, tasarım savı, 19. yüz yıldaki biyologların elinde yaşadığı acemi inziva döneminden kurtulup yeniden günışığına çıkmıştır. Fizik, astronomi, kimya ve kozmoloji, ha yatın, evrenimizi oluşturan hayli kesin tasanın parametreleri kümesine dayandığını açığa çıkarmıştır. Uyum kanıtı, Tann'nın varlığının formel tümdengelimsel bir kanıtını oluşturmasa da, tasanın hipotezinin ikna edici şekilde yeniden formüle edilmesine yol açmıştır. Fizikçi John Pol kinghome, sonuç olarak şunu yazmıştı: "Doğal teolojinin büyük canla nışının yaşandığı bir çağdayız. Doğal teolojinin bu canlanışı, bu alana olan ilgilerini kaybetmiş teologlar arasında değil, bilim adamları arasın da gerçekleşmektedir. "28 Polkinghome aynca bu yeni doğal teolojinin 26. Başlangıçta çok dünyalar hipotezi fizikteki kuanturn ölçüm sorununa bir
çözüm olarak sağlam bilimsel nedenlerle öne sürülmüştü. Her ne kadar söz
konusu hipotezin bir açıkiarna olarak fizikteki yetkinlij(i tartışmalı olsa da, fizik sabitlerinin uyumunun teist olmayan, alternatif bir açıklamasını sun ma işlevini sürdürmektedir. Çok dünyalar hipotezinin bu şekilde kullanıl
ması metafiziksel bir çaresizliği açığa vurmaktadır. 27. Longley, "Focusing", s. 10. 28. J. Polkinghorne, "So Finely Tuned a Universe of Atoms, Stars, Quanta and God", Commonweal, Ağustos 16, 1996, s. 16.
70 · TASARIM
genelde ortaçağın doğal teolojisinden daha mütevazi hırslannın olduğu nu da belirtmektedir. Aslında, antropik uyum kanıtına dayanarak tasa rımı savunan bilim adamları, Tanrı'nın varlığının formel tümdengelim sel bir ispatını yaparak değil, zeki bir nedenin "en iyi açıkiama" oldu ğunu çıkarsayarak bunu yapmaktadırlar. (Bkz. Ek, s.213-14, "Verimli Fikir Alışverişi ya da Nazik Diyalog: Bilim ile Din Arasında Diyalog".) Aslında, antropik uyumun rakip nedensel açıklama türlerinin süregelen analizi, zeki tasanmı, onun kökeninin en iyi açıkiaması olarak göster mektedir. Hasılı, uyum kanıtı, Tanrı'nın varlığına inancı destekleyebi lir, her ne kadar onu, tümdengelimsel açıdan kesin bir yolla "ispatlama sa da". 3. 1. Zeki Tasarımın Biyolojideki Kanıtı Fizikçiler ve kozmologlar arasında tasarıma duyulan canlı ilgiye karşın, çoğu biyolog hala bu tür kavramların üzerine eğilmeye gönül süzdür. Gerçekte, 19. yüzyılın sonlanndan beri çoğu biyolog, biyolojik organizmaların zeki tasanmın kanıtını sergilediği görüşüne karşı çık mıştır. Her ne kadar çoğu biyolojik sistemlerde tasanmın varlığını kabul etse de, gelişigüzel değişimler üzerinde etkili olan doğal ayıkianma gibi salt doğal işleyişlerin canlı varlıklarda tasarımın varlığını tastamam açıklayabildiği hususunda ısrar ederler. 3.2. Moleküler Makinalar Yine de tasarıma ilgi, biyolojide yayılmaya başlamıştır. örneğin, 1998'de önde gelen dergi, Celi, "makromoleküler makinalar" hakkında özel bir sayı çıkardı. Moleküler makinalar, tüm hücrelerin, bilgileri işle mek, protein sentezlemek ve maddeleri zarlanndan içeriye ve dışarıya geçirmek için kullandıkları inanılmaz ölçüde karmaşık araçlardır. Ulu sal Bilimler Akademisi Başkanı Bruce Alberts, "Protein makinalannın bir toplamı olarak hücre" adlı makalesiyle bu konuyu gündeme getirdi. Söz konusu makalede şunları yazmıştı: "Hücrelerin içeriğini hiçbir zaman tam olarak anlamamışızdır... Bir bütün olarak hücre, her birinin bir dizi büyük protein makinasını içerdiği,
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 71
birbirine bağlı hatlardan oluşan geniş ağı içeren bir fabrika olarak görebi liriz .... Hücrenin çalışmasının temelini oluşturan büyük protein gnıplannı niçin protein makineleri diye adlandınyonız? Tam da, makroskopik dün yayla etkin şekilde ilgilenmek için insanlann icat ettikleri maklnalar gibi bu protein gruplan da hayli koordineli hareket eden paıçalardan oluştuğu için."29 Alberts, görünürdeki tasarıma karşın, fiili tasanmın bu sistemlerin kökeninde hiç bir rol oynamadığını savunan ortodoks bir yeni-Darwin ci olmasına rağmen, moleküler makinaların, mühendislerin tasarladığı makinalara epey benzediğini belirtir. öte yandan son yıllarda, bu görüşe karşı biyoloji alanında müthiş bir meydan okuma gündeme geldi. Darwin ·s Black Box adlı kitabında, Le high Üniversitesi biyokimyacısı Michael Behe, yeni-Darwinistlerin, canlı sistemlerdeki karmaşık moleküler makinalann kökenini açıklayamadık larını gösterdi. Söz gelimi, Behe, kimi bakterilerin kamçıya benzer yapı larının döndüren, iyon enerjisiyle çalışan dönme motorlarını ele alır.30 Bu moleküler motordaki karmaşık mekanizmanın -döneç, duruk, O-halkala n, kovanlar ve çevirme milini içeren- kırk tane karmaşık protein parça sının koordineli etkileşimini gerekli kılar. Nitekim bu proteinlerden biri nin yokluğu motorun işlevinin tamamen ortadan kalkmasına yol açar. Böylesine "indirgenemez ölçüde karmaşık" bir motorun Darwinci süreç içinde yavaş yavaş ortaya çıktığını savunmak safdillik olur:3 ı Darwin te oremine göre doğal ayıklanma işlevsel açıdan faydalı sistemleri seçer. Ne 29. B. Albers, "The Cell asa Colleciton of Protein Machines: Preparing the Next Generation of Molecular Biologists", Ce/l 92 (Şubat 8, 1998): 291. 30. M. Behe, "Danvin's Black Box (New York: Free Press, 1996), s. 51-73. 31. Yeni Darwinci evrim teoremine göre, organizmalar gelişigüzel genetik mu tasyonlar üzerinde etkili olan doğal ayıklanmayla evrim geçirirler. Eğer bu genetik mutasyonlar organizmanın daha iyi yaşam mücadelesi vennesine
yardım ederse, sonraki nesillerde muhafaza edilirel r. öte yandan bu tür mutasyonlara sahip olmayanlar hızla yok olur. Söz gelimi bir Darwinci, uzun boyunla dünyaya gelmiş bir zürafanın ağaçların yapraklarına daha
kolay uzanabileceğini ve dolayısıyla kısa boyunlu zürafalara nazaran da
ha fazla yaşam sansına sahip olacağını varsayar. Zamanla zürafalann
72 ·TASARIM
var ki motorun çalışması, tüm gerekli parçaların bağımsız olarak kendi ni tertip etmesinden sonra ancak mümkün olmaktadır -astronomik ölçü de ihtimal dışı olan bir olaydır bu-. Bu nedenle Behe, Darwinci mekaniz maların, çok sayıda bağımsız protein parçasının koordineli etkileşimini gerekli kılan moleküler motorların ve diğer "indirgenemez ölçüde karma şık sistemler"in kökenini açıklayamadığını savunur. Behe, konuyu daha iyi vurgulamak için, ilgili teknik dergileri tara mıştı. 32 Sonuçta ele aldığı sistemlerin ve motorların kökenine ilişkin hiç bir evrimci Darwinci açıklamaya rastlamamıştı. Bunun üzerine Behe, ye ni:Darwincilerin, "indirgenemez ölçüde kanuaşık" sistemlerde tasarımın doğal olarak nasıl ortaya çıktığını açıklamadıkları, hatta bu yönde bir ça ba dahi sarf etmedikleri kanaatine vardı. İşlevsel açıdan birbirine bağlı, indirgenemez ölçüde karmaşık sistemleri üretmeye yeten tek bir nedeni bildiğimizi, onun da zeki tasarım olduğunu kaydeder. Aslında ne zaman indirgenemez ölçüde karmaşık sistemlerle karştlaşırsak karşılaşalım ve onlann nasıl ortaya çıktıklarını bilirsek bilelim, onlar kesinlikle zeki bir fail tarafından tasarlanmıştır. Dolayısıyla Behe, hücrelerde gözlemlediği miz moleküler makinalar ve karmaşık sistemlerin de zeki bir kaynağının olması gerektiği sonucuna (hayli muntazam temellere dayanarak) varır. Kısaca moleküler motorlar tasarlandıkları için tasarımlı görünürler. 3.3. Hücredeki Yapıların Karmaşık Özelliği Dembski'nin başka bir makalesinde gösterdiği gibi,33 Behe'nin "in dirgenemez karmaşıklık" kavramı, zeki tasarımı saptamamızı sağlayan boynu adım adım ilerleyen bir süreç içinde giderek daha fazla uzamıştır, çün
kü doğal ayıklanma uzun boyunlan desteklemiştir. Fakat hücredeki karına
şık makinaya benzeyen sistemler böyle bir tedrici süreçle seçilmiş olamazlar, çünkü moleküler bir makinanm tertip edilmesi süreci içinde her adım hücre nin daha iyi yaşamasını sağlamaz. Moleküler makina tamamen tertip edildi ğinde ancak hücre işlev görebilir ve böylece söz konusu moleküler makina, ona sahip olan hücrenin olmayana oranla daha iyi yaşamasını sağlayabilir. 32. Behe, Danvin 's, s. 165-86.
33. W.A. Dembski, Intelligent Design, The Bridge between Science and The ology (Downers Greve, III.: InterVarsity Press, 1999), s. 146-49.
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 73 "karmaşıklık" ve "belirtme" ölçütünün özel bir örneğini oluşturur. Öte yandan Dembski'nin ölçütünün biyolojiye daha doğıudan uygulaması, Behe'ni incelediği, hücre içindendeki moleküler makinalann makrome lükeler parçalarının, proteinlerin analizi yapılarak gerçekleştirilebilir. Proteinler, motorlar ve diğer biyolojik yapılan oluşturmanın yanı sıra, hücresel yaşamı meydana getirmek ve sürdürmek için gerekli, hayati öneme sahip biyomoleküler işlevleri -bilgi işletimi, metabolik düzenle me; sinyal iletimi -yerine getirirler. Daıwin'in zamanından l 930'lann sonlarına kadar biyologlar, pro teinlerin, matematik yasalarıyla açıklanabilecek basit ve düzenli yapı lara sahip olduğunu düşünüyorlardı. Ne var ki 1950'lerden itibaren, bu basit protein görüşünün değişmesine yol açan bir dizi keşifler yaptılar. Moleküler biyolog Fred Sanger, protein molekülü insülindeki yapıların dizilimini saptadı. Sanger'in çalışması, proteinlerin, bir iplikteki renkli boncukların gelişigüzel dizilimine benzeyen, amino asitlerin uzun ve tekrarsız dizilimlerinden oluştuğunu gösterdi.34 Daha sonra, 19S0'ler de, John Kendrew'in protein myoglobinin yapısı üzerine yaptığı bir ça lışma, proteinlerin aynca şaşırtıcı bir üç boyutlu kamıaşıklık sergilediği ni ortaya koydu. Kendrew'in çalışması, biyologların düşündükleri basit yapılardan uzak, son derece karmaşık ve düzensiz üçboyutlu bir şekli amino asitlerin bükülen, dönen ve dolaşık zincirini- açığa çıkardı. Kendrew 1958'de şu açıklamayı yapmıştı: "Büyük sürpriz şuydu; yapı öylesine düzensizdi ki, birinin içgüdüsel olarak katılacağı türden bir dü zenlilikten tamamen yoksun görünüyordu. Ve protein yapısına dair tüm teoremlerin tahmin ettiğinden daha karmaşıktı. "35 34. F. Sanger ve H. Tuppy, "The Amino Acid Sequence in ıhe Phenylalanyl Cha in oflnsulin, ı and 2"', Biochemical Joumal 49 (1951): 463-80: F. Sanger ve E. O. P. Thompson, "The Amino Acid Sequence in the Glycyl Chain on Insu lin, ı: The ındentifıcation of Lower Pepctdes from Partial Hydrolysates··, Bioc
hemical Joumal 53 (1953): 353-74: H. Judson, Eighth Day of Creation (New York: Siman and Schuster, 1979), s. 213, 229-35, 25S-61, 304, 334-35. 35. J.C. Kendrew, G. Bodo, H. M. Dintzis, B.G. Parrish ve H. Wyckoff, ""A Three Dimensional Model of the Myoglobin Molecule Obtained by X-Ray Analy sis", Nature 181 (1958): 664-66; Judson, Eighth Day, s. 562-63.
74 · TASARIM 1950'lerde, bilim adanılan, proteinlerin başka bir çarpıcı özelliğe daha sahip olduğunu hemen anladılar. Karmaşıklıklannın yanı sıra hem tek boyutlu düzenekler hem de üç boyutlu yapılar olarak özellik sergiliyorlardı. Proteinler amino asitler diye bilinen hayli basit kimya sal yapı taşlanndan oluşsa da, işlevleri -ister enzim, ister sinyal taşıyı cı, isterse de hücredeki yapısal parça olsun- bu yapı taşlannın karma şık ve özel dizilimine dayanır. 36 Francis Crick gibi moleküler biyolog lar, proteinlerin bu özelliğini, dilsel bir metine benzettiler. Nasıl ki İngi lizce bir metnin anlamı (veya işlevi) metindeki harflerin dizilim düze nine bağlıysa, aynı şekilde bir amino asit zincirinin de işlevi onun özel dizilimine bağlıdır. Dahası, her iki durumda da dizilimdeki en ufak bir değişiklik hemen işlevin kaybolmasına yol açar. Biyolojik durumda, amino asitlerin özel dizilimi özel üç boyutlu ya pılan doğurur. Bu yapı veya şekil sonuçta amino asit zincirinin hücre içinde varsa hangi işlevi gerçekleştireceğini (büyük ölçüde) belirler. iş lev gören bir proteinin üç boyutlu şekli, hücredeki diğer moleküllerle "eldiven içindeki el" uyumu gerçekleştirmesini, hücre içinde onun özel kimyasal tepkimeleri katalize etmesini ve özel yapılar oluşturmasını sağlar. Bu özellikten dolayı, bir aletin bir başkasının yerini alması gibi bir protein genelde bir başkasının yerini alamaz. Bir el baltasının hav yanın işini yapması gibi topoisomerase, polmerase enziminin işini ya pamaz. Proteinler, ancak, hücre içindeki diğer özelleşmiş ve karmaşık moleküllerle üç boyutlu uyum özellikleri sayesinde işlevlerini yerine ge tirebilirler. Sonuçta üç boyutlu özellik, proteinleri oluşturan amino asit lerin tek boyutlu zincirinin özelliğinden kaynaklanır. 3.4. DNA'nın Zincir Özelliği Proteinler özel ve karmaşık oluşunun keşfi, önemli bir soruyu gün deme getirdi. Böylesine karmaşık ve özel yaptlar hücre içinde nasıl oluşmuştu? Sanger bulduğu sonuçlan 1950'lerin başlarında açıklayın ca bu sorunun cevaplanması aciliyet kazandı. Açıkçası proteinler "şans 36. B. Alberts, D. Bray, ). Lewis, M. Raff, K. Roberts ve J. D. Watson, Molecu lar Biology of the Cell (New Yorb Garland, 1983), s. 91-141.
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 75
eseri" ortaya çıkamayacak kadar işlevsel özellikte ve karmaşık yapılar dı. Aynca düzensizlikleri göz önüne alındığında, genel bir kimya yasa sının veya düzeninin onlann oluşmasını yönetebileceği pek muhtemel görünmüyordu. Bunun üzerine Nobel ödülü sahibi Jacques Monod, mo leküler biyologlan, bu son derece spesifik yapıların oluşumunu yönete bilecek, hücre içindeki bir bilgi kaynağını aramaya davet etti. Mo nod'un sonradan belirteceği gibi, proteinlerin spesifik dizilimini açıkla mak için "kesinlikle bir koda ihtiyacınız vardı" 37 1953'de, James Watson ve Francis Crick DNA molekülünün yapısı nı aydınlattı. 38 Keşfettikleri yapı, sayesinde zinciıin bilgisinin veya "özelliğinin", DNA'nın şeker-fosfat omurgası boyunca kodlanabildiği bir aracı ortaya çıkanyordu.39 Modelleri, nükleotid bazlann diziliminde ki değişimlerin, proteinleri oluşturan amino asitlerin diziliminde ifadesi ni bulduğunu ortaya koyuyordu. Francis Crick bu görüşü 1955'de ileri sürüp, "zincir hipotezi" diye adlandırdı.4° Crick'in hipotezine göre, DNA molekülündeki nükleotid bazlann özel dizilimi proteinler içinde amino asitlerin özel dizilimini ortaya çıka nyordu. 4 ı Zincir hipotezi, DNA'daki nükleotid bazların bir alfabedeki harfler gibi ya da bir makina şifresindeki karakterler gibi işlev gördüğü nü ileri sürüyordu. Crick'e göre, yazı dilindeki alfabe harfleri nasıl ki di zilimlerine bağlı olarak bir iletişim işlevi görüyorsa, aynı şekilde, DNA'daki nükleotid bazlar da özel dizilimlerine bağlı olarak işlevsel bir proteinin üretilmesini sağlıyordu. Her iki durumda da işlev can alıcı şe kilde dizilime bağlıdır. DNA'daki nükleotid bazlar, bir makina şifresin deki semboller ya da bir kitaptaki alfabetik karakterlerle tıpatıp aynı şe kilde işlev görür. Her iki durumda da karakterlerin dizilimi bir bütün 37. Judson, Eighth Day, s. 611. 38. ). Watson ve F. Cıick, "A Stnıcture for Deoxyıibose Nucleic Acid", Nature 171 (1953):737-38. 39. A.g.e.: J. Watson ve F. Crick, "Genetical Implications of the Structure of De oxyribose Nucleic Acid", Nature 171 (1953): 964-67. 40. Judson, Eighth Day, s. 245-6. 41. A.g.e., s. 335-36.
76 · TASARIM
olarak zincirin işlevini belirler. Dawkins'in belirttiği gibi, "Genlerin ma kina şifresi açıkça bilgisayar şifresine benzemektedir".42 Yahut yazılım yenilikçisi Bili Gates'in deyişiyle "DNA tıpkı bir bilgisayar programına benziyor, ama bizim şimdiye kadar yazdığımız programlardan kat be kat gelişmiş bir programa. "43 Bilgisayar şifresi örneğinde, yalnızca iki sembolün (O ve !) spesifik dizilimi bilgiyi taşımaya yeter. İngilizce bir metin örneğinde, aynı işi alfabenin 26 harfi yapar. DNA örneğinde ise, dört nükleotid bazın -adenin(A), guanin(G), timin(T) ve sitozin(S) karmaşık ve özel dizilimi genetik bilgiyi, spesifik proteinlerin yapımın da ifadesini bulan bilgiyi depolar ve taşır. Böylece zincir hipotezi sade ce karmaşıklığı değil aynı zamanda DNA baz zincirinin işlevsel özelliği ni de ortaya koymuştur. 4.1. Hayatın Kökeni ve Biyolojik Bilginin (ya da belirtili karma şıklığın) Kökeni Mokeküler biyolojideki gelişmeler, bilim adamlannı, gerek DNA gerekse proteinlerdeki özel zincirin -bilgi içeriği ya da belirtili karma şıklık- nasıl ortaya çıktığı sorusunu sormaya teşvik etmiştir. Bu geliş meler, aynca, hayatın kökenine ilişkin tüm katı naturalist teoremler için ciddi sorunlar doğurmuştur. 1920'lerin sonlanndan itibaren, na turalist bilim adamları, ilk hayatın kökenini, "kimyasal evrim"in ta mamen gelişigüzel sürecinin bir sonucu diye açıklıyorlardı. Önde ge len bir kimyasal evrimci teorisyen olan Alexander I. Oparin, The Ori gin ofLife (1938) adlı kitabında, hayatı, ilkel dünyadaki basit kimya sal maddelerden başlayan yavaş bir değişim süreci olarak tasavvur ediyordu. Yeni ve karmaşık yaşam biçimlerini kökenini ve çeşitliliğini önceden var olan daha basit biçimlere dayandıran Darwinizmden farklı olarak, kimyasal evrim hipotezi, ilk hücre yaşamının kökenini açıklamaya çalışır. Ne var ki 1950'lerin sonlanndan itibaren natura list kimyasal evrimci teoriler, canlı bir hücreyi oluşturmak için gereken 42. R. Dawkins, RiveroutofEden (New York, Basic Books, 1995), s. 10. 43. B. Gates, Tlıe Road Ahead (Boulder Col, Blue Penguin, 1996), s. 228.
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE • 77
DNA baz zincirinin karmaşıklığının ve özelliğinin kökenini açıklama yı başaramadılar.44 Bu bölüm, Dembski'nin açıklayıcı filtresinin kate gorilerini kullanarak, ilk canlı hücre için gereken belirtili karmaşıklığın veya bilgi içeriğinin kökenini açıklama amaçlı rakip naturalist yakla şımlan ele alacaktır. 4.2. Şans Alanının ötesinde Yaşamın kökenine dair belki de en yaygın ve popüler görüş, onun şans eseri ortaya çıktığı görüşüdür. Birkaç bilim adamı da kariyerleri sı rasında çeşitli zamanlarda bu görüşü desteklediklerini dile getirmiştir. Söz gelimi, 1954 'de, fizikçi George Wald, çok geniş zaman süresi boyunca fa al olan şansın nedensel yeterliliğini savunmuştu. Şöyle diyordu: "Aslın da zaman romanın kahramanıdır. .. Çok uzun zaman verildiğinde, imkan sız olan mümkün olur, ihtimal dışı olan muhtemel olur ve muhtemel olan da kesin olur. "45 Daha sonralan Francis Crick genetik kodun kökeninin yani çeviri sisteminin- "donmuş bir kaza" olabileceğini söyledi. 46 Diğer teoremler, çoklukla prebiyotik doğal ayıklanmayla birlikte şansı genetik bilginin kaynağının bir açıklaması olarak ileri sürdüler (bkz. Bölüm 4.3) 44. Farklı naturalist modellerin iyi bir özeti ve eleştirisi için bkz. K. Dose, "The Origin of Life: More Quesitons than Answers", Interdisciplinary Science Revi ew 13, no.4 (1998): 348-5; H. P Yockey, Infonnation Tlıeory and Molecular Biology (Cambridge: Cambridge University Press, 1992), s. 259-93; C. Thax ton, W. Bradley ve R. Olsen, The Mystery of Life·s Oıigjn (Dallas: Lewis and Stanley, 1992): C. Thaxton ve W. Bradley, "Infomıation and the Origin of Li fe", The Creation Hypothesis: Scientific Evidence for an Intelligent Design.er, ed. J.P. Moreland (Downers Grove, m.: ınterVarsity Press, 1994), s. 173-210; R. Shapiro, Oıigjns (London: Heinemann, 1986), s. 97-189; S. C. Meyer, "The Explanatory Power of Design: DNA and the Origin of ınformation", Dembski, Mere Creation, s. 119-34. Karşıt bir teorem için bkz. S. Kauffman, The Oıigjns of Order (Oxford: Oxford University Press, 1993), s. 287-341. 45. G. Wald, "The Origin of Life", Scientilic Ameıican 191 (Ağusros 1954): 44-53; Shapiro, Origins, s. 121. 46. F. Crick, "The Origins of the Genetic Code", Journal of Molecular Biology 38 (1968): 367-79: H. Kamminga, Sutdies in tlıe History ofldeas on tlıe Origin of Life (Ph.D. diss., University ofLondon, 1980), s. 303-4.
78 · TASARIM
Bazı bilim adanılan "şansı" bir açıklama olarak hala değerlendirse ler de, yaşamın kökeni araştırmasında uzmanlaşmış çoğu biyolog, şan sın, DNA ve proteinlerdeki bilginin kaynağının bir muhtemel açıklama sı olarak görmeyi artık reddetrnektedir.4 7 Moleküler biyologlar, 1950 ve 1960'larda, proteinlerin ve nükletik asitlerin dizilim özelliğini be nimsemeye başladıklarından beri, işlevsel proteinler ve nükleik asitlerin rastgele oluşması ihtimalini belirlemek için çeşitli hesaplar yapıldı. Mo rowitz, 48 Hoyle ve Wickrarnasinghe, 49 Caims-Srnith, so Prigoginesı ve Yockey52 ihtimalleri hesaplamak için çeşitli metotlar önerdiler. Savın hatırına bu hesaplamalar, son derece elverişli prebiyotik koşullan (ger çekçi olsun ya da olmasın), ilkel dünyada gerçekte var olmuş olandan çok daha uzun zamanı ve bileşen rnonornerler (yani, DNA, RNA ve proteinleri oluşturan parçalar) arasında kuramsal olarak en yüksek tep kime oranlarını varsaydı. Söz konusu hesaplamaların tümü, işlevsel olarak dizilmiş biyornakrornolekülleri rastgele elde etme ihtimalinin, Prigogine'nin deyişiyle "milyarlarca yıl ölçeğinde bile sıfıra yakın" ol duğunu göstermiştir.53 Cairns-Srnith'in 1971 'de yazdığı gibi: "Kör şans çok sınırlıdır. Düşük ölçekli işbirliğinde [kör şans] denk harfler ve küçük sözcükleri oldukça kolaycana üretebilir, ama düzenin 4 7. C. De ouve, Blueprint fora Celi, The Nature and Origin ofLife&Bur/ington, N. c., Neil Patterson Publishers, 1991 ), s. 112: F. Crick, Life Itself (New York: Simon and Schuster, 1981); s. 89-93; H. Quastler, The Emergence ofBiological Organization (New Haven: Yale University Press, 1964), s. 7 48. H.J. Morowiız, Energy Floıv in Bio/ogy (New York, Academic Press, 1968), s. 512. 49. F. Hoyle ve C. Wickramasinghe, Evoludon fi'om Space (London, J.M. Dent, 1981), s. 24-27. 50. A.G. Cairns-Smith, Tlıe Life Puzzle (Edinburgh: Oliver and Boyd, 1971), s. 9196. 51. I. Prigogine, G. Nicolis ve A. Babloyantz, "Thennodynamics ofEvolution", Physics Today, Kasım 1972, s. 23. 52. Yockey, ınformation Theoıy, s. 246-58: H.P. Yockey, "Self Organization, Origin of Life Scenarios and Infonnation Theory", Joumal ofTheoretical Bi o/ogy 91 ( 1981), 13-31: aynca bkz. Shapiro, Origins, s. 1 1 7-31. 53. Prigogine, Nicolis ve Babloyantz, "Thennodynamics", s. 23.
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 79
oranı yükseldiğinde hemen yetersiz kalır. Çok geçmeden, uzun bekle me süreleri ve bol madde kaynaklan gerçekten elverişsiz hale gelir. "54 Uzunluk bakımından yüz tane amino asitten oluşan kısa bir pro tein molekülünü bile oluşturmak için üstesinden gelinmesi gereken olasılıksal engelleri düşünün. (Tipik bir protein yaklaşık üç yüz amino asitten oluşur ve pek çok önemli protein bundan çok daha uzun dur.)55 Birincisi, tüm amino asitler, protein zincirindeki diğer amino asitlerle birleşmek için peptid bağı denilen kimyasal bir bağ kurmak zonındadır lar. öte yandan doğada amino asitler arasında kurulabilecek başka pek çok kimyasal bağ türü de vardır; aslında peptid bağlar ve diğer bağlar ka baca eşit ihtimalle kurulur. Dolayısıyla, uzayan bir amino asit zincirinin herhangi bir yerinde peptid bağının olması ihtimali kabaca 1/2 dir. Dött peptid bağının bulunması ihtimali ise 1/2 x 1/2 x 1/2 x 1/2 = 1/16 ya da (l/2)''dür. Tüm bağların peptid bağ olduğu, yüz amino asitlik bir zin cirin oluşması ihtimali ise (1/2)", yani kabaca lO"'da 1 'dir. ikincisi, doğada her amino asit kendine özgü bir ayna görüntüsüne sahiptir; sol el görüntüsü, L-şekli, sağ el görüntüsü ve D-şekli. Bu ayna görüntüsü yapılarına optik izomerler denir. işlevsel proteinler sadece sol el görüntülü amino asitleri kullanırken, sağ el ve sol el görüntülü izomer ler doğada kabaca eşit sıklıkta bulunur. Bunu hesaba katmak, biyolojik açıdan işlevsel olan bir proteini elde etme ihtimalini iyice düşürür. Yüz amino asit uzunluğundaki varsayımsal bir zincirde sadece L-amino asit 00 lerinin rastgele bulunması ihtimali ]' yani yine yaklaşık -k- 'dir. Tüm bağların peptid bağı ve tüm amino asitlerin L-şeklinde olduğu yüz amino . asit uzunluğundaki bir zinciri rastgele elde etme ihtimali yaklaşık ıi• 'da 1 'dir. Son olarak, işlevsel proteinler hepsinden önemli olan üçüncü bir bağımsız koşula sahiptirler: Amino asitleri belirli, özel bir dizilim dü zeninde birbirine bağlı olmalıdır, tıpkı bir cümlenin anlamlı olabilme si için içindeki harflerin belirli bir dizilim içinde olması gerektiği gibi. ,
54. Caims-Smith, Life Puzzle, s. 95. 55. Alberts et al., Molecular Biology, s. 118.
80 · TASARIM
Bazı durumlarda bir yerdeki tek bir amino asidin değişmesi bile prote inin işlevini kaybetmesine yol açabilir. Dahası, biyolojik olarak mev cut bulunan yirmi amino asit olduğundan herhangi bir yerde spesifik bir amino asidin bulunması ihtimali 1/20, yani küçüktür. (Aslında do ğada proteinlerde yer almayan pek çok amino asit bulunduğundan söz konusu ihtimal daha da düşüktür.) Protein zincirindeki her yerde belli bir amino asit bulunması gerektiği varsayımına dayanarak, yüz amino asit uzunluğunda belli bir protein elde ihtimalinin (1/20)' 00, yani yak laşık !0'"'da 1 olduğunu söyleyebiliriz. öte yandan zincirdeki bazı yer lerde, proteinlerde yer alan yirmi amino asitten birkaç tane bulunabile ceğini biliyoruz. MIT'den biyokimyacı Robert Sauer, çeşitli proteinlerin herhangi bir yerinde kaç tane farklı amino asidin bulunabileceğini he saplamak için "kaset mutagenez" diye bilinen bir tekniği kullanmıştı. Bulduğu sonuçlar, farklılıklar da hesaba katılsa bile, bilinen çeşitli pro teinlerde işlevsel bir amino asit zincirini56 rastlantısal olarak elde etme ihtimalinin yine "sıfıra yakın", yaklaşık !O"'de 1 -astronomik ölçüde küçük bir ihtimal- olduğunu göstermiştir.57 (Galaksimizde 10" tane atom vardır.)58 56. aslında Sauer, kararlı üç boyutlu şekiller alan zincirleri işlevsel diye nite
lendirse de, böyle olmayan pek çok zincir vardır. Bu nedenle sonuçlan ola sılıksal güçlüğü gerçekte yeterince fark edememiştir. 57. J. Reidhaar-Olson ve R. Sauer, "Functionally Acceptable Solutions in Two Alpha-Helical Regions ol Lambda Repressor", Proteins, Stnıcture, Functi on, and Genetics 7 (1990), 306-1 O; J, Bowie ve R. Sauer, "Identifying De tenninants of Folding and Activity for a Protein of Unknown Sequences: Tolerance to Amino Acid Substitution", Proceedings ofthe National Aca demy of Sciences, USA 86 (1989), 2152-56: J, Bowie, ). Reidhaar-Olson, W. Um ve R. Sauer, "Deciphering the Message in Protein Sequences: To lerance to Amino Acid Substitution", Science 24 7 (1990), 1306-1 O: M.Be he, "Experimental for Regarding Functional Classes of Proteins to Be Highly ısolated from Each Other", J, Buell ve G. Heams, ed., Daıwi nisnı, Science or Plıilosophy? (Dallas, Haughton Publishers, 1994), s. 6071; Yockey, Information Theory, s, 246-58. 58. Aynca bkz. D. Axe, N. Foster ve A. Ferst, "Active Bamase Variants with Completely Random Hydrophobic Cores", Proceedings ofthe National Aca denıy of Sciences, USA 93 (1996), 5590.
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 81
Dahası, uygun bağ kurma ve eşsimetri için gerekli faktörler (ilk ikl faktör yukarıda ele alınmıştı) de hesaba katıldığında, hayli kısa boylu ve işlevsel bir proteini rastgele elde etme ihtimali daha da küçülür (lO "' 'de 1) ve evrensel ihtimal sının olan lO'"'de 1 'e yaklaşır. Bu nok tada tüm evrenin "olasılıksal kaynaklan" göz önüne alındığında şansa başvurmak saçmalaşır.59 üstelik nispeten daha uzun proteinler için bu hesaplar yapıldığında sayılar sının aşacaktır. Söz gelimi, 150 amino asit uzunluğundaki bir proteini yukarıda sözü edilen metotla 60 elde etme ihtimali, lO'"'de 1 'dir. Bu sayı, milyarlarca ytl yaşındaki evrenimiz göz önüne alındığında, düşük ihtimal sının için yapılan en mutedil tahmin lerin bile ötesindedir.61 Başka bir deyişle, proteinlerin karmaşıklığı göz 5 9. W. Dembski, The Design Inference: Eliminating Chance through Small Pro babilities (Cambidge: Cambridge University Press, 1998), s. 67-91,175223. Dembski'nin evrensel ihtimal sının gerçekte evrendeki ihtimal kay naklannı değil "belirtme" kaynaklarını yansıtır. Dembski'nin hesabı sınırlı zaman içinde olası belirtmelerin sayısını belirler. öte yandan o, küçük ih
timalli herhangi bir belirtili olayın kökenini açıklamak için eldeki "ihtimal kaynaklan"nı sınırlandırma etkisine sahiptir. Canlı sisbemler tam da küçük ihtimalli belirtili(özelleşmiş) sistemler olduğundan, evrensel ihtimal sının, belirtili biyolojik bilginin kökenini açıklamak için mevcut ihtimal kaynak lannı etkin şekilde sınırlandırır (A.g.e., 1998, s. 175-229).
60. Kaset mutagenez deneyleri genelde yaklaşık yüz aminoasit uzunluğUnda kl proteinler üzerinde yapılmıştır. Ne var ki bu sonuçlardan çıkarsanan
tahminler, daha uzun protein moleküllerinin ihtimal dışılığını haklı olarak öngönnektedir. örneğin, lambda repressor(?) ve arc repressor(?) protein leri hakkında Sauer'in elde ettiği sonuçlar, ortalama olarak, bir yerde işlev
sel dizilimi(daha doğrusu üç boyutlu bükülmeyi) sa/�ayacak amino asit bulunma ihtimalinin 1/4'den az olduğıınu göstermişti .r 1/4 ükendisiyle 150 kez çarpnğımızda (150 amino asit uzunluğUndaki bir protein için) yaklaşık l0"'de ı ihtimalini elde ederiz. Ancak bu uzunluktaki bir protein için hem özel peptid bağ kurmayı hem de homochirality (?)i elde etme ih timali de yaklaşık l0"'de 1 'dir. Hasılı 150 aminoasit uzunluğUndaki bir proteinin işlev gönnesi için gereken tüm koşulların sağlanması ihtimali
I0'"'de ! 'den daha küçüktür. 61. Dembski, Design Inference, s. 67-91, 175-214: cf. E. Borel, Probabi/ities and Life, çev. M. Baudin (New York: Dover, 1962), s. _28.
82 · TASARIM
önüne alındığında, olası tüm amino asit zincirler! arasında yapılacak ge lişigüzel bir aramayla, dünyanın yaşını bir kenara bırakın evrenin baş langıcından bu yana geçen zaman içinde nispeten kısa boylu tek bir iş levsel proteini elde etmek bile son derece ihtimal dışıdır. Aksine, böyle bir aramayla kısa boylu bir işlevsel protein bulma ihtimali gerek kozmo loji gerekse jeolojinin izin verdiğinden çok ama çok uzun bir zamanı ge rektirmektedir. Daha gerçekci hesaplar (proteinlerde yer almayan amino asitlerin muhtemel varlığı, polimer sentezlemek gibi belli işlevleri yerine getir mek için devasa uzunlukta işlevsel proteinlere olan ihtiyaç ve uyum içinde işlev gören çok sayıda protein ihtiyacı gibi faktörleri göz önüne alan), bu son decece düşük ihtimalleri -gerçekte hesaplanabilirliğin öte sine geçmiş- sadece daha da düşürmeye yarar. Muhtemel en basit can lı organizmanın yaşaması için gereken "asgari karmaşılık" üzerine ya pılan son kuramsal ve deneysel çalışmalar, 250-400 genin ve bunlara karşılık gelen proteinlerin alt sınınnı işaret etmektedir. 62 Böyle bir pro tein sistemine karşılık gelen nükleotid zinciri alanı, 4""'""'0'yı aşmakta dır. Bu moleküler karmaşıklık oranına karşılık gelen ihtimal ise yine !0'"'de 1 'i ve dolayısıyla tüm evrenin "olasılıksal kaynaklan"nı aş maktadır. 63 Hasılı asgari hücre işlevini ve yaşamını sürdürmek için ge reken işlevsel biyomoleküllerin tümü göz önüne alındığında, şansa da yalı yaşamın kökeni teoremlerinin niçin iflas ettiği anlaşılabilir. Mo ra'nm l 963'de söyledikleri hala geçerlidir: "İstatiksel hesaplar, ihtimal, karmaşıklık vb. ilkelerin mantıksal so nuçlan, yaşamın kökeninin ve devamının bu tür ilkelerle yönetil mediğini gösteriyor. Bunu kabul etmek, çıkarsanmış sonucu elde 62.
E. Fennisi, "Seeking Life's Bare Genetics Necessities", Science 272 ( ı 996): 1998-99; A. Mushegian ve E. Koonin, "A Minimal Gene Set for Cellular Life Derived by Comparison of Complete Bacterial Genomes", Proceedings of tlıe National Acadeıny ofSciences, USA 93 (1996): 10268-73; C. Bult
"Commplete Genome Sequence ofthe Methanogenic Archaeon, Met Science 2 73 ( 1996): 1058-72. Dcmbski, Desigıı lnference, s. 67-91, 175-223. etia.,
63.
hanococcus Janııaschi",
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 83
etmek için pratikte sonsuz olan bir zaman dilimini kullanmak de mektir. Ne var ki bu mantıkla herşeyi kanıtlayabiliriz."64 Salt şansla işlevsel bir biyomolekülü ya da hücreyi oluşturma ihti mali son derece düşük olsa da, yaşamın kökenini araştıranlar, sırf bu olaylarla ilişkili son derece düşük ihtimaller yüzünden şans hipotezini reddetmeye genelde yanaşmamışlardır. İhtimal dışı olan pek çok şey gündelik hayatla şans eseri gerçekieşmektedir. Herhangi bir iskambil eli ya da zar dizisi oldukça ihtimal dışı bir olayı temsil eder. Yine de göz lemciler bu olaylan genelde haklı olarak şansa yorarlar. Şansın geçersiz liğini haklı çıkaran şey ise, oldukça ihtimal dışı bir olayın gerçekleşme si değil, oldukça ihtimal dışı bir olayın gerçekleşmesinin, bağımsız şekli de verili olan ya da ayırt edilebilir bir modele uymasıdır. Eğer bir! iki za n peşpeşe atıp, 9, 4, 11, 2, 6, 8, 5, 12, 9, 2, 6, 8, 9, 3, 7, 10, 11, 4, 8 ve 4 gibi bir dizi elde ederse, herkes bunun şans esed oluştuğunu düşü nür, her ne kadar, bu uzunluktaki bir diziye karşılık gelen birleşik olası lıklar sayısı ·göz önüne alındığında, bu dizi oldukça ihtimal dışı bir olayı temsil etse de. öte yandan yirmi (ya da iki yüz) tane 7'nin peş peşe gel mesi durumunda, şanstan başka şeylerin işin içinde olduğu şüphesi uyanır. istatikçilerin, bir model ya da "red bölgesi"ni önceden belirten · şans hipotezinin ne zaman geçersiz olduğunu saptamak için uzun süre dir kullandıkları bir metot vardır. 65 Az. önce verdiğimiz zar örneğinde, söz gelimi hileli bir zann kullanıldığını tespit etmek için zikredilen şekil de 7'nin tekrarlanması olayı önceden belirtilebilir. Yukarıda ele alınan Dembski'nin çalışması, bir olayın gözlemlenmesinden zamansal açıdan önce olsun ya da olmasın, herhangi bir koşullu bağımsız modelin varlı ğının, şans hipotezini reddetmeye nasıl yardımcı olabileceğini (küçük ihtimalli bir olayla birlikte) göstermek için bu metodu genelleştirmiştir. 66 Yaşamın kökenini araştıranlar, büyük ölçüde şansa dayanan senar yoları geçersiz kılmayı hakiı göstermek için bu türd_en bir istatiksel akıl 64. P.T. Mora, "Urge and Molecular Biology", Nature 199 (19 63): 212-19. 65. ı. Hacking, The Logic of Statisdca/ Inference (Cambridge: cambridge Uni versity Press, 1965), s. 74-75. 66. Dembski, Design Inference, s. 47-55.
84 · TASARIM
yürütmeyi gizliden gizliye bazen de açıkça kullanmışlardır. Söz gelimi Christian de Duve, şansın niçin yaşamın kökenini açıklayamadığını göstermek için bu mantığı tüm çıplaklığıyla yakın zamanda ortaya koy muştu: "Tek bir sapma, hayli ihtimal dışı bir olay makul bir şekilde gerçekle şebilir. Çok sayıda ihtimal dışı olay -!otoda kazanmak ya da briç elin deki oyun kartlannın güzel dağılımı- her zaman gerçekleşiyor. Ancak ihtimal dışı olaylar dizisi -aynı !otoyu bir daha kazanmak ya da briç te aynı güzel ele tekrar sahip olmak- doğal olarak gerçekleşmiyor. "67 Yaşamın kökenini araştıranlar ve de Duve, hücrenin sadece hayli ih timal dışı bir olandeğil aynca işlevsel açıdan özelleşmiş bir sistemi tem sil ettiğini uzun süreden beri kabul etmektedirler. Bundan dolayı, l 960'lann ortalarında çoğu araştınnacı, şansın, bir hücreyi inşa etmek için gereken özelleşıniş(belirtili) karmaşıklığın ya da bilgi içeriğinin kö keninin akla yatkın bir açıklaması olmadığını benimsemişlerdir. 68 Çokla rı diğer naturalist açıklamalara (aşağıda ele alınacak) eğillın göstenniştir. 4.3. Prebiyotik Doğal Ayıklanma: Çelişik Bir Söylem Kuşkusuz eski kimyasal evrim teoremleri bile nedensel bir mekaniz ma olarak şansa tamamen dayanmıyordu. Söz gelimi ilkin l 920'ler ve l 930'larda yayımlanan A.1. Oparin'in evrimci abiyogenez teoremi şans etkileşimlerine ilave olarak prebiyotik doğal ayıklanmayı savunuyordu. Oparin'in teoremi, basit kimyasal ana maddelerden doğal yolla adım adım kendini düzenleyecek karmaşık bir hücrenin oluşması için bir di zi kimyasal tepkimeleri tasavvur ediyordu. Oparin, kimyasal evrimin ilk adımı olarak, amonyak (NH3), metan (CH4), su (H20), karbondioksit (C02) ve hidrojen (H2) gibi basit gaz ların yeryüzündeki ilkel okyanuslara yağdığını ve yerin özünden çıkan 67. C. de Duve, "'The Beginnings of Life on Earth", American Scientist 83 (1995), 437.
68. H. Quastler, Tlıe Emergence of Biological Organization (New Havem, Comn.: Yale University Press, 1964), s. 7.
EVRENiN KÖKENiNDEN HA)'ATIN KÖKENiNE · 85
metalik bileşiklerle birleştiğini öne sürmüştü. 69 Güneşten gelen moröte si ışımanın yardımıyla gerçekleşen tepklmeler zengin enerjiye sahip hid rokarbonlu bileşikler üretecekti.7° Sonuçta bunlar da amino asitler, şe kerler, fosfatlar ve canlı hücreler için gerekli olan kamıaşık moleküllerin (proteinler gibi) diğer "yapı taşlan"nı oluşturmak için diğer çeşitli bile şiklerle birleşecekti. 71 Bu bileşenler sonunda basit hütredeki ilkel meta bolik sistemler -Oparin'in koaservat dediği sarımlar gibi- halinde kendi lerini şans eseri düzenleyeceklerdi.72 Oparin daha sonra koaservatlar arasında hayatta kalmaya dönük bir tür Darwinci rekabeti öne sürdü. Şans eseri giderek artan karmaşıklıkta moleküller ve metabolik işlemler geliştirenler daha karmaşık ve etkin hale ulaşmak için hayatta kalacak lardı. Bunu yapamayanlar ise yok olacaklardı.73 Böylece Oparin, artan karmaşıklıktaki varlıklan muhafaza etmek, dolayısıyla salt şansa daya lı hipotezlerin sorunlannın üstesinden gelmek için bir mekanizma olarak aynmcı yaşam mücadelesini ya da doğal ayıklanmayı savundu. Ne var ki 1950'lerde moleküler biyolojideki gelişmeler bu teoremin üzerine şüphe düşürdü. Başlangıçta Oparin, hücrelerin, bir kez ortaya çık tıktan sonra ilkel metabolizmayı nasıl geliştirdiğini açıklamak için doğal ayıklanmaya başvurmuştu. Bu yüzden onun senaryosu, herhangi bir hücre metabolizmasının bağlı olacağı biyomakromoleküllerin (proteinler ve DNA gibi) ilk oluşumunu açıklamak için büyük ölçüde şansa bel bağ lamıştı. 1950'lerde bu moleküllerin son derece karmaşıklıklığının ve özel liğinin keşfedilmesi onun savının kabul edilebilirliğini ortadan kaldırdı. Bu nedenle Oparin 1968'de teoreminin yeniden gözden geçirilmiş bir versiyo nunu yayımladı. Buna göre, abiyogenez sürecinin başlannda doğal ayık lanma rol oynuyordu. Yeni teoreme göre, doğal ayıklanma, gelişigüzel 69. A. ı. Oparin, The Origin of Life, çev. S. Morgulis (New York, Macmillan Co., 1938), s. 64-103: S. C. Meyer, Of Clues and causes, A Methodologi ca/ Interpretation ofOrigin ofLifeStudies (Ph.D. diss., cambridge Univer sity, 1991), s. 174-79, 194-98, 211-12. 70. oparin, Origin, s. 107-8. 71. A.g.e., s. 133-35. 72- A.g.e., s. 148-59. 73- A.g.e., s. 195-96.
86 · TASARIM
polimerler oluşurken ve ilk koaservat hücreler içinde değişirken, onların üzerinde etkili olmuştu. 74 Daha karmaşık ve işlevsel moleküller biriktik çe, onlar hayatta kaldı ve daha verimli şekilde üretildi. Böyle olsa bile, başlangıçtaki cansız kimyasal maddeler üzerinde et kili olan doğal ayıklanmaya ilişkin Oparin'in yaklaşımı (yani prebiyo tik doğal ayıklanma) sorunlu halde kaldı. öncelikie o, kendi kendine çoğalmanın önceden var olan bir mekanizmasını öngörüyordu. Halbu ki günümüze kadar gelmiş tüm hücrelerde kendi kendine çoğalma iş levsel ve dolayısıyla zincir-spesifik proteinlere ve nükieik asitlere daya nır. Oparin'in açıklaması gereken nokta, işte tam da bu moleküllerdeki özelliliğin kökeniydi. Christian de Duve'nin de yazdığı gibi, prebiyotik doğal ayıklanma teoremleri, "başlangıçta açıklanan şeyi öngörmek zo runda kaldıklarını ima eden bilgiye gereksinim duyarlar". 75 Oparin, ilk polimerlerdeki monomer zincirlerinin yapısının spesifik olması gerek mediğini savunarak bu sonınu aşmaya çalıştı. Ancak bu sav da, geçer li bir kendi kendine çoğalma (ve dolayısıyla doğal ayıklanma) meka nizmasının gerçekten işleyip işlemediği yönünde şüpheler uyandırdı. Aslında Oparin'in senaryosu, işlevsel açıdan gerekli dizilimden ufak "sapmalar"a ya da hataların sonraki kopyalarda hemen büyüdüğü "ha ta faciası" diye bilinen olguya dayanmıyordu. 76 Böylece biyomakromoleküllerdeki belirtili kanmaşıklığın kökenini açıklama ihtiyacı Oparin için aşılamayan bir sorun çıkarmıştı. Bir yandan, eğer senaryosunun sonlarındaki doğal ayıklanmaya başvur duğunda, hayli karmaşık ve özelleşmiş biyomoleküllerin (kendi ken dini çoğaltan bir sistem için gereken) kökenini salt şansa atfediyordu. Ne var ki matematikçi Von Neumann'ın 77 da belirttiği gibi, kendi 74. A.I. Oparin, Genesis and Evolutionary Development of Ufe (New York:
Academic Press, 1968), s. 146-4 7. 75. De Duve, Blueprint, s. 187. 76. G. Joyce ve L. Orgel, "Prospects for Understanding the Origin of the RNA World", R.F. Gesteland ve J.F. Atkins, ed., RNA Wor/s (Colds Spring Har bor, N.Y., Colds Spring Harbor Laboratoıy Press, 1993), s. 8-13. 77. J. Von Neumann, Theoıy of Se/f-Reproducing Automata, ed ve tamamla yan A. Berks (Urbana, III., Unıversity of!llınois Press, 1966).
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 87
kendini kopyalayabilen herhangi bir sistemin, tüm hücrelerde bulu nan bilgi depolama, kopyalama ve işletim sistemlerine işlevsel açıdan karşılık gelen alt sistemleri içermesi gerekmektedir. Onun ve Wig ner, 78 Landsberg 79 ve Morowitz'ins 0 benzer hesaplamaları, molekül lerin rastgele değişimlerinin her halükarda ilkel bir kopyalama siste mi için bile gereken asgari karmaşıklığı üretemediğini ortaya koy muştur. Diğer yandan, Oparin, eğer kimyasal evrim sürecinin başında, biyo makromoleküllerde işlevsel özelliğin ortaya çıkmasından önce doğal ayıklanmaya başvurursa, bu kez de, kendini kopyalama ve dolayısıyla doğal ayıklanmanın nasıl işlemiş olabileceğinin bir açıklamasını suna- · mıyordu. Doğal ayıklanma bir kendini kopyalama sistemini önceden varsayıyordu, ama kendini kopyalama işlevsel nükleik asitler ve prote inleri (ya da onların özellik ve karmaşıklıklanna yaklaşan molekülleri) -Oparin'in açıklaması gereken- gerekli kılıyordu. Bu nedenle, evrimci biyolog Dobzhansky "prebiyotik doğal ayıklanma söylem açısından bir çelişkidir" derken haklıydı. 81 Esasında bu açmazın sonucunda, çoğu araştırmacı, ya şansa dayalı ve makul olmayan hipotezlerden ayırt edi lemediği ya da meseleyi çözülmüş farzettiği için prebiyotik doğal ayık lanma savını reddetti. s2 78. E. Wigner, "The Probability of the Existence ofa Self-Reproducing Umt,
The Logic ofPersonal Knowledge: Essays Presented to Miclıael Polanyi on
His Sewentieth Birthday (Landon, Roultledge and Faul, 1961), s. 231-35. 79. P.T. Landsberg, "Does Quantum Mechanics Exclude Life?", Nature 302
81964),928-30. 80. H.J. Morovitz, "The Minumum Size ofthe Cell", M. O'Connor ve G. Wols tenholme, ed. Principles ofBiomo!ecular Organization {London: Churchill, 1966), s. 446-59; Morovitz, Energy, s. 10-1 ı. 81-. T. Dobzhansky, G. Schramm·m makalesinin incelemesi, S. W. Fox, ed. The Origin of Prebiological Systems and of Their Molecular Matrices (New
York, Academic Press, 1965), s. 31 O; ayrıca bkz. H.H. Pattee, "The Prob lem of Biological Hierarchy", C.H. Waddington, ed. Toward a Theoretical Biology, cilt. 3 (Edinburgh, Edinburgh University Press, 1970), s. 123. 82. P.T. Mora, "The Folly of Probability", Fox, Origins s. 311-12; L.W. Berta lanffy, Robots, Men and Minds (New York, George Baziller, 1967), s. 82.
88 · TASARIM
öte yandan Richard Dawkins 8 3 ve Bernd-Olaf Küpper,84 biyolo jik bilginin kökeninin bir açıklaması olarak prebiyotik doğal ayıklan mayı yakın zamanlarda diriltmeye çalıştılar. Her ikisi de salt şansa yö nelmenin apaçık abesliğini kabul etmekte ve Küppers'in "Darwinci azami kullanım ilkesi" diye adlandırdığı ilkeye başvurmaktadır. Her ikisi de prebiyotik doğal ayıklanmanın yeterliliğini göstermek için bil gisayarları kullanmaktadır. Her ikisi de istenilen işlevsel polimeri tem sil eden bir hedef zincir seçiyorlar. Rastgele oluşturulmuş zincirler kü mesi yaratıldıktan ve onlar arasında yine rasgele değilimler meydana getirildikten sonra, bilgisayarlar, hedef zincire e n yakın olan zincirleri seçmektedir. Daha sonra bilgisayarlar o zincirlerin üretimini çoğaltır ken, diğerlerini (seçici çoğalmayı taklit etmek için) ortadan kaldı rmakta ve işlemi tekrarlamaktadır. Küppers'in belirttiği gibi, "anlamlı ya da referans zincirle bir parça daha fazla uyuşan her mutant zinci rin ...daha hızlı çoğalmasına izin verilecektir. "85 Bu durumda, 35 nesil sonra, bilgisayan hedef zincir olan "DOGAL AYIKLANMA"yı yazma yı başarmaktadır. Yüzeysel olarak etkileyici sonuçlara rağmen.bu "simülasyonlar" açık bir kusuru gizlemektedir: Doğadaki moleküllerin "zihninde" hedef bir zincir bulunmaz. Ne de onlar, işlevsel açıdan faydalı bir yapı içinde bir leşene değin herhangi bir seçici avantajı hücreye kazandınrlar ve dola yısıyla seçici şekilde çoğalırlar. Nitekim doğadaki hiçbir şey, bilgisaya rın, oynadığı role karşılık gelmez. "NORMAL SEÇİM" zinciri "BAYAN HATA"'dan ziyade "DOGAL AYIKLANMA" zincirine uyabilir, ama bu ikisinden hiçbiri iletişim bağlamında diğerinin üstünde bir avantaj sağ lamaz, eğer "DOGAL AYIKLANMA" hakkında bir bilgi iletmeye çalışı yorsak. Bu durumda her ikisi de eşit ölçüde işe yaramazdır. Aynı şekil de, işlevsel olmayan bir polipeptid varsayımsal bir ilk hücreye seçici bir 83. R. Dawkins, The Blind Watchmaker (Landon: Longman, 1986), s. 47-49. 84. B. Küppers, "The Pctor Probability ofthe Existence ofLife", L. Krüger, G. Gigerenzer ve M.S. Morgan, ed., The Probabilisdc Revoludon (Cambctdge: MiT Press. 1987). s. 355-69. 85- A.g.e., s. 366.
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 89
avantaj kazandırmaz, onun zinciri, oluşmamış bir hedef proteine diğer bazı işlevsel olmayan polipeptidlerden "bir parça daha iyi uysa" bile. Ve aslında hem Küppers'in86 hem de Dawkins'in87 yayımlanmış si mülasyonlarının sonuçlan, değişik evrelerin ilk nesillerinin anlamsız sözlerle dolu olduğunu göstermiştir. 88 Dawkins'in simülasyonunda, ı ı. tekrara kadar tek bir işlevsel lngilizce sözcük ortaya çıkmamaktadır (gerçel ama hatalı sözcüklerle başlayan, evvelce bahsettiğimiz daha ge nel örnekten farklı olarak). Öte yandan işlevi olmayan zincirler arasın da işlev temelinde ayrımlar yapmak son derece olanaksız görünmekte dir. Böyle bir belirleme, olası bir ileriki işleve yakınlaşma fikri söz ko nusu olduğunda ancak yapılabilir, ancak bu da doğal ayıklanmanın sa hip olmadığı bir öngörüyü gerektirir. Ne var ki insan tarafından prog ramlanmış bir bilgisayar bu işlevleri yerine getirebilir. Moleküllerin de bunu yapabileceğini ima etmek yanlış şekilde doğayı kişileştirmek de mektir. Dolayısıyla bu bilgisayar simülasyonları herhangi bir şeyi gös teriyorsa o şey de, bazı tercihleri diğerlerinden ayıklamak -yani bilgi yaratmak- için zeki faile duyulan ihtiyaçtır. 4.4. Kendi Kendini Düzenlemeye Dayalı Senaryolar Prebiyotik doğal ayıklanmaya dayalı olanları da dahil olmak üzere şansa dayalı teoremlerin sorunları yüzünden, yaşamın kökenini araştıran bilim adamlarının çoğu, 1960'lann ortalarından itibaren biyolojik bilginin kökenini tümüyle farklı bir yolla açıklamaya çalıştılar. Araştırmacılar, DNA ve proteinlerdeki belirtili karmaşıklığın ya da bil!,� içeriğinin kökeni ni açıklayabilecek, kimyasal çekimin "sözde" kendi kendini düzenleyen yasalarını veya ilkelerini aramaya başladılar. Bu teoremlerde şans yerine zorunluluğa yöneldiler. Aslında eğer ne şans ne de şansın üzerinde etkili olan prebiyotik doğal ayıklanma büyük miktardaki özelleşmiş biyolojik bilginin kökenini açıklamaya yetmiyorsa, o zaman, yaşamın kökenine 86. A.g.e. 87. Dawkins, Watchmaker, s. 47-49. 88. P. Nelson, ""Anatomy of the Stili-Bom Analogy"', Oıjgins and Design 17, no.3 (1996):12.
90 · TASARIM ilişkin naturalist bir açıklama bulmaya çalışan bilim adanılan fizik ya da kimya ilkelerine bel bağlamak zorundaydı. Sınırlı sayıda açıklama seçe neği (şans ve/veya zorunlukluk ya da tasarım) olduğundan, şansın ye tersizliği, çoğu bilim adamına göre geriye tek bir seçenek bırakmıştı. Christian de Duve bunun mantığını söyle izah ediyor: "ihtimal dışı olaylar zinciri -aynı !oto sayısını iki kez tutturınak ya da bir sırada aynı briç elini iki kez açmak gibi- doğal olarak gerçek leşmez. Tüm bunlar, yaşamın şartlar elverişli olduğunda maddenin zorunlu bir tezahürü olduğu kanaatine beni ulaştırdı. "89 1960'larda yaşamın kökeniyle ilgilenen bilim adamları, de Du ve'nin anlattığı kendi kendini düzenleme yaklaşımını düşünmeye baş ladılar. O zamanlar çeşitli araştırmacılar, belirleyici kuwetlerirı (yani "zorunluluk"un) yaşamın kökenini yalnızca muhtemel değil ayrıca ka çınılmaz kıldığını ileri sürmüşlerdi. Bazıları, basit kimyasal maddelerin, proteinler, DNA ve RNA'yı oluşturan parçaları onların şimdiki spesifik yapılarına dönüştürecek şekilde düzenlemeye yetkin "kendi kendini düzenleme" ilkelerine sahip olduğunu öne sürmüşlerdi.90 Söz gelimi Steinman ve Cole, belli amino asitler arasındaki kimyasal çekimin fark lı bağ kurma eğilimlerinin ya da kuvvetlerinin proteinlerin zincir özelli ğinin kökenini açıklayabileceğini savunuyorlardı.9ı Nasıl ki, elektrosta tik kuvvetler sodyum (Na+) ve klor (Cl-) iyonlannı bir araya getirip, kristal bir tuzun (NaCl) içinde son derece düzenli yapılar oluşturuyorsa, birbirlerine karşı özel eğilimleri olan amino asitler de kendilerini düzen leyip proteinleri oluşturabilirlerdi. Kenyon ve Steinman bu görüşü, 89. De Duve, "Beginnings", s. 437. 90. Morowiız, Eııergy, s. 5-12. 91. G. Steinman ve M.N. Cole, "Synthesis of Biologically Pertinent Peptides
under Possible Primordial Conditions". Proceedings of the National Aca
demy ofScieııces, USA 58 (1967): 735-41: g, Steinman, "Sequence Ge
neration in Prebiological. Peptide synthesis", Archives ofBiochemistıy and
Biophysics 121 (1967): 533-39: R,A. Kok, J.A. Taylor ve W.1.Bradley, "A
Statistical Examination of Self-Ordering Amino Acids in Proteins", ofLife and Evolutioıı o[the Biosphere 18 (1988): 135-42.
Origins
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 91
1969'da, Biochemical Predestination adlı bir kitapta geliştirdiler. Yaşa mın, onu oluşturan kimyasal parçalar, bilhassa proteinlerdeki amino asitler arasında var olan çekimin özellikieri tarafından "biyokimyasal olarak önceden belirlenmiş olabileceğini" savundular. 9 2 l 977'de Prigogine ve Nicolis canlı organizmalann termodinamik özelliğine dayalı başka bir kendi kendini düzenleme teoremini ortaya attılar. Self-Organization in Nonequilibrium Systems adlı kitaplannda, Prigogine ve Nicolis, canlı organizmalan, çevreye büyük miktarlarda enerji ve madde "yayma" kapasitesine sahip dengede olmayan, açık sistemler diye sınıflandırdılar. 93 Dengeden uzak olan açık sistemlerin sık sık kendi kendini düzenleme eğilimleri sergilediğini öne sürdüler. örneğin, yerçekimi enerjisi suyu çeken lavaboda hayli düzenli gir daplar oluşturur. Bir ısı havzasından akan ısı enerjisi değişik konvek siyon akımlan ya da "spiral dalgalanma" üretir. Prigogine ve Nicolis, canlı sistemlerde gözlemlenen düzenli yapılann da aynı şekilde bir enerji kaynağının yardımıyla "kendi kendine ortaya çıkmış" olabile ceğini ileri sürdüler. Hasılı, basit yapı taşlarının normal denge koşul larında hayli düzenli yapılar halinde kendilerini düzenleyebilmeleri nin ihtimal dışı olduğunu benimsediler. Ancak, harici bir enerji kay nağının bulunduğu, dengeden uzak koşullarda, biyokimyasal yapı taşlarının kendilerini hayli düzenli yapılar içinde düzenleyebilecekle rini öne sürdüler. Daha yakın zamanda Kauffman9 4 ve Duve95 özelleşmiş genetik bil ginin kökenini açıklamak için daha az ayrıntı içeren kendi kendini dü zenleme teoremlerini ortaya attılar. Kauffınan "otokatalitik özellikler" di ye adlandırdığı özelliklerin, zengin "kimyasal bir çorba" içindeki basit mo leküllerin çok özel bir gnıplaşmasından doğmuş olabileceğini öne sürdü. 92. D. Kenyon ve G. Steinman, Biochemical Predesıination (New York:
McGraw-Hill, 1969), s. 199-211, 263-66.
93. I.Prigogine ve G. Nicolis, Self-Organization in Norıequilibrium Systems
(New York: John Wiley, 1977), s. 339-53, 429-47. 94. Kauffman, Origins, s. 285-341. 95. De Duve, "Beginnings", s. 428-37: C. De Duve, Vita/ Dust, Life asa Cos mic Imperative (New York: Basic Bookds, 1995).
92 · TASARIM
De Duve, ilkin genetik bilgiyle ortaya çıkıp sonra basit metabolik etkinli ğin bir yan ürünü olarak beliren ilk-metabolizmayı tasawur etti. Mole küler karmaşıklığın ortaya çıkışını daha makul kılmak için "kozmik zo runluluk" diye adlandırdığı kanıt gerektirmeyen bir ilkeye başvurdu. 4.5. Düzen Versus Bilgi Günümüzde yaşamın kökenini araştıran pek çok bilim adamına gö re, kendi kendini düzenleme modelleri artık özelleşmiş biyolojik bilginin kökenini açıklamakta en ikna edici yakiaşımı sunmaktadır. Yine de
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 93
eleştiride bulunanlar, söz konusu modellerin kabul edilebilirliğini ve uygunluğunu tartışmaya açmaktadır. ironik bir şekilde, kendi kendini düzenleme yaklaşımının önde gelen eski savunuculanndan biri olan Dean Kenyon, bu teoremleri hem ampirik bulgularla uyuşmadıkian hem de kuramsal açıdan tutarsız olduklan için reddetmiştir.96 öncelikle, amprik çalışmalar çeşitli amine asitler arasında bazı fark lı eğilimlerin bulunduğunu (yani, belli amino asitlerin diğerlerinden çok daha çabuk bağ kurabildiğini) göstermiştir. 97 Ne var ki bu farklılıkiar bilinen proteinlerln büyük sınıflannın içindeki gerçek dizilimle ilintili de ğildir.98 Kısaca, farklı kimyasal eğilimler doğal yolla oluşan proteinler de var olan amino asit zincirlerinin çokluğunu ve herhangi bir protein deki amine asitlerin zincir düzenini açıkiamamaktadır. DNA örneğinde, bu nokta daha da çarpıcı şekilde gözlemlenir. Eli mizdeki resim DNA'nın yapısının çeşitli kimyasal bağlara dayalı oldu ğunu göstermektedir. örneğin şeker ve fosfat molekülleri arasındaki bağlar DNA molekülünün sarmal şeklindeki iki omurgasını oluşturur. Tekil nükleotid bazlan, molekülün her bir yanında şeker-fosfat omur gasına bağlayan bağlar vardır. Aynca molekülde yatay şekilde uzanan, nükleotid bazlar arasındaki hidrojen bağian eşlenik çiftleri oluşturur. Bu bağiar, DNA mesaj metninin iki eşlenik kopyasını bir arada tutar, gene tik komutlann kopyalanmasını mümkün kılar. öte yandan en önemli nokta, sarmalın merkezindeki dikey düzlemde bazlar arasında kimya sal bağın olmamasıdır. Ne var ki DNA'daki genetik bilgi tam da bu ek sen boyunca depolanır. 99 96. D. Kenyon, C. Thaxton, W. Bradley ve R. Olsen'e önsöz, The Mysteıy of Life's Origin (Dallas: Lewis and Stanley, 1992), s. v-vüi: D. Kenyon ve G. Milis, "The RNA World: A Critique", Origins and Design 17, no.ı (1996): 12-16; D. Kenyon ve P.W. Davis, Of Pandas and People, The Central Qu estion ofBio/ogica/ Origins (Dallas: Haughton, 1993): S.C. Meyer, "A sco pes Trial for the '90's', The Wall Street Joumal, Aralık 6, 1993, s. Al 4: Kok, Taylar ve Bradley, "Examination", s. 135-42. 97. Steinman ve Cole, "Synthesis", s. 735-41; Steinman, "Seq uence Generati on", s. 533-39. 98. Kok, Taylar ve Bradley, "Examination", s. 135-42. 99. Alberts et al., Molecular Bio/ogy, s. 105.
94 · TASARIM
Dahası, nasıl ki manyetik harfler her surette tekrar tekrar birleşip, metal yüzeyinde çeşitli dizilimler oluşturabiliyorsa, A, T, G ve S'den oluşan dört bazın her biri de ONA omurgasındaki herhangi bir yere eşit kolaylıkla bağlanıp, tüm zincirleri eşit ölçüde muhtemel (ya da ihtimal dışı) kılabilir. Aslında dört bazdan herhangi biri ile şeker-fosfat omur gası üzerinde uzanan bağlanma yerleri arasında önemli oranda farklı eğilimler söz konusu değildir. Hangi baz bağlanırsa bağlansın, omur gayla baz arasında aynı türde bağ ("n-glikosidik") kurulur. Dört bazın her biri kabul edilebilir, hiçbirine öncelik tanınmaz. Küppers'in belirtti ği gibi, "Nükleik asitlerin özellikleri, bir DNA'nın olası tüm nükleotid di zilimlerinin kimyasal bakış açısına göre birbirine eşit olduğunu gös tennektedir" _ ı oo Bu yüzden "kendi kendini düzenleyen" bağlanma farklılıkları DNA'daki nükleotid bazlann dizilimsel açıdan spesifik düze nini aç,klayamaz, çünkü: ( 1) molekülün mesaj taşıyan ekseni boyun ca, bazlar arasında hiçbir bağ yoktur ve (2) omurga ile spesifik bazlar arasında, dizilinıdeki değişimleri açıklayabilecek farklı eğilimler söz ko nusu değildir. Aynı şey RNA molekülü için de geçerli olduğundan, ya şamın "RNA dünyası"nda başladığı teoremi de dizilim sorununuıoı -iş levsel RNA moleküllerindeki spesifik dizilimin ilk başta nasıl ortaya çık mış olabileceğini açıklama sorununu- çözememektedir. 100. 101.
Küppers, "Prior Probability ... s. 364. "RNA dünyası" senaryosunun biyomakromoleküllerin zincir özelliğinin kökenini açıklamakta kullanılmadığını not edelim. Daha ziyade bu, hüc resel bilgi işletim sistemindeki proteinlerle amino asitlerin birbirlerine kar şılıklı olarak bağlı olmalannın kökenini açıklamak için öne sürülmüştü. Tüm hücrelerde proteinlerin sentezi DNA'dan gelen talimatlarla gerçekle şir, ama DNA üzerindeki bilgi çok sayıda spesifik protein ve protein komp leksi olmadan işletilemez. Bu "yumurta-tavuk" açmazını doğurmaktadır. RNA'nın (bir nükleik asit) sınırlı oranda katalitik özelliklere sahip olduğu nun (modern p roteinler gibi) keşfi, bu aç mazı aşmak için bir yol önermiş tir. "ilkin RNA gelir" görüşünün savunucuları, RNA'nın hem modern pro teinlerin enzim işlevini hem de modern DNA'nın bilgi depolama işlevini yerine getirdiği ilkel bir yeryüzü ortamını ileri sürerek, proteinler ve DNA'nın işlevsel açıdan birbirlerine karşılıklı bağımlılığım ilk canlı hücre
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 95
Canlı sistemleri oluşturan maddelerde bulunan, kendi kendini dü zenleme özelliklerinin sonucunda yaşamın doğduğunu söyleyenler için, moleküler biyolojinin bu temel gerçeklerinin kesin anlamlan vardır. Ge netik bilginin kökenini açıklamak için kendi kendini düzenleme özellik lerinin aranacağı en bariz yer, söz konusu bilgiyi taşıyan molekülleri oluşturan parçalann içidir. Ancak biyokimya ve moleküler biyoloji, DNA, RNA ve proteinleri oluşturan parçalar arasındaki çekim kuvvetle rinin, bu büyük bilgi taşıyıcı biyomoleküllerin dizilim özelliğini açıkla madığını ortaya çıkarmaktadır. Az evvel bahsettiğimiz nedenlerin yanı sıra, doğada var olan ve la boratuvarda sentezlenebilen değişik polipeptidler ve gen zincirlerinin çokluğundan ötürü de bunu söyleyebiliriz. Nükleik asitleri ve proteinle ri oluşturan monomerlerin özellikleri bırakın bildiğimiz yaşamı tek bir geni bile kesinleştirnıez. Öte yandan eğer biyolojik bilginin kökenini açıklamakta kendi kendini düzenleme senaryolan kuramsal bir anlam için gereksiz kılan bir senaryo tasarladılar. Bunu yaparken, kimyasal ev rimci bir bakış açısından yaşamın kökenini daha sistemli bir mesele hali ne getirmeye çalıştılar. öte yandan son yıllarda RNA dünyasıyla ilgili pek çok sorun gündeme geldi (Shapiro, Origins, s. 71-95; Kenyon, "RNA World", s. 9-16). Bu sorunlardan bitini belirtmek gerekirse, RNA, DNA üzerindeki genetik bilginin ifade edilmesini hızlandırmaya yarayan spesi fik katalitik özellikledn çok azına sahiptir. Her halükarda, RNA dünyası ayn bir soruna işaret ederek, zincir özelliğini ya da bilgi sorununu çözme miş sadece çözdüğünü varsaymıştır. "RNA dünyası" senaryolarından bir kopuşu haber veren, yakın zamanda yazılmış bir makale bunu apaçık or taya koymaktadır. Bilim yazan John Horgan, önceden bilinmeyen bazı katalitik özelliklere sahip RNA moleküllednin başanlı sentezini gerçekleş tiren, RNA araştırmacısı Jack Szostak hakkında bilgiler verdikten sonra şu kanıya vanyor: "Szostak'm çalışması önemli bir soruyu cevapsız bırakı yor: Kendi kendini katalize etsin ya da etmesin RNA ilk b�ta nasıl orta ya çıktı?" Q. Horgan, "The World according to RNA", Scientiflc American, Ocak 1996, s. 27; R. Shapiro, "Prebiotic Ribose Syiıthesis, A Critical Analysis", Origins of Life and Evolution ofthe Biosphere 18 [1988], 7195; A. zaug ve T. Cech, "The Intervening Sequence RNA of Tetrahyme na Enzyme", Science 231 [! 986], 4 70-75; T. Cech, "FUbozyme Self-Rep lication?", Nature339 [1989] 507-8; Kenyon, "RNA World", s. 9-16).
96 · TASARIM
ifade edecekse tam tersi görüşü savunmaları gerekir. Aslında fazla özel leşmeden sık sık bunu yapmaktadırlar. De Duve'nin belirttiği gibi, "Pre biyotik yeryüzünde mevcut koşullar altında yaşamı ortaya çıkannış sü reçler 'son derece belirleyici' idi, bildiğimiz yaşamı 'kaçınılmaz' kılmış tı" _102 Ne var ki en elverişli prebiyotik koşullan -dört DNA nükleotidi nin tümü ve gerekli tüm şekerler ve fosfatlann bulunduğu bir havuzu ve hayal etsek dahi herhangi bir genetik zincir oluşabilir miydi? Tüm gerekli monomerler bulunduğunda, spesifik bir genetik kodu, kopyala ma sistemini ya da mesaj taşıma devresini bir kenara bırakın tek bir iş levsel protein veya gen ortaya çıkabilir miydi? Açıkçası hayır. Yaşamın kökeni söylemine göre monomerler "yapı taşlan"dır. Ve yapı taşları sayısız yolla tekrar tekrar düzenlenebilir. Yapı taşlarının özellikleri yapının yapısı içindeki düzenierini belirlemez. Aynı şekllde biyolojik yapı taşlarının özellikleri de işlevsel polimerlerin düzenini be lirlemez. Bunun yerine, monomerlerin kimyasal özellikleri baskın ço ğunluğunun hiçbir surette biyolojik işleve sahip olmadığı, olası pek çok düzene izin verir. "Yapı taşlan"nın özellikleri verildiğinde, işlevsel genler ve proteinler kaçınılmaz olmazlar, tıpkı Versailles sarayının ya pısını oluşturan tuğlalar ve taşların özellikleri vetildiğinde söz konusu sarayın kaçınılmaz olmayacağı gibi. Ne tuğlalar, ne taşlar, ne bir me tindeki harfler, ne de nükleotid bazlar nasıl düzenlendiklerini "umur samazlar". Her halükarda yapı taşlarının özellikleri, onların alabile cekleri çok sayıda spesifik düzene ya da dizilime büyük çapta kayıtsız kalır. Aynı şekilde, nükleotid bazlar ve amino asitlerin özellikleri de, kendi kendini düzenleme yanlılannın söyledikleri gibi herhangi bir spesifik zinciri "kaçınılmaz" kılmaz. Bilgi teoremi bunun sağlam bir nedeninin olduğunu ortaya koy maktadır. Eğer DNA'daki parçalar arasındaki kimyasal eğilimler bazla rın düzenini belirlemiş olsaydı, söz konusu eğilimler DNA'nın bilgi taşı ma kapasitesini çarpıcı şekilde ortadan kaldırırdı. örneğin, bir DNA mo lekülündeki tekil nükleotid "bazlar"ın (A, T, G, S) kimyasal zorunluluk sonucu birbirleriyle etkileşime geçtiklerini düşünelim, bu durumda ne 102. De Duve, "Beginnings", s. 437.
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 97
olurdu? Her seferinde büyüyen genetik zincirdeki adenin (A), timini (T) kendine çekerdi.1°3 Sitozinin (S) her belirişinde guanin (G) onu izlerdi. Sonuçta, DNA, A'lan izleyen T'ler, S'leri izleyen G'lerin yer aldığı tek rarlı dizilimlerle dolardı. Bu durumda DNA, gerçekte sınırsız yeniliğe ve tahmin edilemez ve periyodik olmayan dizilime sahip olan bir molekül olmaktan uzakiaşıp, tekrar ya da fazlalıkia dolu dizilimleri -kristallerde ki dizilimler gibi- içeren bir molekül olurdu. Bir kristalde karşılıklı kim yasal çekim kuwetleri onu oluşturan parçaların dizilim düzenini büyük ölçüde belirler. Sonuçta kristallerdeki dizilimler son derece düzenli ve tekrarlı olup, karmaşıklığa ve bilgiye yer vermez. Söz gelimi, bir tuz kıistalinde "Cl"nin izlediği "Na" görüldüğünde olası dizilimin içeriği gö rülmüş demektir. Oysa DNA'da, bir nükieotidin bir başkasını takip ede bileceği bir yerde çok çeşitli yeni dizilimler olasıdır, bu da çok çeşitli amino asit zincirlerini ortaya çıkarır. Kimyasal zorunluluk kuwetleri karmaşıklık ve dolayısıyla yeni bil gi taşıma kapasitesi değil de fazlalık ya da monoton bir düzen üretir. Kimyacı Michael Polanyi bunu şöyle izah etmekte: "Bir DNA molekülünün gerçek yapısının bazlalinın bağlarından dola yı bazların başka türlü dağılımındaki bağların sağlayacağından daha güçlü olduğunu farzedelim. O zaman böyle bir DNA hiçbir bilgi içeri ğine sahip olmayacaktı. Koda benzeyen yapısı baskın bir fazlalıkla bo zulacaktı... Bir DNA'nın düzeninin kökeni ne olursa olsun, söz konu su düzen potansiyel enerji kuwetlerinden kaynaklanmadığı sürece DNA kod olarak işlev görebilir. O, yaztlı bir sayfadaki sözcüklectn sı ralanışı kadar fiziksel açıdan belirsiz olmalıdır [vurgu bana ait]."104 103.
104.
Bu gerçekte DNA molekülünün mesaj taşıyan ekseni boyunca eşlenik baz çifileşmesi içinde adenin ve timinin kimyasal olarak etkileşime geçtiği yer de vuku bulur. Son zamanlarda yapılan deneyler, polimerleşme, DNA po limeraz gibi bir polimerleşme enzimi taralindan hızlandınlsa bile, deoksiri bonükleosid s· ttifosfatlann (gerekli şeker ve fosfat molekülleriyle birleşen nükleotid bazlar) çözeltide tekrarlı zincirler oluşturduğunu göstermiştir (N. Ogata ve T. Miura, "Genetic Infonnation 'Created' by Archaebacterial DNA Polymerase", Biochemistry Joumal 324 [19979: 567-71 ). M. Polanyi, "Life's Irreducible Structure", Science 160 (1968): 1308-12, özl.1309.
98 · TASARIM
Başka bir deyişle, eğer kimyacılar DNA'daki nükleotidler arasındaki bağlanma eğilimlerinin nükleotid dizilimini belirlediğini bulgulamış ol salardı, DNA'nın bilgi taşıma özellikleri konusunda yanıldıklannı da göstermiş olurlardı. Daha açık bir şekilde ifade edersek, bir zincirdeki parçalar arasındaki çekim kuvvetleri zincirin düzenini ne ölçüde belir lerse, sistemin bilgi taşıma kapasitesi o ölçüde ortadan kalkar (fazlalık yüzünden).'05 Dretske'nin açıkladığı gibi: "P (si) [bir olay ya da durumun ihtimali] 1 'e yaklaşırken, si'nin olu şumuyla ilgili bilginin miktarı da O'a yaklaşır. Sınır durumunda, bir olay ya da durumun ihtimali 1 [p(si) = 1 J olduğunda, si'nin oluşumuyla ilgi li ya da onun ortaya çıkardığı bilginin miktarı O olur. Başka bir deyişle, olası alternatifleri olmayan olayların oluşumu hiçbir bilgi üretmez."ı06" Bağ kurma eğilimleri var oldukları ölçüde bilginin en üst düzeye çık masına engel olurlar,ı 07 çünkü büyük olasılıkla spesifik koşullan izle yecek spesifik sonuçlan belirlerler. Bilgi taşıma kapasitesi, tam da bu nun tersi durum elde edildiğinde, yani ön koşullar pek çok ihtimal dışı sonuca izin verdiğinde en üst düzeye çıkar. Kuşkusuz DNA 'daki baz zincirleri, sadece bilgi taşıma kapasitesine ya da sentaktik bilgiye veya klasik Shannon bilgi teoreminin öngördüğü bilgiye sahip olmakla kalmaz. Bu zincirler işlevsel olarak özelleşmiş bil giyi ya da belirtili karmaşıklığı taşırlar -yani onlar, hem özelleşmiş hem de karmaşıktırlar-. öte yandan bir zincir en azından karmaşık değilse hem özelleşmiş hem de karmaşık olamaz. Bundan dolayı, fazladan dü zen üretip karmaşıklığa engel olan, kendi kendini düzenleyici kimyasal 105.
Bir dizilimdeki herhangi bir sembolün bilgi taşıma kapasitesi onun oluşu mu ihtimaliyle ters orantılıdır. Bir bütün olarak dizilimin bilgi kapasitesi dizilinıdeki her bir öğenin tekil ihtimallerinin çarpımıyla ters orantılıdır.
Parçalar ("semboller) arasındaki kimyasal eğilimler biri verildiğinde diğe
106. 107.
rinin oluşma ihtimalini artırdığından (yani, zorunluluk ihtimali artırdtğın dan), bu eğilimler sistem içindeki güçleri ve göreceli sıklıklan oranında bir sistemin bilgi taşıma kapasitesini azaltır.
F. Dretske, Know!edge and the Flow of ınfonnation (Cambridge: MiT Press, 1981), s. 12.
Yockey, "Selfürganization", s. 18.
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE • 99
zorunluluk kuvvetleri, belirtili (özelleşmiş) karmaşıklığın (veya bilgi içe riğinin) ortaya çıkmasında da engel olur. Kimyasal eğilimler karmaşık zincirler üretmez. Bu yüzden onlar, özelleşmiş karmaşıklık ya da bilgi içeriğinin kökenini açıklamakta kullanılamazlar. "Düzen" ve "karmaşıklık" arasında niteliksel aynmlarda bulunma eğilimi, kendi kendini düzenleme araştırması çabalannın belirleyici ni teliği olmuş ve bu araştırmanın yaşamın kökeniyle ilgisini tartışılır kıl mıştır. Yockey'in de belirttiği gibi, yapısal veya kimyasal düzenin oluşması biyolojik karmaşıklık veya genetik bilginin kökenini açıkla maz. ıos Yockey, bir sistemde akan enerjinin son derece düzenli yapı lar üretebileceği sonucuna vanr. Güçlü rüzgarlar dönen hortumlar ve kasırga "gözler"i üretir; Prigogine'nin ısı küvetleri ilginç "konveksiyon akımlan" oluşturur; ve kimyasal elementler birleşerek kristaller oluş turur. Kendi kendini düzenleme görüşünün teorisyenleri açıklama ge rektirmeyen hususu çok iyi açıklamaktadır. Biyolojide açıklama ge rektiren husus ise, düzenin (simetri ya da tekrar diye tanımlanan) kökeni değil, bilgi içeriğinin -biyolojik işlevi mümkün kılan son dere ce karmaşık, tekrarsız ve fakat özelleşmiş zincirlerin- kökenidir. Yoc key'in belirttiği gibi: "Düzen görüşünü biyolojik organizasyon ya da özellikle ilişkilendir me çabalan dikkatli bir incelemeyi yansıtmayan salt bir kelime oyunu olarak görülmelidir. Bilgi taşıyan makromoleküller genetik mesajlan kodlayabilir ve dolayısıyla bilgi taşıyabilirler, çünkü bazlann dizilimi ya da fazlalıklar [kendi kendini düzenleyici] fıziko-kimyasal etmenlerden hiç değilse bile çok az etkilenirler:·ıo9 Bu sorunlarla karşılaşan bazı kendi kendini düzenleme teorisyen leri, biyolojik bilginin kökenini açıklamak için yeni doğa yasalannın 108. Orgel, cansız kimyayı nitelendiren düzen ya da raslantısallık ile bilgi ta şıyan biyomoleküllerin "özelleşmiş kanmaşıklık"ı arasında benzeri bir ay nın yapar (A.I. Orgel, The Origins of Life on Earth [New York: Macmil !an, 1973], s. 189ff.; Thaxton, Mysteıy, s. 130ff.). 109. H.P. Yockey, "A Calculation of the Probability os Spontaneous Biogene sis by Infonmation Theoıy", Joumal of Theoretica/ Biology 67 (1977): 380.
100 · TASARIM
bulunmasını beklememiz gerektiği iddia ettiler. Manfred Eigen'in belirt tiği gibi, "Bizim görevimiz bilginin kökenine götürecek bir algoritma, bir doğa yasası bulmaktır".110 Ancak bu götüş iki bakımdan çelişki içe rmektedir. Birincisi, bilimsel yasalar doğal olgulan genelde açıklamaz lar ve onlann oluşmasına yol açmazlar; onlan tanımlarlar. örneğin Newton'un kütle çekimi yasası gezegenler arasındaki çekimi açıklama mış tanımlamıştır. İkincisi, yasalar ön koşullar ve anlan takip eden olaylar arasında hayli belirgin ya da tahmin edilebilir ilişkileri tanımlar. Yasalar, her ardıl olayın ihtimalinin (önceki olay ve yasanın içeriği ve rildiğinde) kaçınılmaz olduğu yapılan tanımlar. öte yandan ihtimal dı şıklılar çoğaldığında bilgi de artar. Bundan dolayı bilimsel yasalann kar maşık bilgi yapılarını tanımladığını söylemek, temelde, söylemsel açı dan bir çelişkidir. Doğrusu bilim yasaları (tanım gereği) hayli tahmin edilebilir ve düzenli olguları -yani karmaşıklığı (belirtili olsun ya da ol masın) değil artık düzeni- tanımlar. 5. ı. Tasarım Hipotezinin Dönüşü Eğer, ne şans ne fiziksel-kimyasal zorunluluk yasaları ne de bu iki sinin birleşik etkinliği DNA'daki bilgi içeriğinin ya da özelleşmiş karma şıklığın nihai kökenini açıklamıyorsa, bunu ne açıklayabilir? Büyük miktarlarda özelleşmiş karmaşıklık ya da bilgi içeriği meydana getirmek için nedensel güçlere sahip herhangi bir varlık tanıyor muyuz? Evet, ta nıyoruz. Bilgi teoreminin moleküler biyolojiye uyarlanmasına öncülük edenlerden biri olan Henıy Quastler'in belirttiği gibi, "Yeni bilginin ya ratılması öteden beri bilinç etkinliğiyle ilişkilidir." 11 I Gerçekte deneyimler, özelleşmiş karmaşıklık ya da bilgi içeriğinin rutin şekilde ortaya çıkmakla kalmayıp, her zaman zeki zihinlerin faali yetinden doğduğunu gösteriyor. Bir bilgisayar kullanıcısı ekrandaki bil ginin kaynağını merak ediyorsa hep bir zihne -bir yazılım mühendisine 110.
M. Eigen, Steps Toward Life (Oxford: Oxford University Press, 1992), s. 12.
111· Quastler,
Emergence,
s. 16.
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 101
ya da programcıya- başvurur. Bir okuyucu bir kitaptaki ya da gazete sütunundaki bilgi içeriğinin kaynağını merak ettiğinde bir yazarla kaşı laşır -yine, maddi değil zihinsel bir neden-. Deneyimlerime dayanan bil gilerimiz, büyük miktarda ı ı2özelleşmiş karmaşıkiık ya da bilgi içeriği ne (bilhassa kodlar ve dillere) sahip sistemlerin her zaman zeki bir kay naktan -yani, zihinsel ya da kişisel faillerden- doğduğunu onaylar. Da hası, bu genelleme, sadece doğal dillerdeki özelleşmiş karmaşıkiık ya da bilgi içeriği için değil, aynca gerek makinlarda gerekse sanat eserlerin de yer alan diğer özelleşmiş karmaşıkiık türleri için de geçerlidir. An lamlı bir metin parçasındaki harfler gibi, çalışan bir motordaki parçalar da hayli ihtimal dışı olan ve işlevsel açıdan özelleşmiş bir düzeni tem sil eder. Aynı şekilde Amerika'daki Rushmore Dağı'ndaki kayalarda yer alan hayli ihtimal dışı şekiller bağımsız şekilde verili bir modele -kitap lardan ve resimlerden tanıdığımız Amerikan başkanlarının yüzüne- uy gunluk sergiler. Dolayısıyla, bu sistemlerin her ikisi de büyük miktarda özelleşmiş karmaşıklığa ya da bilgi içeriğine sahiptir. Bunlar aynca şans ve/veya fiziksel-kimyasal zorunluluktan değil zeki tasanmdan doğ muştur. özelleşmiş karmaşıklık veya bilgiye dair bu genelleme, ironik bir şe kilde, yaşamın kökeni araştırmasından onay almıştır. Geçen kırk ytl bo yunca sunulan her naturalist model (bkz s.44) canlı bir hücreyi oluş turmak için gereken özelleşmiş genetik bilginin kökenini tam olarak açıklamayı başaramamıştır. Bundan dolayı, zihin veya zeka ya da fılo zoflann "nedensellik faktörü" dedikleri şey , artık büyük oranlarda özel leşmiş karmaşıklık ya da bilgi içeriğini (biyolojik olmayan kaynaklar dan) meydana getirme kapasitesine sahip tek neden olarak durmaktadır. Gerçekte büyük miktarlardaki özelleşmiş karmaşıklık ya da bilgi içe riğinin, bir zihin ya da zeki tasanın tarafından meydana getirilmiş ol ması gerektiğinden, nedenin kendisi doğrudan gözlemlenemese bile ze ki bir nedenin geçmiş eylemi, zengin bilgiye sahip sonucun varlığından 112.
Bu nitelendinne, şansın, alt düzeylerdeki (500 birimden küçük) özelleş miş bilgiyi üretebileceğini kabul etmek demektir (bkz. Dembski, Design /nference, s. 175-223).
102 · TASARIM
yola çıkılarak saptanabilir.113 Örneğin, Kanada'daki Victoria bahçesini ziyaret edenler, "Victoria'ya Hoşgeldiniz"yazısını oluşturan kırmızı ve san çiçeklerin düzenini gördüklerinde, dikilmiş ve düzenlenmiş çiçekle ri görmemiş olsalar dahi, bunun zeki faillerin etkinliği olduğu sonucu na varırlar. Aynı şekilde, DNA'daki spesifik şekilde düzenlenmiş nük leotid zincirleri -karmaşık ve işlevsel açıdan özelleşmiş zincirler- zeki bir zihnin geçmişteki etkinliğini yansıtır, söz konusu zeki fail doğrudan gözlemlenemese dahi. Dahası. bu çıkanmlann temelinde yatan mantıksal hesaplama tüm tarihsel ve adli bilimlerde kullanılan geçerli ve yerleşik bir metodu izler. Tarihsel bilimlerde, çeşitli varlıklar ve süreçlerin halihazırdaki nedensel güçlerine ilişkin bilgi, geçmişteki olası nedenler hakkında çıkanmda bu lunma imkanını bilim adamlarına tanır. Çeşitli olası nedenler üzerine yapılan kuşatıcı bir araştırma belli bir olayın için tek bir nedenin yeter li olduğunu ortaya çıkardığında, tarihçiler ve adli bilimciler geçmiş hak kında oldukça kesin çıkanınlarda bulunabilirler.114 Gerekii nedenlere ilişkin bilgiye dayalı çıkarımlar ("ayırt edici teşhis") tarihsel ve adli bi limlerde ortaktır ve genelde doğal nedenlerle birlikte zekanın saptanma sına yol açar. X suçlusunun parmaklan, X suçlusunun parmak izlerinin bilinen tek nedeni olduğundan, cinayet silahındaki X'in izleri büyük bir kesinlikle onu suçlu yapar. Aynı şekilde, zeki tasanın, büyük miktar lardaki özelleşmiş karmaşıklık ya da bilgi içeriğinin bilinen tek nedeni olduğundan, bu bilginin varlığı zeki bir kaynağı işaret eder. Değişik alanlardaki bilim adanılan, özelleşmiş karmaşıklık ile zeka arasındaki bağlantıyı kabul eder ve buna uygun çıkarımlarda bulunur lar. Arkeologlar, Rosetta Taşı üzerindeki yazılan bir zihnin yazdığını varsayarlar. Evrimci arkeologlar, yontulmuş kimi ç akmaktaşlarının do ğal nedenlerle oluşamayacak kadar özelleşmiş olduğunu göstererek, ilk 113. Meyer, Clues, s. 77-140. 114. A.g.c.; E. Sober, Reconstmcting the Pası (Cambridge, MiT Press, 1988), s. 4-5; M. Scriven, "Causes, Connections, and Conditions in Histoıy", W. Dray, cd. Phi!osoplıica/ Analysis and History (New York, Harper and Row, 1966). s. 249-50.
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 103
hominidlerin (insansılar) zekasına işaret ederler. NASA'nın dünya dışı zeka araştırması (SET!), uzaydan gelen elektromanyetik sinyallerde saklı işlevsel açıdan özelleşmiş bilginin (asal sayı dizisi gibi) varlığının zeki bir kaynağı işaret edeceğini önceden kabul etmiştir.! ıs öte yandan radyoastronomlar dış uzaydan bu tür bilgiye sahip sinyallerin geldiğini henüz saptamamışlardır. Ancak moleküler biyologlar, aynı mantıkla zekl bir nedene işaret eden özelleşmiş karmaşıklık ya da bilgi içerikli di zilimleri ve sistemleri hücrede tespit etmişlerdir. Aynı şekilde, fizikçi lerin "antropik rastlantılar" dediği şey, tam da, karmaşık ve işlevsel ola rak özelleşmiş bir değerler dizgesini oluşturur. Evvelce bahsettiğimiz şans ve yasaya dayalı kozmolojik açıklamaların yetersizliği ve özelleş miş karmaşıklığın bir nedeni olarak zekl etkinliğin yeterliliği göz önüne alındığında, antropik uyum verileri de zeki nedene atıfta bulunularak en iyi surette açıklanabilmektedir. 5.2. Cehaletten Kaynaklanan Bir Sav Mı? Kuşkusuz pek çokları, tasanma dayalı savların cehaletten kaynaklan dığını ileri sürebilirler. Nitekim bu itirazcılar, fizik ve biyolojideki özelleşmiş bilginin nasıl ortaya çıktığını bilmediğimizden dolayı, zeki tasanın diye gi zemli bir kavrama başvurduğumuzu söylüyorlar. Bu görüşe göre, zeki ta sanın bir açıklama değil cehaletin boşluğunu doldurma işlevi görmektedir. Buna karşın, bizler, sık sık, olaylar ve olgulann en iyi açıklaması olarak zeki faillerin nedensel etkinliğini çıkarsanz. Dembski'nin belirtti ği gibi, 116 bizler bunu apaçık kuramsal ölçütlere göre rasyonel şekilde yapanz. Zeki failler doğanın sahip olmadığı biricik nedensel kuvvetlere sahiptir. Deneyimlerimize dayanarak yalnızca zeki faillerin yol açabile ceğini bildiğimiz sonuçlan gözlemlediğimizde, sonuçtan sorumlu failin eylemini gözlemlememiş olsak dahi117 önsel bir zekanın önce gelen var lığını çıkarsanz. Canlı sistemlerde ve fizik yasasının tutarlı özelliklerinde 115. 116. 117.
T.R. McDonough,
The Search for Extraterrestrial Intelligence, Listening for Life in Cosmos (New York, Wiley, 1987) Dembski, Design Inference, s. xi-xiii, 1-35. A.g.e., s. 1-35, 36-66.
104 · TASARIM
olduğu gibi bu ölçütler var olduğunda tasanın, şans ve/veya determinist doğal süreçlerden daha iyi bir açıklama sunar. Tasanın göıüşünün bir ispat (amprik gözleme dayalı) sağlamadığı kabul edilirken, cehaletten kaynaklanan bir sav olmadığı da apaçık or tadadır. Aslında biyolojik bilgiye dayanan tasanın savı, "en iyi açıkla maya yönelik bir çıkarsaına"dır. 118 "En iyi açıklamaya yönelik çıkar sama" metodu üzerine son zamanlarda yapılan çalışma, 119 rakip açık layıcı unsurun nedensel güçlerini değerlendirmek suretiyle, bir dizi ola sı rakip aç,klamalar arasından en iyisini bulmayı öngörmektedir. Söz konusu kanıt, doğuran nedenler doğurmayan nedenlere oranla daha iyi açıklamalar sunar. Bu makalede ben, üç geniş açıklama kategorisi nin -şans ve/veya zorunluluk ve tasanın- büyük miktarlarda özelleş miş karmaş,klık ya da bilgi içeriği üretebilme açısından nedensel yeter liliğini değerlendirip kıyaslad,m. Gördüğümüz gibi, ne şansa ne zorun luluğa ne de (biyolojik durumda) her ikisine birden dayanan açıklama lar, gerek yaşamın kökenini gerekse antropik uyumun kökenini açık lamak için gereken büyük miktarlardaki özelleşmiş karmaşıklık ya da bilgi içeriğini üretme kapasitesine sahip değildir. Bu sonuç bizim sıra dan ve özdeş insani tecrübemize uymaktadır. Kaba madde -ister rast gele isterse zorunlu olarak hareket etsin- yeni bilgi içeriği ya da özel leşmiş karmaşıklık üretme kapasitesine sahip değildir. öte yandan özelleşmiş karmaşıklık ya da bilgi içeriğinin nasıl orta çıktığını bilmediğimizi söylemek yanlış olur. Tecrübelerimizden öğ ya rendiğimiz kadanyla, bilinçli zeki failler özelleşmiş zengin bilgi içeriği ne sahip dizilimler ve sistemler yaratabilmekte ve yaratmaktadır. Daha s,, tecrübelerimiz, nedensel hikayesi bilinen bir eserde ya da varlıkta ne 118. P. Lipton, Jnference to the Best Explanation (New York: Routledge, 1991), s. 32-88. 119. A.g.e.; S.C. Meyer, "The Methodological Equivalence of Design and Des cent: Can There Be a Scientifıc Theory ofCreation?", J.P. Moreland, ed.,
Tlıe Creation Hypothesis: Scientiflc Evidence far an Intelligent Designer
(Downers Grove,
ııı.: InterVarsity Press, 1994), s. 6 7-1 12; E. Sober, The ı 993), s. 44;
Philosophy of Biology (San Francisco: Westview Press, Meyer. Clues, s. 77-140.
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 105
zaman büyük miktarlarda özelleşmiş karmaşıklık ya da bilgi içeriği bu lunursa, o zaman, yaratıcı zekanın -tasanmın- o varlığın kökeninde ne densel bir rol oynadığını bizlere öğretmektedir. Bundan dolayı, yaşam için gerekli biyomakromoleküllerde ve fizik yasalannın uyumunda bu tür bilgiyle karşılaştığımızda kurulu neden-sonuç ilişkilerine dair hali hazırdaki bilgimize dayanarak zeki bir nedenin, yaşamın kökeni için gereken bilgi içeriğini ya da özelleşmiş karmaşıklığı üretınek üzere geç mişte faaliyette bulunduğu çıkanmını yapabiliriz. Hasılı tasanmı cehalleten değil, sırasıyla doğal varlıklann ve fa aliyetin kanıtlanmış nedensel kuvvetleri hakkındaki bilgimizden yola çıkarak çıkarsıyoruz. Tüm tarihsel bilimlerde kullanılan, standart öz deş akıl yürütme metodunu kullanarak tasanın çıkarımında bulunu yoruz. Bu çıkarımlar, jeoloji, arkeoloji ve paleontolojideki yerleşik çı karımlardan daha fazla cehalete dayalı değildir. Zikı-edilen bilim dal larında, şimdiki tecrübelerimizden elde edilen, nederı-sonuç ilişkileri hakkındaki koşullu bilgi nedensel geçmişe dair çıkarımlarda bulun maya öncülük eder. Bilgi bilimlerindeki son gelişmeler, bu ilişkilere dair bilgiyi biçimlendirmeye yardım etmekte, çeşitli eserler, varlıklar ve olayların nedensel tarihleri hakkında, onların sergiledikleri karına şıklık ve bilgi-kuramsal işaretlere dayanarak çıkarımda bulunmaya izin vennektedir.120 Her halükarda cehalet değil, kurulu neden-sonuç ilişkilerine dair halihazırdaki bilgi, tasarımın, fizik ve biyolojideki özelleşmiş karmaşıklığın kökeninin en iyi açıklaması olduğunu onay lamaktadır. 5.3. Zeki Tasarım: Geçerli Bir Neden Mi? Kuşkusuz pek çoklan, gerek biyolojik organizmalann gerekse fizik yasalanrıın tutarlı özelliklerirıirı karmaşıklık ve özellik sergilediğini ka bul eder. Yine de onlar, insanların kökeninden daha eskiye dayanan nesnelerdeki karmaşıklık ve özelliğin varlığından tasarımı çıkarsayama yacağımızı savunurlar. Bu eleştiride bulunanlar, sırf zeki insan faillerin 120. Dembski, Design Inference, s. 36-66, özl.37.
106 · TASARIM
varlığını bildiğimizden dolayı özelleşmiş ve karmaşık (yani zengin bilgi içeriğine sahip) bir eser ya da olaydan, (beşeri tarihin alanı içinde) işle miş, geçmişteki bir insani zekayı haklı olarak çıkarsayabileceğimizi sa vunurlar. öte yandan bu kimseler, insanlardan önce zeki bir failin var olup olmadığını bilmediğimizden dolayı, apaçık insanın kökeninden ön ce var olmuş, özelleşmiş zengin bilgi içeriğine sahip sonuçlannı bilsek bile, insanın ortaya çıkışından öncesine rastlayan tasanrncı bir zihnin faaliyetinin çıkarsanarnayacağını savunmaktadır. Oysa tastamam kabul edilen tasanın çıkarımlarının pek çoğu söz ko nusu sonuca uzaysal ya da zamansal açıdan yakın olan bir tasarımcı ze kaya ilişkin önsel bilgiye dayanmaz. örneğin, SET! araştırrnactları, dün ya dışı bir zekanın var olup olmadığını bilmemektedir. Buna iağrnen, büyük miktarda bir özelleşmiş karmaşıklığın (söz gelimi ilk yüz asal sa yının diziliminin) varlığının böyle bir zekanın varlığına işaret edeceğini kabul etmektedirler. SETi tam da bilinmeyen bir yerdeki diğer zekalann varlığını saptamaya çalışmaktadır. Aynı şekilde, antropologlar, beşeri tarihin ya da medeniyetin başlangıcına ilişkin tahminlerini sık sık değiş tirmektedir, çünkü insanın kökenine ilişkin önceki tahminlerinden daha eskilere dayanan, karmaşık ve işlevsel olarak özelleşmiş eserler bulun maktadır. Tasanın çıkanrnlannın çoğu, varlığının önceden bilinmediği bir zaman ,·eya mekanda faaliyet gösteren zeki bir failin varlığını ya da faaliyetine işaret eder. Bundan dolayı, yeryüzünde Hama sapiensin (in sanın) belirişinden öncesine dayanan tasanrncı bir zekanın faaliyetini çıkarsarnak, eleştiride bulunanlann geçerli diye kabul ettikleri diğer ta sarım çıkarımlanndan niteliksel açıdan farkiı bir episternolojik konumda gerçekleşmez. Yine de bazılarına göre, basit rnakinalar değil de canlı sistemler ve organizmalar insan faillerin tasarladığı sistemlerin karmaşıklığının çok ötesinde olduğu için, yaşamdaki özelleşmiş karmaşıklığın kökeninin bir açıklaması olarak böylesi bir faili haklı olarak benimseyemeyiz. Böylece bu eleştiriyi getirenler, insanlann sahip olduğuna benzer bir zekayı kullanmanın biyolojik sistemlerde bulunan tasanrnın ince kar maşıklığını açıklamaya yetmediğini ileri sürmektedirler. Karmaşıklığın derecesini açıklamak, Fred Hoyke'nin deyimiyle bir "üstzeka"yı gerekli
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 107
kılmaktadır. Ne var ki böyle bir üstzekaya ilişkin herhangi bir bilgiye ve tecrübeye sahip olmadığımız için yaşamın kökeninin olası bir nede ni olarak onu göremeyiz. Aslında böyle bir varsayımsal failin nedensel kuvvetlerine ilişkin hiçbir bilgiye sahip değiliz. Bu itiraz_ geçerli neden (vera cansa) ilkesine-tarihsel bilimlerde önemli bir metodolojik ilke- dayanır. Geçerli neden ilkesi, uzak bir geç mişteki olayı (yaşamın kökeni gibi) açıklamaya çalışan tarihsel bilimle rin, ancak söz konusu sonucu doğurmaya yeterli ve şimdi yapılan göz lemle varlığı bilinen nedenleri savlaması (veya savlarında tercih etme-. si) gerektiğini söyler.121 Söz gelimi Darwin'in, özel yaratılış yerine do ğal ayıklanma teoremini tercih etmesinin nedeni bu metodolojik ilkedir. Ona göre, bilim adanılan biyolojik değişimi doğuran doğal ayıklanmayı gözlemleyebilmekte, fakat yeni türler yaratan Tann'yı gözlemleyeme mektedirler.ı22 Buna rağmen Darwin, doğal ayıklanmanın, teoreminin gerek duy duğu büyük ölçekli morfolojik değişimleri ürettiğini gözlemleyemediği ni itiraf eder. Bundan ötürü Darwin, yaşamın tarihi boyunca morfolojik yeniliğin kökenini açıklamak için doğal ayıklanmanın bilinen nedensel kuwetlerinin ötesinde tahminler yürütmek zorunda kalmıştı. Doğal ayıklanmanın kısa zaman diliminde küçük ölçekli değişimler ürettiği bi lindiğinden, uzun zaman dilimlerinde de pekala büyük ölçekli değişim ler üretebileceğini düşündü.123 Tarih bilimcileri, bu tahminleri, geçerli neden ilkesine uygun şekilde muhtemel bir açıklayıcı hipotez oluştur manın meşru bir yolu olarak gördüler.124 öte yandan eğer bu tür akıl yürütme evrimci savlar için geçerli ne den ilkesinin meşru bir açılımı olarak görülürse, aynı mantığı kullanan 121. M.J.S. Hodge, "The Strucıure and Strategy of Darwin's 'Long Argu ment"', British Journal for t/ıe History o[Science 10 (1977): 239. 122. v. Kavalovski, The Vera Cause Principle: A Historico-Philosophica/ Study ofa Meta-dıeoretical Concept /rom Newton through Darwin (Ph.D.diss., University of Chicago, 19749, s. 104. 123. Meyer, Clues, s. 87-91. 124. Kavalovski, Vera Cause, s. 6 7.
108 · TASARIM
tasarım hipotezinin savlannı -teist tasarım savını dahi- dışlamak güç leşir. insanlar nedensel varlık olarak zeki faaliyetin bilgisine sahiptir. Dahası zeki failler özelleşmiş karmaşıklık üretme yetisine de sa hiptirler. Bu yüzden, zeki faaliyet, açıklama ihtiyacını karşılayan spe sifik bir sonuç (esasen DNA'daki özelleşmiş karmaşıklık) doğurmaya yeterli, bilinen nedensel güçlere sahip bilinen bir neden olarak nitelen dirilebilir. Kuşkusuz uzak bir geçmişte faaliyet göstermiş insan dışı bir zekanın (en azından bizimkinden daha büyük bir kapasitedeki zeka nın) doğrudan bilgisine sahip değiliz. Ne var ki Darwin de ne geçmiş te faaliyet göstermiş doğal ayıklanmanın doğrudan bilgisine ne de şim diki zamanda büyük ölçekli morfolojik değişimler meydana getiren do ğal ayıklanmanın doğrudan bilgisine sahipti. Doğrusu Darwin, şimdiki zamanda gözlemleyebildiğine benzeyen ama etkinliğinin büyüklüğü açısından şimdiki zamandakinin çok ötesinde morfolojik yeniliğin kö kenine dair bir nedeni savlamıştı. Aynı mantık kullanılarak, rasyona litesi açısından insan zekasına benzeyen ama tasarım kapasitesi açı sından ondan daha gelişkin bir zekanın geçmişteki faaliyeti, biyolojik sistemlerde bulunan tasarımın karmaşıklığını ve son derece ayrıntılar la dolu oluşunu açıklamak için öne sürülebilir. Böyle bir önerme, Dar win'inki gibi. bu durumda insan zekası olan nedensel bir varlığın kuv vetleri hakkındaki doğrudan bilgimizden yola çıkılarak yapılmış bir tahmini içermektedir. Ancak bu tahmin geçerli neden ilkesini Dar win'inin tahmininden daha fazla ihlal etmez. 5.4. Ama Bu Bilim Midir? Kuşkusuz pek çok kimse, tasarım hipotezinin "bilimsel" olmadığı nı söyleyip basitçe reddedebilir.ı 2 s Bu eleştiriler "metodolojik natura lizm" diye bilinen kanıt üstü bir ilkeye dayanmaktadır. Metodolojik na turalizme göre naturalist ya da mateıyalist nedenlere dayanmayan bir 125.
M. Ruse, "Witness Testimony Sheet: McLean v. Arkansas", M.Ruse, ed.,
But Is it Selence? (Buffalo, N.Y.: Prometheus Books, 1988), s. 301: R. Le
wontin, "Billions and Billions of Demons", The New York Review of Bo.:. aks, Ocak 9, 1997, s. 31; Meyer, "Equivalence", s. 69-71.
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE · 109
hipotez, teorem ya da açıklama "bilimsel" olarak nitelendirilemez. Açıkçası bu tanıma göre tasanın hipotezi "bilimsel" olarak nitelendiri lemez. Ne var ki bu tanımı kabul etsek bile, bu, bilimsel olmayan (me todolojik naturalizme göre) ya da metafizik bir hipotezin daha iyi, ne densel açıdan daha yeterli bir açıklama sunamayacağı anlamına gel mez. Gerçekte bu makale, nasıl sınıflandmlsa sınıflandmlsın tasanın hipotezinin, fızik ve biyolojideki özelleşmiş karmaşıklığın kökenini açıkiamakta naturalist rakiplerinden daha iyi bir açıklama sunduğunu savunmaktadır. Kuşkusuz tasanın hipotezini basitçe metaflziksel diye sınıflandırmak onu çürütmez. Her halükarda metodolojik naturalizm bilimin normatif bir tanımı olarak ikna edici bir hakltlığa sahip değildir artık. öncelikle metodolojik naturalizmi, metafiziksel açıdan nötr (yani meselenin çözüldüğünü varsaymayan) sınır ölçütlerine göndermede bulunarak haklı çıkarma çabalan başansız olmuştur.126 (Bkz Ek, s.000, "Zeki Tasanmın Bilimsel Konumu") !kincisi, metodolojik natura lizmi tüm bilimlerin normatif ilkesi olarak görmek, kimi bilimsel disiplin lerin uygulanması üzerinde olumsuz bir etkiye yol açmaktadır. Yaşanun kökeni araştırmasında, metodolojik naturalizm yüzeysel bir şekilde araştırmayı daraltınakta ve bilim adamlannın en doğnı, en iyi, hatta amprik açıdan en yeterli açıklamayı aramalanna engel olmaktadır. Ya şamın kökenine dair sorulması gereken soru, "Hangi materyalist senar yo en yeterli görünüyor?" sorusu değil, "Yeryüzünde yaşamın doğma sına gerçekte ne sebep olmuştut?" sorusudur. Açıkçası bu ikinci soruya verilebilecek olası cevaplardan biri şudur: "Yaşam insanın ortaya çıkma sından önce var olmuş zeki bir fail tarafından tasarlanmıştır." Ne var ki metodolojik naturalizm normatif olarak kabul edilirse, bilim adanılan bu 126.
Meyer, "Laws", s. 29-40; Meyer, "Equivalence", s. 67-112; S.C. Meyer,
"Demarcation and Design: The Nature of Historical Reasoning", Jitse van der Meet, ed., Facets of Faith and Science, cilt 4, ınıerpreting God's Acil on in the World (Lanham, Md.: University Press of Amertca, 1996), s. 91-130; L. Laudan, "The Demise ofthe Demarcation Problem", Ruse, Sd ence?, s. 337-50; L. Laudan, "Science at the Bar -Causes for Concem",
Ruse, Science?, s. 351-55; A. Plantinga, "Methodological Naturalism", Origins and Design 18, nol (1997): 18-27 ve no. 2 (1997): 22-34.
110 · TASARIM
olası doğru nedensel hipotezi göz ardı edebilirler. Böyle bir dışlayıcı mantık geıiye kalan tüm hipotezleıin kuramsal üstünlük iddialannı or tadan kaldırır ve en iyi "bilimsel" (metodolojik naturalizmin tanımına göre) açıklamanın aslında en iyisi olmayabileceği ihtimalini gündeme getiıir. Artık pek çok tarihçi ve bilim taıihçisinin kabul ettiği üzere, bi limsel teoremleri değerlendirmek doğal olarak bir kıyaslama çabasıdır. Yüzeysel olarak sınırlandınlmış rekabet içinde kabul görmüş teoremler ne "olası en doğru" ne de "amprik açıdan en yeterli" teorem olma iddi asında bulunumaz. Bunun yerine en iyi ihtimalle onlar, "yüzeysel ola rak sınırlandınlmış bir dizi seçenek arasından olası en yeterli ya da doğ ru" teorem olma iddiasında bulunabilirler. Hasılı tasarım teoremine ka pı aralamak, tam bir rasyonel taıihsel biyoloji -yani "yasaklanmamış" gerçeği arayan bir bilim- için gereklidir.127 5.5. Sonuç Neredeyse ı 50 yıldır pek çok bilim adamı, birlikte "şans ve zorun luk"un -rastlantı ve yasanın- yaşamın kökenini ve onu sürdürmek için gereken evrenin özellikleıini açıklamaya yettiğini savundular. Halbuki mateıyalist düşüncenin -şansa ve zorunluluğa dayalı- gerek fizik yasa larının uyumlu özellikleıinin gerekse yaşamın dayandığı biyomakro molekülleıin karmaşıklığını ve özelliğini açıklamakta başarısız kaldığı nı artık anlamış bulunuyoruz. Bu durumda bile çok sayıda bilim adamı, başka bir ihtimali düşünmenin bilim ve akıldan uzaklaşma olacağında ısrar ediyor. Ne var ki sıradan akıl ve mateıyalist götüşün onayından geçmiş bilimsel akıl yütütme biçimi, zeki faillerln nedensel faaliyetini benimsememizi gerekli kılmaktadır. Michelangelo'nun heykelleri, Mic rosoft şirketinin yazılımları, Asur krallarının taş yazıtları, bunların her biri zeki faillerin önsel bir faaliyetini işaret etmektedir. aslında yüksek teknolojiyle dolu çevremizdeki her yerde, diğer zihinierin-iletişim ku ran, planlayan ve tasarlayan zihinler- faaliyetini kabul etmeye bizleri 127. P.W. Bridgman, Reflections ofa Pyhsicist, 2. baskı (New York: Philosop hical Liibrary, 1955), s. 535.
EVRENiN KÖKENiNDEN HAYATIN KÖKENiNE ·
ııı
zorlayan, karmaşık olaylar, eserler ve sistemlerle kar§ılaşıyorıız. Fakat zihnin varlığını saptamak, doğurduğu sonuçlann ışığında zekanın faali yetini tespit etmek, bilimin en azından resmi biyolojinin uzun süredir dışladığı bir düşünme tarzını -aslında bir bilgi türünü- gerekli kılıyor. Nitekim bilgi bilimlerindeki son gelişmeler, bu bilgi kaybını telafi etme nin bir yolunu sunuyor. Belki de bundan önemlisi, biyoloji ve fizikten elde edilen kanıtlar, salt maddenin değil de zihnin evrenin ve onun içer diği yaşamın kökeninde önemli bir rol oynamış oldui,'unu ortaya koy makta.
Michael J. Behe
Yaşamın Temelindeki Tasarımın Kanıtı
üre ve Amaç 1828'de Alman kimyacı Friedrich Wöhler, laboratuvannda amon yum siyanatı ısıttı ve ürenin ortaya çıktığını hayretle gördü. Niçin bu na hayret etmişti? Çünkü amonyum siyanat organik olmayan -canlı or ganizmalarda bulunmayan- bir kimyasal maddedir. Ancak ürenin biyo lojik artık bir ürün olduğu biliniyordu. ilk kez Wöhler, cansız bir mad denin canlı organizmalann ürettiği bir maddeyi ortaya çıkarabildiğini gösterdi. Yaptığı deney;o zamana değin varlığına inanılan canlı ile can sız arasındaki aynını parçaladı. Dahası, tüm yaşamı bilimsel araştırma konusu yaptı. Nitekim eğer hayat kayalar gibi sıradan maddelerden oluşuyorsa bilim onu inceleyebilirdi. Ve Wöhler'in deneyinden beri ge çen 1 70 yıldan uzun bir sürede bilim yaşama dair pek çok şey öğren di. DNA'nın yapısını keşfettik, genetik şifreyi çözdük, genleri, hücrele ri ve hatta tüm organizmayı klonlamayı öğrendik. Bilimin ilerlemesi evren ve yaşamın nihai doğası hakkında bize ne söyledi? Kuşkusuz bu konuda pek çok görüş vardır, ama sanının on lan iki zıt kutba ayırabiliriz. Birinci kutbu en iyi temsil eden belki de
114 ·TASARIM
Oxford Üniversitesi'nde kamusal bilim anlayışı alanında profesör olan Richard Dawkins'dir. Profesör Dawkins şunu ifade etmişti: "Gözlemle diğimiz evren, temelde ne tasanın, ne amaç, ne iyi ne de kötünün bu lunmadığı, sadece uçsuz bucaksız bir umursamazlığın yer aldığı bir ev renden bekleyebileceğimiz özelliklere sahiptir." 1 Elbette kasvet verici bir görüş bu, ama ciddi şekilde savunulmaktadır. Karşıt kutbun görüşünü de Papa il. John Paul'un danışması olan Jo seph Cardinal Ratzinger temsil edebilir. Yakiaşık on yıl önce Cardinal Ratzinger, Iıı Tlıe Begiııııiııg: A Catholic Uııderstaııdiııg of dıe Story of Creatioıı and tlıe Fall adında küçük bir kitap yazdı. Kitabında şunları söylüyordu: "Gelin evrim ve onun işleyişleri konusuna doğrudan girelim. Mikro biyoloji ve biyokimya bu noktada devrimci görüşler ileri sürmüştür. .. Yaşam ağacının nasıl büyüdüğünü ve onda yeni dalların nasıl filizlen diğini açıklamak, hususen doğa bilimlerinin işidir. Bu bir inanç mesele si değildir. Ancak canlı varlıkların büyük projelerinin şans ve hatanın ürünü olmadığını söylemek için gerekçemiz vardır. .. Onlar yaratıcı bir Aklı işaret etmekte, yaratıcı bir Zekayı bizlere göstermektedir ve aynca bunu, günümüzde, eskisinden çok daha açık ve aydınlatıcı bir şekilde yapmaktadırlar. Bundan dolayı günümüzde yeni bir güven ve neşeyle insanın ilahi bir proje olduğunu, yalnızca yaratıcı Zekanın onu idrak edebilecek ölçüde güçlü, büyük ve yetkin olabileceğini söyleyebiliriz. insan bir hata değildir, bilakis takdir edilmiştir. "2 Cardinal'in savıyla ilgili olarak üç noktaya değinmek istiyorum. Bi rincisi, profesör Dawkins'den farklı olarak, Ratzinger, doğanın amaç ve tasanın sergilediğini söylüyor. ikincisi, savını destekiemek için fiziksel kanıtı -"yaratıcı bir Aklı işaret eden", "canlı varlıkların büyük projeleri ne"- gösteriyor. Ne "felsefi ne teolojik ne kutsal metinsel savlan değil 1- Easterbrook, "Science and God: A Warning Trend?", Science 277 (1997): 890-93. 2· J. Ratzinger, in the Beginning: A Cadıolic Understandingoftlıe Storyo[Cre ation and tlıe Fall (Grand Rapids, Mich.: Eerdmans, 1986), s. 54-56.
YAŞAMIN TEMELiNDEKi TASARIMIN KANITI· 115
somut yapılan gösteriyor. Üçüncüsü, Ratzinger biyokimya biliminin yaşamın moleküler temelinin incelenmesi- kendi çıkanmıyla hususen ilintili olduğunu belirtiyor. Benim bu makaledeki amacım, niçin Cardi nal Ratzinger'in daha güçlü bir önermeye sahip olduğunu ve niçin pro fesör Dawkins'in üzülmesinin gerekmediğini göstermektir. Gözü Açıklamak Kuşkusuz yaşamın doğası hakkındaki bu tartışma, büyük ölçüde, Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabını yayımladığı 1859 'da başladı. Darwin kitabında kendinden önce hiç kimsenin yapamadığı bir şeyi yapmayı önerdi -yaşamın zengin çeşitliliğinin ve karmaşıklığının salt yönlendirilmemiş doğal süreçlerle nasıl ortaya çıktığını açıkiamak-. Önerdiği mekanizma elbette gelişigüzel değişim üzerinde etkili olan do ğal ayıklanmaydı. Kısacası Darwin, tüm türlerde bir değişikiik olduğu nu kabul ediyordu. Bir türün bazı üyeleri diğerlerinden daha büyük, da ha hızlı veya daha koyu renkliydi. Darwin, bir türün tüm üyelerinin ço ğalmak için hayatta kalamayacağını biliyordu, zira onlann tümüne ye tecek kadar yiyecek yoktu. Böyle olunca, şans eseri meydana gelen de ğişimlerin kendilerine yaşam mücadelesinde avantaj sağladığı bireyle rin hayatta kalacağı ve çoğalacağı sonucuna vardı. Ej;er değişim kalıt sallaşabilirse, zamanla türün özellikleri değişebilirdi. Ve uzun zaman süreleri içinde büyük değişimler gerçekleşebilirdi. Darwin'in teoremi çok zarif bir düşünceydi. Ne var ki 19. yüzyılın ortalarında bile biyologlar, bazı biyolojik sistemlerin, Darwin'in tasav vur ettiği gibi adım adım ilerleyen bir süreç içinde meydana gelemeye ceğini biliyorlardı. Bunun özel bir örneği gözdü. O zamanın biyologlan, gözün çok karmaşık bir yapıya sahip olduğunu, mercekler, retina, göz yaşı bezleri, oküler kaslar ve benzeri çok sayıda parça taşıdığını biliyor lardı. Onlar, eğer bir hayvan bu parçalardan birinden yoksun halde do ğacak kadar talihsizse, sonucun ciddi ölçüde görüş kaybı ya da düpe düz körlük olacağını biliyorlardı. Bu yüzden böyle bir sistemin doğal ayıkianmanın öngördüğü pek çok evre içinde tertip edilebileceğinden kuşku duymuşlardı.
116 · TASARIM
öte yandan Charles Darwin de gözü tanıyordu. Ve Tüıteıin Kökeni adlı kitabının "Aşırı Mükemmellik ve Karmaşıklığın Organlan" adlı bölü münde, gözden söz ederek, gözün nastl evrim geçirmiş olabileceğini ger çekten bilmediğini belirtir. Yıne de modem organizmaların gözlerine bak tığınızda önemli değişiklikler görebileceğinizi söylemişti. Bazı organizma larda aslında "göz" değil de sadece ışığa duyarlı bir hücre paketi bulunur. Şimdi bu organ, organizmanın aydınlıkta mı yoksa karanlıkta mı bulun duğunu bilmesini sağlamaya yetse de, ışığın hangi yönden geldiğini be lirlemesine yetmez, çünkü herhangi bir açıdan gelen ışık, ışığa duyarlı hücreleri uyaracaktır. Darwin devam ediyor; eğer ışığa duyarlı hücre pa ketini alıp küçük bir kaseye koyarsak, bazı modem organizmalarda gö rüldüğü gibi, bir taraftan gelen ışık ışığa duyarlı noktanın üzerine gölge düşürüp, kalan yerleri aydınlatacaktır. Teoride böyle bir düzenek orga nizmanın, ışığın hangi yönden geldiğini anlamasına imkan verir. Ve bu bir gelişmedir. Eğer kase jelatin maddesiyle doldurulursa bu kaba bir merceğin başlangıcı olabilir. Bu da ikinci bir gelişmedir. Buna benzer sav lar öne sürerek Darwin, çağdaşlarının çoğunu, ışığa duyarlı bir nokta ka dar basit bir şeyden modern omurgalı bir canlının gözü gibi karmaşık bir organa doğru adım adım ilerleyen bir evrim sürecine ikna etmişti. Ve eğer evrim gözü açıklayabiliyorduysa, neyi açıklayamasındı ki? Ne var ki Darwin'in şemasının söz etmediği bir soru vardı: Işığa kar şı duyarlı nokta nereden gelmişti? Bu şaşırtıcı bir başlangıç noktası ola rak görünmektedir, çünkü çoğu nesne ışığa karşı duyarlı değildir. Yine de Darwin, bu konudan hiç söz etmemeye kararlıydı. "Bir sinirin ışığa karşı nasıl duyarlı halde geldiği konusu, yaşamın nasıl ortaya çıktığı konusundan daha fazla ilgilendirmiyor bizleri" diye yazmıştı. 3 Öte yandan geçen yanın asırda bilim, görmenin mekanizması ve ya şamın kökeni meseleleriyle ilgilendi. Darwin sorundan söz etmemekle haklıydı, çünkü zamanının bilimi, gözü araştırmaya elverişli fiziksel ve kuramsal araçlara sahip değildi. 19. yüzyılın ortalarında bilimin nasıl ol duğunu anlamak için o dönemde atomların -tüm kimyanın temeli olan3. c. Darwin, on the Oıigin o[Species (1876; yeni baskı, New York: New York University Press, 1988), s. 15 ı.
YAŞAMIN TEMELiNDEKi TASARIMIN KANITI · l l 7
kuramsal varlıklar olarak görüldüğünü hatırlamak yeter. Onlann varlı ğından kimse emin değildi. Yaşamın temeli olduğunu artık bildiğimiz hücrenin basit bir protoplazma küresi olduğu, Je!l-O'nun mikroskopik bir parçasından öteye geçmediği düşünülüyordu. Hasılı Darwin sorunu ele almaktan uzak durmuş ve ileriki keşiflerin teoremini haklı çıkaraca ğını umarak onu kara bir kutu olarak bırakmıştır. "Kara kutu" bilimde ilginç bir şey yapan ama nasıl çalıştığı bilin meyen bir sistem ya da makinayı ifade etmek için kullanılır. Onun me kanizması bilinmiyor, çünkü onu görebilmek için kutunun içine baka mıyoruz ya da ne olup bitriğini anlayamayacağımız kadar karmaşık iş leyişleri görebiliyoruz. Çoğumuza (ve elbette bana) göre kara kutuya verilecek iyi bir örnek bilgisayardır. Sözcükleri işletmek ve oyun oyna mak için bilgisayan kullanıyorum, ama onun nasıl çalıştığına dair hiç bir fikrim yok. Ve kapağını çıkarıp içindeki devrelere baksam bile onun nasıl çalıştığını söyleyemem. Darwin 'in zamanındaki bilim adamlanna · göre de hücre bir kara kutuydu. Çok ilginç şeyler yapıyordu, ama kim se onlann nasıl yapıldığını bilmiyordu. insanlar çalışan bir kara kutu gördüklerinde, basit bir mekanizma nın onu çalıştınyor olması -kutunun içinin basit olması ve kolaylıkla anlaştlabilen bir ilkeye göre çalışması- gerekriğini düşünmeye eğilimli lerdir. Bu eğilimin güzel bir örneği deniz çamurundan hücre yaşamının kendiliğinden ortaya çıkışına duyulan inançtır. 19. yüzyılda iki saygın bilim adamı ve Darwin hayranı -Ernst Haeckel ve Thomas Huxley- bir keşif gemisinin topladığı çamurun canlı hücreler olabileceğini düşünü yorlardı. Buna inanabiliyorlardı, çünkü Haeckel'in ifadesiyle "hücrenin küçük ve basit bir karbon birikintisi yumrusu" olduğunu düşünüyorlar dı.4 Kuşkusuz bu asırda biyolojinin katettiği devasa ilerleme sayesinde bunun böyle olmadığını artık biliyoruz. Artık modern bilim hücrenin kara kutusunu açmış olduğundan, Darwin'in gözardı ettiği soruyu gün deme getirebiliriz: Işığa duyarlı bir noktayı yapmak için neye gerek var dır? Bir ışık fotonu retinaya çarptığında ne olur? 4. J. Farley, The Spontaneous Generadon Controveısy [rom Descartes to Opa rin (Baltimore: John Hopkins Universiıy Press, 1977), s. 73.
118 ·TASARIM
Bir foton retineya çarptığında 11 cis-retinal diye adlandınlan küçük bir organik molekülle etkileşime geçer. s Retinalin şekli hayli büklüm lüdür, ama fotonla etkileşime geçtiğinde düzleşir, trans-retina! şeklini alır. Bu, gönneyle sonuçlanan tüm olaylar dizisini başlatan bir sinyal dir. Retina! şeklini değiştirdiğinde, ona bağlı olan rhodopsin proteinin de şeklini değiştirir. Rhodopsin'in şeklindeki değişiklik, transducin pro teinin ona yapışmasını sağlayan bir bağlanma yeri açar. Artık transdu cin kompleksinin bir parçası ayrılır ve fosfodiesteraz diye adlandınlan ir proteinle etkileşime geçer. Bu gerçekleştiğinde, fosfodiesteraz, cyclic GMP diye adlandınlan küçük organik bir molekülü kesmek ve 5' GMP'ye dönüştürmek için kimyasal bir yeti kazanır. Hücrede bol mik tarda cyclic-GMP vardır ve onlann bir kısmı iyon kanalı diye adlandı nlan başka bir proteine yapışır. Nonnalde iyon kanalı sodyum iyonla rının hücreye ginnesine izin verir. öte yandan fosfodiesterazın faaliye ti sonucunda cyclic-GMP miktarı azalır, bu da kanalın kapanmasına yol açan bir şekil değişimini doğurur. Sonuçta sodyum iyonları artık hücreye giremez, hücredeki sodyum miktarı azalır ve hücre zarındaki voltaj değişir. Bu da sonuçta optik sinirden beyne ulaşan bir elektrik sel kutuplaşma dalgasına yol açar. Bu dalga beyin tarafından yorum landığında görme gerçekleşmiş olur. Hasılı Darwin'in ışığa karşı duyar lı "basit" noktasının nasıl işlev gördüğüne dair modern bilimin keşfet tikleri bunlardır. Darwin'in Ölçütü Her ne kadar çoğu kimse görsel mekanizmanın yukarıdaki izahını karmaşık bulsa da, bu izah, işleyen bir gönne sisteminin aslında gerek duyduğu bir dizi şeyi göz ardı eden, görmenin kimyasının salt küçük ve kabataslak bir izahından ibarettir. Söz gelimi ben sistemin yeniden na sıl ortaya çıktığından -sistemin, sıradaki fotonun gelmesine hazırlık ola rak başlangıç noktasına nasıl tekrara geri döndüğünden- söz etmedim. Yine de yukarıdaki izahın, Darwin ve çağdaşlarının basit bir başlangıç 5. T.M. Devlin, Textbook of Biochemistry (New York, Wiley-Liss, 1997), böl.22.3.
YAŞAMIN TEMELiNDEKi TASARIMIN KANITI · 119
noktası olarak gördükleri şeyin devasa karmaşıklıkta -Darwin'in tasav vur ettiğinden çok ama çok karmaşık- bir şey olduğunu anlamaya ye teceğini düşünüyorum. öte yandan gözün ve diğer organizmaların Daıwin'in teoremiyle açıklanamayacak kadar karmaşık olduğunu nastl söyleyebiliyoruz? Darwin teoreminin değerlendirilmesi için bir ölçüt sunmuştu bizlere. Türlerin Kökeninde şunları yazmıştı: "Çok sayıda ardıl küçük değişim lerle muhtemelen oluşmamış herhangi bir karmaşık organın varlığı ka nıtlanırsa, benim teoremim kesinkes geçersizleşir. "6 fakat ne tür organ ya da sistem "çok sayıda ardıl küçük değişimlerle" oluşmuş olamazdı? öncelikle indirgenemez ölçüde karmaşık olan. "İndirgenemez ölçüde karmaşık" ifadesi hayali bir ifade olmakla birlikte çok basit bir anlayı şı yansıtır. Darwin 's Black Box: The Biochemical Challenge to Evoluti on adlı kitabımda da belirttiği gibi, indirgenemez ölçüde karmaşık bir sistem: "Temel bir işleve katkıda bulunan, hayli uyumlu, etkileşim içinde olan parçalardan oluşmuş ve herhangi bir parçanın çıkarılması durumunda sistemin işlevinin fiilen sona erdiği bir sistemdir" 7 Daha genel bir ifadeyle, "indirgenemez ölçüde karmaşık" bir sistem, birbirle riyle etkileşim içinde olan ve herhangi birinin çıkanlması durumunda sistemin artık çalışmayacağı öğelerden oluşan sistemdir. İndirgenemez ölçüde karmaşık bir sisteme gündelik hayatımızdan verilebilecek iyi bir örnek, basit mekanik fare kapanıdır. Nalbur dükkanından alınan bir fa re kapanı, genelde tüm parçaların bağlı olduğu bir tahta platforma sa hiptir. Aynca birinin platforma, diğerininse bir çekiç adlı metal bir par çaya sıkıştırıldığı iki uzatılmış uca sahip bir yayı vardır. Çekice aşağı ya doğru basınç uygulandığında, fare gelene kadar bu konumda sabit leştirilmesi gerekir, bu da tutma çubuğunun işidir. Tutma çubuğunun ucunun sabitleştirilmesi gerekir. Bu da onun kilit dili adlandırılan me tal bir parçanın içine yerleştirilmesiyle sağlanır. Tüm bu parçalar. çeşit li tellerle birbirine tutturulur. 6. Darwin, Origin, s. 154.
7- M.J. Behe, Darwin ·s Black Box: The Biochemical Challenge ta Evoludon (New York: Free Press, 1996), s. 39.
120 · TASARIM
Şimdi eğer fare kapanında yay ya da çekiç veya platform olmazsa bir farenin yansını hatta çeyreğini bile yakalayamaz. Hatta hiç fare ya kalayamaz. Bundan dolayı fare kapanı indirgenemez ölçüde karmaşık tır. Anlaşılan indirgenemez ölçüde karmaşık sistemler, Darwin teoremi nin başağnsıdır, çünkü bunlar, Darwin'in tasavvur ettiği şekilde tedrici, adım adım ilerleyen bir yolla oluşmaya direnç gösterirler. örneğin, eğer bir fare kapanını evrim yoluyla elde etmek isteseydik nereden başlaya caktık? Sırf platformla başlayıp, verimli olmayan bir şekilde birkaç fare yakalamayı umabilir miydik? Daha sonra tutma çubuğunu ekieyip ve rimliliği bir parça artırabilir miydik? Sonra da diğer tüm parçalan bir se ferde ekieyip, tüm düzeneği tastamam geliştirmeyi umabilir miydik? El bette hayır, bunu yapamayız, çünkü fare kapanı büsbütün tertip edil mediği sürece çalışmaz. Darwinizme Biyokimyasal Meydan Okumalar Fare kapanlan ile biyolojik sistemler farkiı şeylerdir. Sahiden bil mek istediğimiz husus, indirgenemez ölçüde karmaşık bir biyolojik sistem, hücre sistemi ya da biyokimyasal bir sistemin var olup olma dığıdır. indirgenemez ölçüde karmaşık olan bu tür çok sayıda sistemin olduğu ortaya çıkmıştır. İki örneği ele alalım. ilki siliadır. Silia, çeşitli hücre türlerinin yüzeyinde bulunan tüye benzer küçük bir organeldir. ileri geri fırlayıp, sıvıyı hücrenin yüzeyinde hareket ettirme şekiinde il ginç bir netiye sahiptir. Akciğerlerdeki bazı dokularda her bir hücre, eşzamanlı olarak hareket eden yüzlerce siliaya sahiptir. Silialı hücre lerin arasında, kadeh şeklinde goblet hücre adı verilen daha büyük hücreler bulunur. Goblet hücreler, akciğerlerin iç yüzeyine mukus sal gılar. Mukus boğaza çarpan silialar tarafından, akciğerlere girebilecek toz parçacıkian ve yabancı maddelerle birlikte toplanıp, öksürük yo luyla dışan atılır. Ancak tüye benzeyen küçük bir organelin ileri geri hareket etmesini sağlayan şey nedir? Geçen ytllarda yapılan çalışma lar, silianın aslında çok karmaşık bir moleküler makina olduğunu gös termiştir.
YAŞAMIN TEMELiNDEKi TASARIMIN KANITI· 121
J..,..-'Oa,· -
\--· l
�
sutıfll*II
�-
�...-ı
ı - _.ı--... _,__ /
Silianın temel yapısı dokuz tane çift iplikçiği içerir. 8 Çift iplikçiğin her biri, tubulin proteinin sırayla on ve on üç tane lifinden oluşan iki halkayı içerir. Silianın ortasında tek halde iki tane iplikçik vardır. Tüm iplikçikler çeşitli türlerde bağlayıcılarla birbirine bağlıdır. Komşu çift ip likçikler neksin adlı bir proteinle birbirine bağlıdır. Dıştaki çift iplikçik ler içteki tek iplikçiklere radyal 'çubuklarla bağlıdır. Ve içteki tek iplik çikler küçük bir köprüyle birbirine bağlıdır. Aynca her çift iplikçikteiki tane uzantı vardır: dış dynein köprüsü ve iç dynein köprüsü. Her ne kadar tüm bunlar kannaşık gibi görünse de, böylesine kısa bir anlatım, 8. D.Voet ve J.G. Voet, Biochemistry (New York: ). Wiley and Sons, 1995), s. 1252-59.
122 · TASAR!!v1
silianın tüm kannaşıklığını dile getinneye yetmez. Nitekim kapsamlı biyokimyasal çalışmalar silianın değişik türlerde yaklaşık iki yüz tane protein parçası içerdiği ortaya koymuştur. Peki silia nasıl çalışır? Araştırmalar, onun "kayan iplikçikler meka nizması "yla çalıştığını göstenniştir. Kayma işlemini komşu iplikçikler gerçekleştirirken, dynein "motor protein" olma işlevi görür. Silia çalışır ken, bir life bağlı olan dynein üst tarafa uzanır, komşu bir iplikçiğe bağ lanır ve onu aşağı iter. Bu gerçekieştiğinde, iplikçikier birbirlerine göre kaymaya başlar. Birbirlerinden aynlana değin kaymaya devam ederler. Yalnız bağlayıcı protein neksin sayesinde bağlantılı halde kalmayı sür dürürler. Başlangıçta hayli gevşek olan neksin, iplikçiklerin kaydığı sı rada giderek daha fazla gerginleşir. Neksin ve iplikçikler üzerindeki ge rilim belirli bir noktayı geçtiğinde iplikçikler bükülmeye başlar. Böylece kayma hareketi bükülme hareketine dönüşür. Silia hakkında yeterince düşünüldüğünde onun indirgenemez ölçü de karmaşık olduğu kolaylıkla anlaşılabilir. Eğer iplikçikler olmasaydı, kayacak şey de olmazdı. Eğer dynein olmasaydı, tüm düzenek sert ,ıe hareketsiz kalırdı. Ve eğer neksin bağlayıcılan olmasaydı tüm düzenek, dynein iplikçikleri itmeye başladığında parçalanırdı. Nitekim neksin bağlayıcılannın çıkarıldığı deneylerde bu gözlemlenmiştir. Tıpkı bir fare kapanı gibi silia da işlevini yerine getinnek için bir dizi parçaya gerek duyar. Ve yine fare kapanı gibi, onun, adım adım ilerleyen Darwinci bir süreç içinde oluştuğunu düşünmek son derece güçtür. indirgenemez ölçüde kannaşık biyokimyasal sisteme başka bir ör nek de, hareket organeli olması bakımından siliaya benzeyen, ama baş ka bakımlardan ondan tamamen farkiı olan bakteri kamçısıdır. Bakteri kamçısı, bazı bakterilerin yüzmesini sağlayan, kelimenin tam anlamıy la bir dış motordur. 9 Motorbotların enerji kaynağı olan makinalar gibi, kamçı da döner bir organdır. Dönen yüzey, sıvı ortamı iter ve bakteri nin ilerlemesini sağlar. ilerletici olarak işlev gören, kamçı kısmı flagel lin adındaki proteinden oluşan, uzun kamçıya benzeyen bir yapıya sa hiptir. ilerletici, hareket miline hook proteiniyle bağlıdır. Hook proteini 9. A.g.e.. s. 1259-60.
YAŞAMIN TEMELiNDEKi TfSAR!M!N KANm · 123
HOOk (univ,cırş,,.1 ıoinl) \
Fııament (p,opeılı:ıı)
"'
Ouıe, membfurıe
··- Pepıidoglycan ıırıe,
·
� P�nptasmk: :sp&ı:e
'"' ıroet jptasmaı mo,mbran-0
evrensel bir oynak yeri olarak işlev görür, ilerletici ve hareket milinin ser bestçe dönmesini sağlar. Hareket mili dönen motora bağlıdır, bakterinin dışından içine doğnı akan bir asit akımını kullanarak, onun dönmesi sağ lar. Hareket mili, bakteri zannı ileri iter ve çeşitli türlerde proteinler bu nun gerçekleşmesini destekler. Her ne kadar bu anlatım bakteri kamçısı nı karmaşık gösterse de, onun tüm karmaşıklığını gözler önüne sermeye yetmez. Kapsamlı genetik çalışmalar, işlevsel bir bakteri kamçısı için, ge rek kamçının kendi parçalan olarak gerekse bu maklnayı hücre içinde in şa eden sistemin parçalan olarak yaklaşık kırk tane farklı proteine gerek olduğunu ortaya koymuştur. Ve bu proteinlerin çoğunun eksikliği dunı munda kamçı normal dönüş hızının yansını hatta çeyreğini bile sahip olamaz. Bu dunımda ya kamçı hiç oluşmaz ya da oluşsa bile çalışmaz. Silia ve fare kapanı gibi kamçı da çalışmak için bir dizi parçaya gereksi nim duyar. Bu nedenle o indirgenemez ölçüde karmaşıktır ve kökeni, Darwin teoreminin önünde engelleyici bir duvarı temsil eder. Darwinci Hayal Silia ya da bakteri kamçısını ben keşfetmedim. Onların çalışma düze nini ben ortaya çıkarmadım. Bu iş, geçen yıllarda düzinelerce laboratuvar
124 · TASARIM
tarafından yapılan çalışmalann ürünüdür. Ancak eğer bu yaptlar, ileri sür düğüm gibi, Daf\vin teoremiyle açıklanamıyorsa, diğer bilim adanılan mo leküler makinalann kökeniyle ilgili olarak ne söylemektedirler? Bu soru nun cevabının bulunabileceği bir yer, Joumal ofMolecularEvolution (Mo leküler Evrim Dergisi) 'dir. isminin ifade ettiği gibi, bu dergi, yaşamın mo leküler düzeyde nasıl doğup çeşitlendiğini araştınmak amacıyla kurulmuş bir dergidir. ilginç sıkı makaleler yayımlayan bir dergidir. Yayım kurulun daki yaklaşık kırk bilim adamının on beşe yakını Ulusal Bilimler Akade misi (The National Academy Of Sciences) üyesidir. öte yandan son sayı larından birini elinize aldığınızda, makalelerin çoğunun "zincir analizi" di ye adlandırılan olguyla ilgili olduğunu görürsünüz. Kısacası, moleküler makinalann öğeleri olan proteinler birbirine bağlı amino asit "zincirler"in den oluşur. Şimdi, bir proteindeki (ya da onun genindeki) amino asit zin ciri bilindiğinde, bu zincir farklı türdeki bir canlının benzeri bir proteiniy le karşılaştırılabilir ve iki zincirin aynı mı yoksa farklı mı olduğu görüle bilir. örneğin, varsayalım ki, köpek ve attan oksijen taşıyıcı molekül olan hemoglobin proteinin zincirleri alındı. Bu durumda, iki proteinin ilk yerin deki amino asitlerin aynı olup olmadığı sorulabilir. İkinci yerdekilere ne demeli? Üçüncü? Dördüncü? Ve böylece sürüp gider. Bu sorulann cevabı nı bulmak, ilginç olacaktır ve iki canlı türünün ne kadar yakın olduğunu gösterebilir. Bu da bizim için ilginç bir bilgi olur. öte yandan bizim amacımız için önemli olan nokta, zincirleri karşı laştınmanın, silia ve kamçı gibi karmaşık moleküler makinalann, Dar winci adımlarla nasıl ortaya çıkmış olabileceğini saptamamıza imkan tanımadığıdır. Herhalde bir örnek bunun nedertlni açıklamaya yardım eder. Varsayalım ki, bir köpeğin ön ekiemindeki kemikierlerle atın ön eklemindeki kemikleri karşılaştınyoruz. Ve kemiklerin aynı sayıda ol duğunu ve aynı düzen içinde bulunduğunu gözlemledirtlz. Bunu bilmek ilginç olur ve iki türün birbirine ne kadar yakın olduğunu saptamanıza yardım eder. Bu da önemli bir bilgidir. öte yandan bir atın ön eklemin deki kemikleri köpeğinkilerle karşılaştınmak, kemiklerin başlangıçta na sıl ortaya çıktığını size söylemez. Bunu öğrenmek için modeller oluştur manız, deneyler yapmanız ve daha başka şeyler gerekir. Geçen on yıl da Joumal of Molecular Evolution degisinde yayımlanan makalelerin
YAŞAMIN TEMELiNDEKi TASARIMIN KANITI· 125
hiçbirinin bu tür deneysel çalışmalar ve model oluşturmalar içermediği ortadadır. 10 Makalelerin önemli bir kısmı zincir analiziyle ilgilidir. Yine belirtiyorum, zincir analizi ilginçtir ve çok şey söyleyebilir, ama tek ba şına, karmaşık moleküler makinalann Darwinci süre\; içinde nasıl orta ya çıkınış olabileceğim söyleyemez.
Proceedings of the Nadana/ Academy ofSciences, Celi, The Joumal ofMolecular Biology gibi diğer dergilere baktığınızda hikayenin aynı ol
duğunu görürsünüz. Zincirleri karşılaştıran çok sayıda çalışma var, ama bunların çok azı karmaşık moleküler makinaların Darwinci tarzda üreti miyle ilgilidir. Bunu yapan az sayıdaki çalışma, Darwinci evrimin sorun larını tam anlamıyla test edilemeyecek kadar geniş kapsamlı olduğunu düşünmekte. Eğer bilimsel literarür -dergiler- Darwinci süreçlerin böylesi karmaşık moleküler makinaları nasıl üretebileceği sorusuna cevap vermi yorsa, o zaman niçin çok sayıda bilim adamı söz konusu süreçlerin on ları üretebileceğine inanmaktadır? Bu soruya ayrıntılı bir yanıt vermek güç olsa da, bilim adamlarına, eğitimlerinin bir parçası olarak Darwin'in haklı olduğunun öğretilmesinden dolayı bu inanışın yerleştiğini söyleye bilir. Buna iyi bir örnek, Voet ve Voet'in yazdıkları mükemmel ders kita bı Biochemistıydir. Kitabın ilk bölümünde, öğrencilere biyokimyasal dünya görüşü anlatılır, muhteşem renkli resimler yaşamın nasıl doğup çeşitlendiğine ilişkin ortodoks görüşü açıklar. üstteki resimde, bir volka na, şimşek çarpmalarına, küçük güneş ışınlarına ve çevrede yüzen bazı gazlara yer verilir -öğrencilerden bu resimden yaşamın nasıl doğduğunu çıkarsamalan istenilir-. Ortadaki resimde, yaşamın kökeni denizinden çı kıp bir bakteri hücresine giren bir DNA molekülünün resmine yer verilir -bu yaşamın nasıl geliştiğini bizlere göstermektedir-. (Bakteri tüy gibi gö rünen, çok geri planda kalmış bir kamçıyla resmedilmiştir.) Alttaki resim de ise, evrim değirmeninin öğüttüğü bir dizi hayvanla birlikte Cennet Bahçesi resmedilmiştir. Ortada çıplak halde (kuşkusuz öğrencilerin ilgisi ni çekecektir bu) bir kadınla bir erkek vardır. Yakından baktığınızda ka dının erkeğe bir elma sunduğunu görüyorsunuz. Ve böylece öğrencilere yaşamın nasıl doğduğu üstü kapalı bir şekilde anlatılmış oluyor. 1 O. Behe, Darwin 's, böl.8.
126 · TASARIM
Bu süreçlerin nasıl gerçekleştiği sorusuna ciddi bilimsel yanıtlar bul mak için kitaba baktığınızda, anlan bulamıyorsunuz. Türlerin Kökenlnde Darwin okuyucuların hayal gücüne bir dizi noktayı sunar. Ama hayal kurmak iki ucu keskin bir bıçaktır. Hayal kuran biri bir başkasının kaçır dığı noktalan yakalayabilir. Veya gerçekte olmayan şeyleri görebilir. Bi lim literatüıü incelendiğinde, Darwinizmin hayal dünyasına sıkı sıkıya bağlı olduğu göıülür. Tasarımı Anlamak Darwin teoremine getirdiğim eleştiriler aslında yeni değildir. Çeşitli bilim adamları, yaşamın biyokimyasının sahiden son derece karmaşık olduğunu ve Darwin'in öngördüğü tedrici işleyişe uymadığını önceden belirtmişlerdir. Dahası başkaları da, bilimsel literatüıün, yaşamın mole küler temellerine ilişkin ço� az açıklamayı içerdiğini ortaya koymuştu. Santa Fe Enstitüsü'nden Stuart Kauffman, Chicago Üniversitesi'nden Ja mes Shapiro ve Massachusetts Üniversitesi'nden Lynn Margulis, doğal ayıklanmanın yaşamın bazı yanlarını iyi açıklamadığını belirtmişlerdi. Benim diğer eleştirmenlerden farkım sunduğum alternatif bakımın dandır. Silia, kamçı ve diğer moleküler maklnalara baktığınızda, onla nn tasarlanmış -zeki bir fail tarafından bir amaca binaen- gibi göıün düklerini yazmıştım. Bu fikrim bir parça dikkat çekti. Beni eleştirenlerin bazıları Roma'ya bağlı bir katolik olduğumu ve dolayısıyla zekl tasarım önerisinin bilimsel değil dinsel olduğunu ifade ettiler. Buna katılmıyo rum. Bu örneklerde zeki tasarım çıkarımının tamamen amprik olduğu nu düşünüyorum. Yani benim savım, bir nesnenin tasarlanmış olduğu sonucuna nasıl vardığımızın açıklamasıyla birlikte, bütünüyle fiziksel kanıta dayanmaktadır. Gündelik hayatımızda bilinçli ya da bilinçsiz olarak bazı şeylerin tasarlandığına diğerlerinin ise tasarlanmadığına ka rar veririz. Bunu nasıl yapıyoruz? Bu çıkarımlara nasıl ulaşıyoruz? Bir nesne ya da sistemin tasarlandığı sonucuna nasıl vardığımızı anlamak için ormanda bir arkadaşınızla yüıüdüğünüzü varsayın. Ani den arkadaşınız bir sarmaşık tarafından ayak bileğinden çeklldi ve ha vada asılı kaldı. Onu yere indirdikten sonra durumu değerlendirmeye
YAŞAMIN TEMELiNDEKi TASARIMIN KAN!Tı • 127
başladınız. Sarmaşığın aşağıya doğru eğilmiş bir ağaç dalına bağlı oldu ğunu ve yerdeki bir kazıkla tutulduğunu fark ettiniz. Sarmaşık yaprak larla örtülü olduğu için onu fark edemediniz. Parçaların düzenleniş bi çiminden yola çıkarak bunun bir rastlantı olmadığı -bunun tasarlanmış bir tuzak olduğu- sonucuna vardınız. Çıkarımınız dinsel bir inanca de ğil tastamam fiziksel kanıta dayalıdır. Sarmaşık tuzağıyla ilgili birkaç soru daha soralım. ilkin, onu kim ta sarladı? Bir süre düşündükten sonra, bu soruya cevap vermek için ye terli bilgiye sahip olmadığımızı anlarız. Belki sizin ya da arkadaşınızın bir düşmanı; yahut bu bir oyun olabilir. Daha fazla bilı,1ye sahip olma dan onun kimin tasarladığını bilemezsiniz. Yine de tuzağın parçalarının birleşiminden onun tasarlandığı sonucuna varabilirsiniz. !kinci soru; tu zak ne zaman tasarlandı? Yine bir süre düşündükten sonra, bu soruya yanıt vermek için yeterli bilgiye sahip olmadığınızı anlarsınız. Daha fazla veriye sahip olmadan, tuzağın bir saat önce mi,. bir gün önce mi yoksa daha uzun bir zaman önce mi tasarlandığını bilemezsiniz. Ama yine, tuzağın parçalarının birleşiminden yola çıkarak tasanın olgusunu çıkarsayabilirsiniz. Temel nokta, tuzağın kim tarafından, nerede, ne za man, niçin ve nasıl tasarlandığını öğrenmek için ilave bilgilere ihtiyacı nızın olduğudur. Ancak tuzağın tasarlandığı gerçeğini, sistemi gözlem leyerek doğrudan anlayabilirsiniz. Her ne kadar tasarımı kolaylıkla ve sezgisel olarak anlasak da, aka demik açıdan sağlam bir yolla bu anlayış dile getirilebilir. Tasarım soru nuna felsefi ve bilimsel açıdan geçerli bir yaklaşımın mükemmel bir baş langıcı, matematikçi ve düşünür William Dembski'nin The Design Infe rence: Eliminating Chance through Smalf Probabilities adlı eseridir. ı ı Son söz olarak, bu makalenin başında yer verdiğim alıntıya dönmek istiyorum. Bana göre, sağlam amprik gözleme dayanarak, Joseph Car dinal Tarzinger'le birlikte şu sonuca varmak için geçerli nedenlerimiz vardır: 11.
w. Dembski, The Design Inference: Eliminating Chance through Sma/1 Pro babi/ities (cambridge: cambridge University Press, 1998).
128 · TASARIM
"Canlı varlıklann büyük projeleri şans ve hatanın ürünleri değildir... Onlar yaratıcı bir Aklı işaret eder, yaratıcı bir Zekayı bizlere gösterir ler ve bunu, günümüzde eskisinden çok daha açık ve aydınlatıcı bir şekilde yaparlar."
EKLER
Michael J. Behe
Zeki Tasarıma Yönelik Bilimsel Eleştirileri Yanıtlamak
Giriş
1
859'da Darwin büyük eseri Türlerin KökenPııi yayımladı. Bu eserinde, doğanın zengin çeşitliliği ve karmaşıklığının salt kör fiziksel süreçlerin işleyişiyle nasıl meydana geldiğini açıkladı. önerdiği mekanizma elbette rastgele değişim üzerinde etkili olan doğal ayıklan maydı. Kısaca, Darwin, şans eseri meydana gelen değişimlerin, yaşam mücadelesinde avantaj tanıdığı, bir türün üyelerinin hayatta kalmaya ve çoğalmaya eğilim göstereceklerini ileri sürdü. Eğer değişim kalıtsal olabilirse, zamanla türün özellikleri değişecekti. Ve uzun zaman sürele ri boyunca belki de büyük değişimler gerçekleşecekti. Bu zarif bir düşünceydi. Lakin Darwin, öne sürdüğü mekanizma nın lıerşeyi açıklayamadığını biliyordu ve Türlerin KökenPnde, teore mini yargılamak için bir ölçütü ileri sürmüştü: "Çok sayıda ardtl küçük değişimlerle muhtemelen oluşmamış herhangi bir karmaşık organın varlığı kanıtlanırsa, benim teoremim kesinkes geçersizleşir.''1 öte yan dan, "böyle bir örneğe rastlayamadığını" ekleyerek, kendince haklı 1. C. Danvin, The Origin ofSpecies (1856; yeni baskı, New York, Bantam Books), s. 154.
134 · TASARIM
olarak teoreminin kolaylıkla çürütülmesinden onu korumaya çalışmış ve kanıtlama yükünü, "muhtemelen oluşmamış" bir şeyi gösterme işi ni rakiplerinin üzerine yıkmıştı -ki bilimde bu yükün altından kalkmak esasen imkansızdır-. Yine de şunu soralım: Darwin'in ölçütüne en azından potansiyel olarak ne uyabilir? Ne tür bir organ ya da sistem, çok sayıda ardıl küçük değişimlerle oluşmamış olabilir? iyi bir başlan gıç noktası, indirgenemez ölçüde karmaşık olan bir organ ya da sis temdir. Danvin 's Black Box: Tlıe Bioclıenıical Challenge to Evolution adlı kitabımda, indirgenemez ölçüde karmaşık olan sistemi şöyle tarif ettim: "Temel bir işleve katkıda bulunan, hayli uyumlu, etkileşim içinde olan parçalardan oluşmuş ve herhangi bir parçanın çıkanlması du rumunda sistemin işlevinin fiilen sona erdiği bir sistemdir. "2 indirgenemez ölçüde karmaşık bir sisteme gündelik hayatımızdan verilebilecek iyi bir örnek, basit mekanik fare kapanıdır. Sıradan bir fa re kapanı, tahta platform, çıkıntılı uçlan olan bir yay, çekiç, tutucu çu buk ve kilit dili gibi çeşitli parçalardan oluşur. Eğer fare kapanında çe kiç ya da yay veya platform olmazsa, bir farenin yansını hatta çeyre ğini bile yakalayamaz. Aslına bakarsanız hiç fare yakalayamaz. Bu yüzden fare kapanı indirgenemez ölçüde karmaşıktır. indirgenemez öl çüde karmaşık sistemlerin Darwin teoreminin başağnsı olduğu ortaya çıkmıştır, çünkü onlar Darwin'in tasavvur ettiği şekilde, yavaş, adım adım ilerleyen bir süreç içinde oluşmaya direnirler. Geçen yarım asırda biyoloji göz kamaştıneı bir hızla ilerlediğinden, yaşamın temeli olan hücrede fare kapanı gibi indirgenemez ölçüde kar maşık çok sayıda sistemin bulunduğunu keşfettik. Bu noktada tek bir örneği, bakteri kamçısını dile getireceğim. Kamçı bazı bakterilerin yüz mek için kullandıkları, kelimenin tam anlamıyla bir dış motordur. Mo torbotu gibi dönen bir organdır, sıvıyı ileri itmesi için ilerleticiyi döndü rür, zamanla bakterinin ileriye doğru hareket etmesini sağlar. ilerletici 2. M.J. Behe, Darıvin's Black Box: Tlıe Biochemica/ Challenge to Evoludon (New York: Free Press, 1996), s. 39.
ZEKi TASARIMA YÖNELiK BiLiMSEL ELEŞTiRiLERi YANITLAMAK· !3S
olarak işlev gören uzun kuyruk, ilerleticiyi hareket miline bağlayan ho ok bölgesi, dönme enerjisini karşılamak için dışanndan bakterinin içine akan asit akımını kullanan motor, ilerletici dönerken yapıyı zar düzle minde sabit tutan sabitleyici, hareket milinin bakteri zannı ileri itmesi ni sağlayan destekleyici madde gibi parçalardan oluşur. Motor, ilerleti ci, hareket mili ya da hook bölgesinden biri eksik olduğunda kamçı ça lışmaz. Genetik çalışmalar, kamçının oluşması ve faaliyete geçmesi için kırk farklı protein türüne gerek olduğunu ve bunlardan birinin eksikli ğinde, kamçının eskisinin yansı hatta çeyreği kadar bile hızlı iş göreme yeceğini göstermiştir. Bu durumda kamçı çalışmaz, hatta hücre içinde oluşamaz. Fare kapanı gibi kamçı da indirgenemez ölçüde karmaşıktır. Yine fare kapanı gibi onun da "çok sayıda ardıl küçük değişimlerle" ev rim sonusu oluştuğunu hayal etmek son derece zordur. Aslında bilim sel literatüre bakıldığında, kamçının Darwinci evrim süreci içinde nasıl ortaya çıkmış olabileceğine ilişkin ciddi aynntılı bir modeli kimsenin ile ri sürmediği görülür. Böyle bir modeli test etmek için deneyler yapmak ise kimsenin aklından geçmez. Hasılı kamçı, Darwin'in ölçütünü karşı layan ciddi bir adaydır. "Çok sayıda ardıl küçük değişimlerle" oluşması pek muhtemel olmayan bir sistem var elimizde. Kamçının kökenine ilişkin alternatif bir açıklama var mıdır? Sanının var ve bunu görmek gerçekte hiç de zor değil. Lakin bunu görmek için biraz alışılmadık bir şeyi yapmamız gerekiyor: Bir kuralı ihlal etmek zo rundayız. Söz konusu kural açıkça pek dile getirilmez. Ancak Christian de Duve, 1995'de yazdığı Vital Dust adlı önemli eserinde bu kuraldan söz ediyor: "Bir uyan: Bu kitap boyunca, yaşamın doğal bir süreç oldu ğunu, onun kökeni, evrimi ve insan türü de dahil tezahürlerinin, can sız süreçlerde olduğu gibi aynı yasalar tarafından yönetildiğini öngören baskın kurala uymaya çalıştım. " 3 Bilimsel dergilerde bu kurala hep uyulur, bazen ruhen ihlal edilse de hiç değilse kağıt üzerinde ona uyulur. örneğin birkaç yıl önce Brandeis Üniversitesi'nde biyoloji profesörü olan David DeRosier, bakteri kamçısı 3. C. de Duve,
Vital Dust: Life asa Cosmic Imperative 1995), s. xıv.
(New York: Basic Books:
136 · TASARIM
hakkında bir inceleme yayınlamıştı. Bu makalede şunu dile getirdi: "Kam çı, diğer motorlardan çok daha fazla ölçüde, bir insan tarafından tasarlan mış bir makinaya benzemektedir. "4 Aynı yıl Ce// dergisi "Makronıoleküler Makinalar" üzerine özel bir sayı çıkardı (sayı, Şubat 6, 1998). Derginin kapağında, arka planda bir saatin (belki de Willianı Paley'e ait) bulundu ğu, hayvan şeklinde bir protein resmedilmişti. Dergideki makaleler, "Pro tein Makinalarının bir Toplamı Olarak Hücre", "Polinıerazlar ve Replizonı: Makinalar içindeki Makinalar" ve "Splisozomun Mekanik Araçları: Motor lar, Saatler, Yaylar ve Nesneler" gibi başlıklara sahipti. içindekiler sayfa sında giriş babından şu ifadeye yer verilmişti: "Makroskopik dünyayla et kin şekilde ilgilenmek için insanların icat ettikleri nıakinalar gibi, protein toplulukları da hayli düzenli şekilde çalışan parçalan içerir." o halde şayet kamçı ve diğer biyokimyasal sistemlerin, "bir insan tarafından tasarlanmış" ya da "insan tarafından icat edilmiş nıakinala ra" benzediği izlenimini bilim adamlarında uyandırmışsa, niçin bu bilim adamları, onların belki de sahiden zeki bir varlık tarafından tasarlanmış olabileceği fikrini fiilen göz önüne almıyorlar? Bunu yapmazlar çünkü bu, kuralı ihlal eder. Ama bazen biri kendini neşeli hissettiğinde, uya rıyı iplemeyip birkaç kuralı ihlal edebilir. Aslında Darwin 's Black Box adlı kitabını da ben de tam da bunu yaptım. Darwinci evrim yerine, hücrede bulunan indirgenemez ölçüde karmaşık moleküler makinalann daha ikna edici açıklamasının, David deRosier ve Ce/1 dergisinin editör lerinin de kavradıkları gibi, onların tasarlandığı -zeki bir fail tarafından bir amaca binaen tasarlandığı- görüşü olduğu ileri sürdüm. Tasarımı nasıl kavradığımıza burada değinmeyeceğim. Bunun için okuyuculara Willianı Denıski'nin Tlıe Design Inference adlı kitabını öneririm.s Zeki tasarımın hayli açık bir hipotez olduğunu düşünmeme rağmen, kitabım pek çoklarını hayrete düşürdü ve etraflı şekilde incelendi. Tlıe New York Times, Tlıe Washington Post, The Allentown Morning Cal/ 4. D.J. DeRosier. "The Turn of the Screw: The Bacterial Flagellar Motor", Celi 93 (1998): 17-20. 5. W.A. Dembski, Tlıe Design ınference: Eliminating Chance tlırough Small Probabilities (Cambıidge, Cambıidge University Press, 1998).
ZEKi TASARIMA YÖNELiK BiLiMSEL ELEŞTiRiLERi YANITLAMAK· 137
gibi tüm büyük medya kuruluşları kitabımı ele aldı. Beklenildiği gibi herkes benimle aynı görüşte değildi. Gerçekte benim savıma karşılık, bazı bilim adanılan, onlara göre zeki tasarım savını ya gölgeleyen ya da doğrudan çürüten deneysel sonuçlan gösterdiler. Bu makalenin ge ri kalan kısmında, bu karşıt örnekleri ele alacağım. Onların Darwiniz mi desteklemediklerini, aksine zeki tasarım teoremiyle daha iyi örtüş tüklerini göstereceğim. Bundan sonra yanlışlanabilirlik meselesine eğileceğim. "Evrilmiş" Bir Operon Brown Üniversitesi'nde hücre biyoloğu olan Kenneth Miller yakın zamanda Finding Darwin 's God adlı bir kitap yazdı. Bu kitabında, ben de dahil baztlannın eleştirilerine karşı Darwirtlzmi savundu. Darwin 's Black Box adlı kitabımı çürütmeye adadığı bir bölümde, Darwinizmin indirgenemez ölçüde karmaşıklıkla başa çıkıp çıkmadığının "hakiki bir test"inin, "moleküler genetiğin araçlarını kullanarak mevcut çok parça lı bir sistemi ortadan kaldınp, evrimin onun yerini başka bir sistemle doldurup doldurmayacağını görmek" olduğunu haklı olarak dile getirir. 6 Daha sonra Miller, Rochester Üniversitesi'nden Bany Hall'ın geçen yir mi beş yıl boyunca, E.coli'deki laktoz-kullanımı sistemininin deneysel evrimi üzerine yaptığı dikkatli çalışmalarından söz eder. Lac operon adındaki bu sistemin nasıl çalıştığına kısaca bakalım. E.coli'nin lac operonu, laktoz adındaki şeker türünün metabolizmasın da yer alan çeşitli proteinleri kodlayan genleri içerir. Lac operonun per mease adındaki bir proteini laktozu hücre zarından içeri taşır. Diğer protein de galactosidase adındaki bir enzimdir. Bu enzim laktozu iki bi leşenine, galaktoz ve glukoza ayınr. Daha sonra hücre bu bileşenleri kullanır. Laktoz ortamda nadir bulunduğu için, bakteri hücresi laktoz elde edilene değin genleri çalıştırmaz. Çalışma kontağı repressor adın daki başka bir protein tarafından kontrol edilir. Bu proteinin geni ope ronunkinin hemen yanındadır. Genelde repressor lac operona bağlanır, 6. K.R. Miller, Finding Daıwin 's God, A Scientist's Search far Common Ground between God and Evolution (New York: Cliff Street Books, 19999, s. 145.
138 · TASARIM
ona fiziksel olarak müdahalede bulunarak çalışmasına engel olur. Öte yandan doğal "inducer" allolaktozun ya da yapay kimyasal inducer IPTG'nin varlığında, repressor, inducere bağlanır ve operonu serbest bırakır. Böylece lac operon enzimlerinin hücre tarafindan sentezlenmesine izin verir. Kenneth Miller, Barry Hall'ın deneylerine ilişkin yorumlannı belirttikten sonra heyecanlı bir şekilde şu tespitte bulunur: "Bir an düşünün: Eğer yeniden evrilmiş bir laktoz sisteminin bağ lantılı biyokimyasal kannaşıklığıyla karşılaşsaydık, onun tasanmı nın zekiliğinden etkilenmez miydik? Laktoz düzenleyici bir zinciri çalıştım. Zincir bir enzimin sentezini başlatır. Enzim de laktozu me tabolizmaya katar. Bu ardıl laktoz metabolizmasının ürünleri lac permease için geni çalıştım. Böylece munzatam miktarda laktoz hücreye girer. indirgenemez ölçüde karmaşık. Galaktosidaz olma saydı permeasenin ne faydası olacaktı? ... Elbette hiçbir faydası ol mayacaktı. "Michael Behe kullandığı mantığı diğer sistemlere de uygulayıp, sis temin tasarlandığı sonucuna varabilirdik. Onun tasarlanmadığını bilmeseydik. Onun evrildiğini biliyoruz, çünkü onun tam da labora tuvarda gerçekleştiğini gözlemledik. Hiç kuşkusuz, biyokimyasal sistemlectn, hatta karmaşık çok parçalı olanlannın bile oluşumu ev rimle açıklanabilir. Bebe yanılıyor. "7 Miller'in çizdiği şema fena halde ve yanıltıcı şekilde abartılıdır. Ger çekte, Miller'in Darwinci cesarete bir örnek olarak gösterdiği çalışma, tasarım için bir güçlük çıkarmaktan ziyade Darwinizmin sınırlarını ve tasarım ihtiyacını göstermektedir. Şu halde Barry Hail gerçekten ne yapmıştı? Hail, 1970'lerin ortala nnda laboratuvarda bakterinin gelişimini inceleyerek, bir E.coli türü üretti. Bu türde lac operonun galaktosidaz enzimini kopyalayan gen çı karılmıştı. Hail daha sonra şunlan yazdı: "Laktoz permease ve glukoz ve galaktozun metabolizmasının yolla n da dahil laktoz metabolizmasının diğer tüm işlevlectnde laktoz hidrolizinin ürünleri bozulmadan kalır, böylece laktoz kullanımının 7, A.g.e., s. 147-7.
ZEKi TASARIMA YÖNELiK BiLiMSEL ELEŞTlRlLERl YANITLAMAK· 139 '
yeniden gerçekleşmesi, yeni bir P-galactosidase işlevinin evrimi gerektirir. "8 Görüldüğü gibi, Miller'in "hakiki bir test" ölçütünün aksine, çok parçalı bir sistem "ortadan kaldınlmayıp", sadece sistemin tek bir bile şeni çıkanlmıştır. Lac permease ve repressor bozulmamış halde kalır. Dahası, göreceğimiz gibi, yapay inducer IPTG bakteri kültürüne eklen miş ve alternatif gizli galactosidase bozulmadan bırakılır. Galactosidase olmazsa, Hall'ın hücreleri, besin kaynağı olarak sa dece laktozu banndıran bir ortama konulduğunda büyüyemezler. öte yandan alternatif besinlerinde bulunduğu bir ortama konulduklannda bakteıi kolonileıi oluşur. Diğer besinler tükendiğinde, kolonileıin bü yümesi durur. Ne var ki Hail birkaç hafta geçtikten sonra bazı koloni lerde hyapnanın(hyphae) yetiştiği gözlemledi. Hiicreleıi hyphaeden ayırdıktan sonra, onlann genelde iki mutasyona sahip olduğunu göz lemledi. Bunlardan biri, "evrilmiş p-galaktosidaz" ("ebg") diye adlan dınlan bir proteini kodlayan gende yer alıyor ve onun etkin bir şekilde laktozu metabolizmaya katmasını sağlıyordu. Ebg geni, lac operondan uzaktaki başka bir operonda bulunuyordu ve kendi repressor proteini nin kontrolü altındaydı. Hall'un bulduğu diğer mutasyon, ebg repres sor proteinini kodlayan gende yer alıyor ve repressorun laktoza yete rince güçlü bağlanmasını sağlayarak, ebg operonun çalışmasına imkan veriyordu. Farklı genlerde iki ayn mutasyonun -hiçbirinin tek başına hücre ge lişimine imkan tanımadığı9- bulunması gerçeği, Hall'ı şaşırttı. Zira Hali, mutasyonlann rastgele ve bağımsız şekilde belirmesi ihtimalinin buna 8. B.G. Hali, "Experimental Evolution ofEbg Enzyme Provides Clues about the Evolution of Catalysis and to Evolutinary Potential", FEMS Microbio/ogy Letters174 (1999), 1-8. 9. B.G. Halt, "Evolution ofa Rugulated Operon in the Laboratory", Genetics 101 (1982), 335-44. 10. B.G.Hall, "Evolution ona Petri Dish, The Evolved �-Galactosidase System as a Model far Studying Acquisitive Evolution in the Laboratory", Evolu tionaıy Biology, ed. M.K. Hecht, B. Watlace ve G.T. Prance (New York Plenum Press, 1982), s. 85-150.
140 · TASARIM
engel olduğunu biliyordu. 10 Hall'ın sonuçlan ve diğer laboratuvarlardan elde edilen sonuçlar, "uyum sağlayıcı mutasyonlar" diye bilinen alanda araştırmaların yapılmasına yol açtı.11 Hali sonradan şunları yazmıştı: "Uyum sağlayıcı mutasyonlar, uzun süreli, ölümcül olmayan ayık lanma sırasında, yavaşça bölünen ve bölünmeyen hücrelerde ger çekleşen mutasyonlardır. Bu mutasyonlar, ortaya çıkan mutasyon lann, hücrenin gelişmesine faydalı olan mutasyonlardan ibaret ol duğu yönündeki anlayış bakımından ayıklanmaya meydan okuyan, özel mutasyonlar olarak gözükmektedir. Özellik meselesi tartışmalı olagelmiştir, çünkü hücre üzerindeki etkilerine göre mutasyonların gelişigüzelliği hakkındaki en temel varsayımlarımızı uymamakta dır. "12 Uyum sağlayıcı mutasyonun işleyiş(ler)ini şimdilik bilmiyoruz. On lar henüz sınıflandırılırken, Miller'in yaptığı gibi, "mutasyonların gelişi güzelliği hakkındaki en temel varsayımlarımıza uymayan" süreçlerin sonuçlarının Darwinci evrim lehinde olduğunu belirtmek en azından sa mimi olmayan bir davranıştır. Uyum sağlayıcı mutasyonların doğası bir yana, Barıy Hall'ın so nuçlarının oldukça mütevazi olduğunu düşünmek için güçlü bir ne den, ebg proteinlerinin -repressor ve galaktosidaz- E.coli lac protein leriyle homolog olması ve etkinlik sırasında o proteinlerle üst üste gel mesidir. Mutasyona uğramamış proteinlerin her ikisi de zaten laktoza bağlanır. Laktozun mutasyona uğramamış ebg repressoruna bağlan ması bile ebg operonunun sentezinde 100 katlık bir artışa neden olur.13 Hatta mutasyona uğramamış ebg galactosidase laktozu, hüc renin gelişimini destekleyen "2. sınıf' mutant galactosidaseinkinin yaklaşık %10'u oranında hidrolize edebilir.14 Bu etkinlikier E.colinin 11. P.L. Foster, "Mechanisms of Stationary Phase Mutation: A Decade of Adaptive Mutation", Annual Review of Genetics 33 {1999): 57-88. 12. B.G. Hail, "On the Specifıcity of Adaptive Mutations", Genetics 145 (1997): 39-44.
Hail, "Regulated Operon". 14. HalI, "Experimental Evolution". 13 .
ZEKi TASARIMA YÖNELiK BiLiMSEL ELEŞTiRiLERi YANITLAMAK· 141
laktoza bağlı olarak gelişmesi için yeterli değildir, ama varlıkları yadsı namaz. Hall'ın kaydettiği mutasyonlar, sadece proteinlerin önceden var olan etkinliklerini pekiştirir. Profesör Hall yakın zamanda yazdığı bir makalede, ıs lac ve ebg galaktosidaz enzimlerinin, hayli korunan bir galaktosidaz ailesine ait olduğunun alttm çizdi. Bu ailenin on beş tane aktif amino asit yerinin on üçü aynıdır ve iki milyar yıldan daha uzun bir zaman ·önce gen kopyalanmasıyla türemiştir. Ebg galaktosi dazda bulunan ve onun laktozu hidrolize etme kapasitesini arttran iki mutasyon, aynı olmayan amino asitleri değiştirerek, diğer galaztosi dazlannkine benzetir, böylece onlann aktif yerleri aynı olur. Hasılı herhangi bir deney yapılmadan önce- ebg aktif yeri zaten diğer galak tosidazlannkinin hemen hemen bir kopyasıydı ve tam kopya haline gelerek sadece daha fazla aktifleşti. Hall filogenetik analizle, bu iki mu tasyonun, laktozu hidrolize etme kapasitesini sağlayan E.colideki tek mutasyonlar olduğu -yani E.colideki diğer hiçbir proteinin, hiçbir mu tasyonun bunu yapamadığı- sonucuna vardı. Hail şunlan yazmıştı: "Filogenetik kanıtlar, ya Asp-92 ve Cys/Trp-977 bu yerlere kabul edilebilir tek amino asitler olduğunu ya da bu yerlerde diğer amino asit yer değiştinnelerine yol açabilecek tek bazlı yerine geçmelerin tümünün, çok zararlı olduğu, öyle ki, bunların, o proteinlerin ortak bir atadan türemesinden sonra geçen iki milyar yıl içinde karşı tara fa geçemeyecek kadar hayli seçici bir havzayı oluşturduğunu gös tennektedir. "16 Bu sonuçlar Darwinci süreçlerin yarattctlığına dair abartılı iddialan pek desteklemiyor. Kenneth Miller'in belirttuediği diğer önemli bir husus da, başlangıçta ayn tutulan mutantlann doğada laktozu kullanamamalandır gelişim ortamında yapay IPTG'ye gereksinim duyarlar-. Bany Hall'ın apaçık belirttiği gibi,17 IPTG'nin yokluğunda, hiçbir kaydadeğer mutant görülmez. Bunun nedeni laktozu hücreye taşımak için bir penneaseye ihtiyaç duyulıuasıdır. Öte yandan ebg sadece galactosidase etkinliğine 15. A.g.e.
16. A.g.e.
17. Hail, "Petri Dish".
142 · TASARIM
sahiptir, pennease etkinliğine değil. Bu yüzden deneysel sistem önce den var olan lac permeaseye dayanmak zorundaydı. Lac operon allo lactose ya da lPTG'nin yokluğunda işlevsizleştiği için, Hal! hücrelerin gelişmesine imkan tanıyacak miktarda yapay induceri tüm ortamlara eklemeye karar vermişti. Böylece sistem yapay yoldan zeki müdaha leyle desteklenmişti. Miller'in kitabındaki yazılar, deneyler başladığında, laktoz sisteminin büyük ölçüde zaten hazır bulunduğu, sistemin IPTG ilavesiyle geçersiz evrelerden geçirildiği ve önceden mevcut alan öğeler almayınca siste min çalışmayacağı gibi gerçekleri gizlemektedir. Kuşkucu bir bakış açı sından bakıldığında, Barry Hall'ın hayranlık uyandırıcı titiz çalışması nın, zeki müdahaleyle birleştirilmiş bir dizi miktamutasyon içerdiği gö rülür. Sistemden çıkartılmış bir enzimin etkinliğinin, yalnızca mutas yonlarla hemen hemen aynı aktif yere sahip ikinci bir homolog protein tarafından üstlenilebildiğini gösterdi; ve ancak ikinci repressor laktoza bağlı bulunduğunda ve ancak sistem IPTG tarafından yapay yoldan te tikiendiğinde; ve yine ancak sistemin önceden var alan bir permeaseyi kullanmasına izin verildiğinde, bu gerçekleşir. Benim görüşüme göre, bu sonuçlar, zeki müdahaleye gerek duyan indirgenemez ölçüde kar maşıklık ve Darwinci süreçlerin sınırlı kapasiteleri beklentileriyle tama men uyuşmaktadır. Kanın Pıhtılaşması Zeki tasanma karşı öne sürülen diğer bir örnek de kan pıhtılaşması sistemiyle ilgilidir. Kanın pıhtılaşması pek çok protein parçasını gerekti ren çok ince bir biyokimyasal olaydır. Darwin 's Black Box adlı kitabımın bir bölümünü kan pıhtılaşması sistemine adadım, bunun indirgenemez ölçüde kannaşık olduğunu ve dolayısıyla Darwinci bakış açısında uyma dığını savundum. Öte yandan Ulusal Bilimler Akademisi'nin üyesi, say gın biyokimyacı ve kan pıhtılaşması üzerine uzman biri olan Russell Do olittle, bana katılmadı. 1997'de Bostan Review'de yazdığı bir makalede, kan pıhtılaşması sisteminde yer alan proteinlerin benzerliğini ele alırken, "yeni proteinleri kodlayacak genlerin eski proteinleri kodlayan genlerden
ZEKi TASARIMA YÖNELiK BiLiMSEL ELEŞTiRiLERi YANITLAMAK· 143
gen kopyalanması yoluyla elde edildiğini" belirtti.18 Doolittle'nin gen kopyalanmasını ileri sürüşü, kitabımı inceleyen pek çok bilim adamı ta rafından da tekrarlandı. Ancak bu yaygın bir kanşıklı/;ı yansıtmaktadır. Benzer dizilimlere sahip genler sadece ortak bir kökeni işaret eder, evri min işleyişinden söz etmez. Bu nokta benim savım açısından çok önem lidir ve "ortak köken kanıtı doğal ayık/anmanın kanıtı rfeğildit' vurgusu nu taşır. Organizmalar veya proteinler arasındaki benzerlikler, değişimle türemenin kanıtıdır, evrimin değil. öte yandan doğal ayıklanma evrimin nasıl gerçekleşmiş olabileceğine -onun işleyişine- dair öne sürülen bir açıklamadır ve dolayısıyla eğer mesele örtbas edilmeyecekse başka ka nıtlarla desteklenmelidir. Daha sonra Doolittle, "Fibrinogen eksikliği fareyi·plasminogen ek sikliğinin pleiotropik sonuçlarından kurtarır" adlı bir makale yazdı. ı 9 Kısaca açıklamak gerekirse, fıbrinogen pıhtı maddesinin kaynağıdır; plasminogen ise pıhtıyı bozan proteindir." Doolittle şunları yazmıştı: "Son zamanlarda plaminogen [sic] geni fareden çıkarıldı ve bekle nildiği gibi fare, pıhtılaşma olayında güçlükler yaşadı, çünkü fibrin pıhtılan teınizlenememiştir. Bundan kısa bir süre sonra, aynı araş tınuacılar başka bir fareden fibrinogen genini çıkardılar. Yine bekle nildiği gibi, fare hastalandı, gerçi bu sefer sorun kanamaydı. Ve bu iki kare çiftleştirildiğinde ne oldu dersiniz? Her iki genden de yok sun olan yavru fare nonualdi! İndirgenemez ölçüde kanuaşıklık id dialarının aksine, tüm protein kompleksine gerek yoktur. Müzik ve ahenk küçük bir orkestradan çıkabili r."20 Burada kast edilen sav, daha basit bir pıhtılaşma sisteminin plasmi nogen ve fibrinogen gibi öğelerden yoksun olabileceği ve belki gen kop yalanması yoluyla modem pıhtılaşma sistemine doğru evrilebileceğidir. 18. R.F. Doolittle, "A Delicate Balance", Boston Review, Şubat/Mart 1997, s. 28-9. 19. T.H. Bugge, K.W. Kombrinck, M.J. Flick, C.C. Daugberty, M.J. Danton ve J.L. Degen, "Loss of Fibrinogen Rescues Mice from the Pleiotropic Effects of Plasminogen Defıciency", Cell 87 (1996): 709-19. 20. Doolittle, "Delicate Balance".
144 · TASARIM
Öte yandan bu yorum Bugge ve arkadaşlannm dikkatlice okunduğunu göstermiyor.2 ı Bugge ve arkadaşlan, makalelerinde, farede plasminogen eksikliği nin ölüm, ülser, şiddetli tromboz ve yaraların iyileşmesinin gecikmesi gibi çok sayıda soruna yol açabileceğini belirtiyorlar. öte yandan fibri nogen eksikliği pıhtılaşmanın gerçekleşmemesi, sık sık kanama ve ha milelik sırasında dişilerin ölmesiyle sonuçlanır. Bugge ve arkadaşlannm altını çizdiği nokta, eğer iki eksik zincir çaprazlanırsa, ortaya çıkan plasminogen ve fıbrinogen eksikliğinin, yavru fareyi, sadece plasmino genden yoksun farenin yakalandığı hastalıklann çoğundan kurtaraca ğıdır. Makalenin başlığı farenin bazı ölümcül sonuçlardan "kurtulduğu nu" vurguladığı için, insan, yanılarak, iki genden yoksun farenin nor mal olduğu izlenimine kapılıyor. Normal değildir. Bugge ve arkadaşla rının özet kısımda belirttikleri gibi, "plasminogen ve fibrinogenden yok sun fare sadece fıbrinogenden yoksun fareden fenotip açıdan ayırt edi lemez. " 22 Başka bir deyişle, iki genden yoksun fare, sadece fibrinogen den yoksun olan farenin sahip olduğu tüm sorunlara sahiptir: Pıhtı oluşturamazlar, kanama geçirirler, hamile dişiler ölür. 23 Bunlar kuşku suz evrimsel ara yapılan sunmazlar. Muhtemel açıklama açıktır. Sadece plasminogenden yoksun farenin patalojik hastalık belirtilerine açıkçası temizlenmemiş pıhtılar yol açar. Lakin fıbrinogenden yoksun fare pıhtı oluşturamaz. Dolayısıyla temiz lenmemiş pıhtılardan kaynaklanan sorunlar gerek fıbrinogenden yok sun farede gerekse hem fıbrinogen hem de plasminogenden yoksun fa rede gözükmez. Yine de fıbrinogenden yoksun farede gözüken pıhtılaş ma eksikliğine eşlik eden ciddi sorunlar her ikl genden de yoksun fare de ortaya çıkmaya devam eder. Hamile dişiler yine ölür. 21.
Bugge ve arkadaşları., "Loss".
22. A.g.e. 23. T.T. Suh, K. Holmback, N.J. )ensen, C.C. Daugherty, K.Small, D.I. Siman, s. Potter ve J.L. Degen, "Resolution of Spontaneous Bleeding Events but Failure of Pregnancy in Fibrinogen-Deficient Mice", Genes and Deve!op
ment 9 (1995): 2020-33.
ZEKi TASARIMA YÖNELiK BiLiMSEL ELEŞTiRiLERi YANITLAMAK· 145
öte yandan indirgenemez ölçüde karmaşıklık konusuyla ilgili önemli nokta, her iki genden de yoksun farenin daha basit ama hala çalışan bir pıhtılaşma sistemine sahip olmamasıdır. Söz konusu işlevsel bir pıhtılaşma sistemine sahip değildir. Bu kan pıhtılaşmasının Darwin ci evriminin kanıtı değildir. Dolayısıyla sistemin indirgenemez ölçüde karmaşık olduğuna dair benim savım bu örnekle çürütülmemektedir. Aynı laboratuvann yaptığı diğer bir çalışma, kan pıhtılaşması siste minin indirgenemez ölçüde karmaşık olduğu görüşüyle uyuşmaktadır. Doku faktörü ve prothrombin adlı diğer pıhttlaşma öğelerirtl kodlayan genlerin "çıkanldığı" farelerle yapılan deneyler, bu öğelerin pıhtılaşma için gerekli olduğunu ve yokluklannda organizmanın ciddi ölçüde so run yaşadığını göstermiştir.24 Yanlışlanabilirlik Şimdi de yanlışlanabilirlik konusunu ele alalım. Öncelikle belirtme liyim ki, çoğu bilim felsefecisi yan!ışlanabilirliği, geçerli bir bilimsel te oremin zorunlu bir özelliği olarak görmez. Ne var ki. yanlışlanabilirlik hesaba katılması gereken önemli bir faktördür, çünkü. bir teoremin ger çek dünyayla irtibat kurularak yanlış olduğunun gösterilebildiğini bil mek sevindiricidir. Zeki tasanma karşı sık sık yapılan suçlama onun yanlışlanamaz ya da test edilemez olduğudur. örneğin, Ulusal Bilimler Akademisi yakın zamanda çıkardığı, Science and Creationism adlı bir kitapçıkta şunu yazıyor: "Zeki tasanm...bilim değildir, çünkü bilimsel metotlarla test 24. T.H. Bugge, Q. Xiao, K.W. Kombrinck, M.J. Flick, K. Holmback, M.J. Dan ton, M.C. Colbert, D.P. Witte, K. Fujikawa, E.W. Davie ve J.L. Degene, "Fa
tal Embryonic Bleeding Events in Mice Lacking Tissue Factor, the Cell-As sociated Initiator of Blood Coagulation", Proceedings of the National Aca demy of Sciences of the United StEtes of America 9:, (1996): 6258-63:
W.Y. Sun, D .P. Witte, J.L. Degen, M.C. Colbert, M.C. Burkart, K. Holmback, Q. Xiao, T.H. Bugge ve S.J. Degen, "Prothrombin Deficiency Results in Embryonic and Neonatal Lethality in Mice", Proceedings of the Nadonal Academy of Sciences of the United StEtes pf America 95 (1998): 7597760 2.
146 · TASARIM
edilemiyor. "25 Bu iddia, şimdiye kadar dile getirdiğim eleştirilerle çeliş mektedir. Açıkçası, Russell Doolittle ve Kenneth Miller, zeki tasanmı çürütme maksatlı bilimsel savlan savunmuşlardı. Eğer Bugge ve arka daşlannın elde ettikleri sonuçlar,26 Doolittle'nin başta düşündüğü gibi çıksaydı ya da Barry Hall'ınçalışması, Miller'in ifade ettiğini sahiden gösterseydi, onlar, indirgenemez ölçüde karmaşıklığa dair savlanmın ciddi bir darbe aldığına inanacaklardı. Her iki durum aynı anda geçerli olamaz. Bir kimse hem zeki tasan mm yanlışlanamaz (ya da test edilemez) olduğunu hem de onun aley hinde kanıtlann bulunduğunu söyleyemez. O ya yanlışlanamazdır ve deneysel suçlamanın ötesinde huzur içindedir ya da gözlemlerimiz te melinde eleştirilebilir ve dolayısıyla test edilebilir özelliğe sahiptir. Eleş tirel inceleme yapanlann zeki tasarıma karşı savlar (bilimsel olsun ya da olmasın) geliştirmesi gerçeği, zeki tasarımın aslında yanlışlanabilir ol duğunu göstermektedir. üstelik, zeki tasanın, Miller ve Doolittle'nin işaret ettikleri düpedüz laboratuvar deneyleriyle yanlışlanabilmeye son derece açıktır. Şimdi madalyonun öbür yüzüne bakıp, soralım: Belli bir biyokim yasal sistemin Darwinci bir süreçle oluştuğu iddiası nasıl yanlışlana bilir? Kennetlı Miller, doğal ayıklanmanın indirgenemez ölçüde kar maşıklık üretme kapasitesini ölçmek için bir "test" öne sürmüştü. Da ha sonra zeki tasarımın testten geçtiğini ve kuşkuya yer bırakmaya cak şekilde yanlışlandığını ilan etmişti. Ancak eğer E.coli, benim ke sinkes gördüğüm gibi, laktoz-sistemi "test"inden geçemezse, Miller, Darwinizmin yanlışlandığını düşünecek miydi? Elbette hayır. Barry Hall'ın yanlış bakteri türüyle deneye başladığını ya da yanlış seçici baskıyı kullandığını veya buna benzer şeyleri söyleyecekti. Hasılı an laşılan onun "testi" Darwinizmin bir testi değildir; o yalnızca zeki ta saomı test etmiştir. 25· National Academy of Sciences, Science and Creationism: A View from the National Academy of Sciences (Waashington, D.C.: National Academy Press, ı 999), s. 25.
26. Bugge ve arkadaşları., "Loss".
ZEKi TASARIMA YÖNELiK BiLiMSEL ELEŞTiRiLERi YANITLAMAK· 147
Aynı tek taraflı testi Russell Doolittle da kullanmıştı. Bugge ve ar kadaşlarının sonuçlarını zeki tasarıma karşı kullanmıştı. Ancak sonuç ların onun başta düşündüğünün aksini gösterdiği an!aştlınca, profesör Doolittle Darwinizmden vazgeçmedi. O halde görünen o ki, bazılarının düşündüklerinin aksine, zeki ta sanın en azından tartıştığımız noktalar temelinde yanlışlanabilmeye hayli açıktır. öte yandan Darwinizm yanlışlanabilmeye oldukça kapalı görünmektedir. Bunun nedeni, belli bir biyokimyasal sisteme, diyelim bakteri kamçısına ilişkin ikl görüşün temel savlan incelendiğinde anla şılabilir. Zeki tasarımın savı, "zeka içenneyen bir sürecin bu sistemi üretemeyeceği"dir. Darwinizmin savı ise, "zeka içenneyen bir sürecin bu sistemi üretebileceği"dir. llk savı yanlışlamak için, en azından zeka içenneyen bir sürecin sistemi üretebildiğini göstennek yeterlidir. İkinci savı yanlışlamak için, sistemin, potansiyel olarak sonsuz sayıdaki zeka içermeyen olası süreçlerden herhangi biriyle oluşam;ıyacağını göster mek gerekir ki, bunu yapmak fiilen imkansızdır. Fillen yanlışlanamayan bir teoremi kabul etmenin tehlikesi, bilimin, söz konusu inancın gerçekliğe tekabül edip etmediğine �.arar vennek için hiçbir yola sahip olmayışıdır. Bilim tarihi içinde, bilim camiası, evrensel esir maddesi gibi aslında doğru ve gerçek olmayan pek çok şeye inan mıştır. Bu inançları sınamanın bir yolu olmasaydı, bilimin ilerleyişi önemli ölçüde ve olumsuz bir şekilde bundan etkilenirdi. Bizim örneği mizde, Darwinizmin kapsamlı savlan gerçekten doğru değilse, onun yanlışlanamazlığı bilimin başarısızlığa uğramasına yol açar ki, ben de açtığına inanıyorum. Şu halde ne yapılabilir? Cevabın, yanlışlanamaz bir teoremi hiç ele al mamak olduğunu düşünmüyorum. Herşeyden önce, her ne kadar yan lışlanamaz olsa da, Darwinizmin savlan potansiyel olarak müspet bir şe kilde kanıtlanabilir. Örneğin, eğer bazı bilim adanılan, Darwinci süreçler le bir kamçının (ya da onunla eşit ölçüde kannaşık başka bir sistemin) üretildiğini gösteren bir deney yaparsa, o zaman Darwinci sav onaylan mış olur. Sorun sadece olumsuz sonuçlar nezdinde ortaya çıkmaktadır. Çeşitli adımların tarif edilebileceğini düşünüyorum. öncelikle, bir te oremin ne zaman yanlışlanamaz olduğunun farkına vannak -bilincinde
148 · TASARIM
olmak- gerekir. İkincisi, yanlışlanamaz bir teoremin savunucusunun, te oremin savlarını müspet şekilde kanıtlamak için olabildiğince çaba sarf etmelidir. üçüncüsü, Darwin'in "Çok sayıda ardıl küçük değişimlerle muhtemelen oluşmamış herhangi bir karmaşık organın varlığı kanıtla nırsa, benim teoremim kesinkes geçersizleşir" şeklindeki ölçütünün, "eğer çok sayıda ardıl küçük değişimlerle büyük olasılıkla oluşmamış, karmaşık bir organ varsa ve eğer onun ya da ona benzer yapıların böy le oluşabileceğini gösteren hiçbir deney yoksa, o zaman herhalde bizler yanlış kapıyı çalıyomzdur. O HALDE GELİN BAZI KURALLARI ÇİGNE YELİM!" şeklinde gevşetilmesi gerekir. Elbette insanlar hangi noktada kuralların çiğneneceğine karar ver mekte farklı eğilimlere sahip olabilirler. Ancak en azından realist bir öl çütle yanlışlanamazlığa karşı bir kanıt elde edilebilir. En azından ondan sonra Doolittle ve Miller gibi insanlar, düşündüklerinin aksini gösteren bir deneyi dile getirdiklerinde risk altına girmiş olurlar. En azından on dan sonra bilim yanlışlanamazlık alışkanlığından kurtulup, yeni düşün celeri tasavvur edebilir.
Stephen C. Meyer
Zeki Tasarımın Bilimsel Konusu
Naturalist Olan Köken Teoremleriyle Olmayan Köken Teoremleri Arasındaki Metodolojik Denklik Türlerin Kökeni boyunca Darwin, kabul edilen "yaratılış teore mi"nin bilimsel konumuna sürekli karşı çıkar. Yaratılışçı rakiplerini, sık sık suçlar, sadece kesin bilimsel verilere dayalı açıklamalarda buluna madıklan için değil, aynca bilimsel açıklama sunmayı başaramadıklan için. Aslında Darwin'in değişimle, türemeyle ilgili bazı savlan, özel ya ratılışçtlann bilmedikleri, bazı yeni keşfedilmiş gerçeklere değil, fosil di zisi, homoloji ve biyocoğrafik dağılım gibi, pek çok yaratılışçıyı ne şa şırtmış ne de zor duruma sokmuş, ancak Darwin'e göre, yaratılışçılann yerli yerinde bilimsel yolla açıklayamadıklan olgulara dayanıyordu_! Darwin'in eleştiride bulunurken sorguladığı husus, o zamanki yaratılışçı 1. Söz gelimi Louis Agassiz gibi yarattlışçtlar, fosil kayıtlannda stratigrafik ko londa yukan doğru çıktldıkça görülen, artan karmaşıklıktaki organizmaların silsilesini açıklamak için ardtl (zaman içinde kopuk) yarattın edimleri kavra mını benimsemişlerdir.
150 · TASAR iM
teoremleıin modern bir deyişle "ampıik yeterliliği" değil, daha ziyade yaratılışçı programın metodolojik (ve dolayısıyla bilimsel) geçerliliğiydi. Böylece Darwin, "lakin bu bilimsel bir açıklama değildir" diyerek homo lojinin yaratılışçı açıklamasını gözardı etmişti.2 Darwin'in yaratılışçılığın geçerliliğini reddetmesinin altında, on dan önceki naturalistleıin sahip olduğundan büsbütün farklı bir bilim anlayışı yatar. 3 Darwin'in yaratılışçı ve ideliast raklpleıine saldınlan, yeni yeni beliren bir pozitivist4 "episteme"i kısmen ifade ediyor ve
2.
3. 4.
Homoloji çeşitli organizmaların yapısal özelliklerinde gözlemlenen benzerlik tir. örneğin, yarasa, yunusbalığı, köstebek ve insan beş uçlu ekleme sahip tir. Darwin bu tür benzerliklerin bu organizmaların her birinin ortak bir ata dan geldikleri gerçeğini yansıttığa inanıyordu. öte yandan Louis Agassiz ve Richard Owen gibi yarattlışçt ve idealist biyologlar bu benzerliklerin bir Ya ratatıcının aynı tasanın planını kullanmaktan kaynaklandığını düşünmekte dirler. Biyocoğrafı dağılım, coğrafi bir bölgede organizmalann dağılım şekli demek tir. Daıwin, organizmaların coğrafi dağılım şeklinin, onların ortak bir atadan geldiklerini gösterdiğine inanıyordu, Danvin, Galapagos adalarındaki ispi nozların gaga büyüklüğü ve şekli gibi çeşitli fiziksel özellikler bakımında ser giledikleri farklllıkların derecesinin farklı türler arasındaki mesafelerle ilişkili olduğunu kaydetmişti. Onun bu savı çoğu biyoloğun ispinozların sahiden ortak bir atadan geldiğine inanmalarını sağlamıştı. Darwin'in gözlemleri, tür lerin mutlak sabitliğine inanan 19. yüzyıl biyologlarına meydan okumuşsa da, sınırlı ölçüde bazı değişimlerin olabileceğine inanan ve farklı coğrafi böl gelerde ayn yaratılış olaylarını öne süren yaratılışçı biyologları zor duruma sokmuş değildir. Bkz. W.M. Ho, Methodological Issues in Evolutionary The oıy (Ph.D. diss., University ofOxford, Oxford, England, 1965), s. 8-68. Charles Danvin, The Origin ofSpecies by Means ofNatura! Selection (1859, yeni baskı, Harmondsworth: Pneguin Books, 1984), s. 334: N.C. Gillespie, Charles Danvin and the Problem with Creation (Chicago: University of Chi cago Press, 1979), s. 67-81. Gillespie, Danvin, s. 1-18, 41-66, 146-56. Burada kullanılan "pozitivizm" kavramı, 1920'lerden sonra ortaya çıkan, A.J. Ayer ve Viyana çevresinin "mantıksal pozitivizm"i değil, 19. yüzyılın büyük bir bölümünde bilim adamlarını etkilemiş genel bir pozitivizrridir. Bir bilim felsefesi olarak ı 9. yüzyıl pozitivizmi Auguste Comte ile ilişkilendirilir. Gillespie (Danvin, s. 41-66, öz!. 54, 167) ve Darwin'in pek çok defteri ve
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU· ISI
yerleştiriyordu. Bu söyleme göre, "ilahi takdir"in ya da "yaratılış pla nı"nın kanıtlanamaz fiillerinin beyanı, teoremlerin bilim dışı diye nite lendirilmesine giderek daha çok hizmet etmektedir. Bu şekilde teoloji nin bilimden aynlması ve bunun temelinde bilimin yeniden tanımlan ması, bir savlamadan ziyade tüm bilimsel teoremlerin ayırt edici özel likierine dair örtük bir varsayımla haklı çıkanlmıştır. Söz konusu özel liklerin düpedüz bilimsel (yani pozitivist) tarafın teoremlerini istenme yen metafizik ya da teolojik inançlardan ayırt edebileceği farzediliyor du. Nitekim gerek Türlerin Kökenı'nde gerekse sonraki yazılannda Darwin, yaratılışçı teoremleri doğalan gereği "bilim dışı" diye nitelen dirmek için adamakıllı bilimsel bir teoremin nelerden oluştuğuna ilişkin bir dizi fikir ileri sürdü. Darwin'e göre, prensipte yarattlışçılığın geçer sizliği, onun araştırma metodundaki hatalarla kanıtlanabilirdi. Bu ha talar arasında, doğa yasalanna gönderme yaparak açıklamada buluna maması5 ve zihin, amaç ve "yaratılış planı" gibi gözlemlenemez ne denleri ve açıklayıcı unsurlan önermesi yer alıyordu. 6 mektubunun (örneğin, Asa Gray ve Charles Lyell'e gönderdiği Temmuz 20, 1856 ve Ağustos 2, 1861 tarihli mektuplar, sırasıyla,!'. Darwin ve A.C. Se ward, ed. More Letters of Charles Darıvin [Landon, Jolın Murray, 1903]: 1, 190), gösterdiği gibi Darwin'in bilim anlayışı Comte'den etkilenmisti. Dar
win, gerçek bilimin Tann'ya referansların (teolOjik evre) ve gözlemlenemez varlıkların (metafizik evre) dışında ilerlemelidir ve yasalara indirgenebilecek
gözlemlenebilir olgulara dayanmalıdır (pozitif bilim). Dolayısıyla Darwin'i pozitivist diye nitelendirmek anakronik olmaz. 5. Darwin belirttiği gibi, "Her bir türün ayn yaratıldığı yönündeki sıradan görüş çerçevesinde bu olguların hiçbirinin - bilimsel bir açıklamasını elde edemeyiz. Yaratıcının, dünyanın geçmiş ve şimdiki sakinlerinin belli bir düzende [fosil
silsilesi] ve belli bölgelerde [coğrafi dağılım] ortaya çıkmalannı emrettiğini; en sıradışı benzerlikleri [homoloji] onlara verdiğini ve altgruplar içeren gruplar
halinde anlan sınıflandırdığını söyleyebiliriz sadece. Ama bu söylem bize ye ni bilgi sunmaz; bu şekilde olguları ve yasaları ilişkilendiremeyiz; hiçbir şeyi
açıklayamayız." Alıntı için bkz. Gillespie, Darwin, s. 76, vurgular benim. 6. Darwin, Origin, s. 201,430,453; V. Kavalovski, The Vera Cause Principle, A Historico-Philosophical Study ofa Meta-Theoretical Concept /rom Newton through Darwin (Ph.diss, University of Chicago, Chicago, Illinois, 1974), s. 104-29.
152 · TASARIM
Darwinizmin sonraki savunucuları bu stratejiyi genişlettiler.7 20. asır boyunca, naturalist kökenli olamayan herhangi bir teoremin mey dan okumasına karşı naturalist evrim teoremlerini savunmaya çalışan lar, bilimsel pratiğin çeşitli normlarına sık sık başvurdular. Bu normlar, tipik şekilde bilim felsefesinden, özellikle mantıkçı pozitivistlerden ve Hempel gibi) devşirilmiş yeni pozitivistlerden (Sör Kari Popper ve ti. Hem geçerliliğin pozitivist ölçütü ve yanlışlanabilirliğin yeni poziti vist ölçütleri hem de yasa benzeri açıklama, tüm yaratılış teoremlerini hatta zeki tasanın teoremlerini de değerlendirip hatalı bulmak için kul lanılan "sınır ölçütü" ya da metodolojik mihenk taşı işlevini gördü. Bu teoremler, pek çok felsefi ve metodolojik temelde "tanım gereği bilim dı şı" diye ilan edildi.
carı
7. M. Ruse, Danvnism Defended: A Guide to the Evolution Controversies (Lon don, Addison-Wesley, 1982), s. 59, 131-40, 322-24: M. Ruse, "CreationSci ence ıs Not Science", Science, Technology and Human Values 7, no.40 (1982), 72-78: M.Ruse, "A Philosopher"s Day in Court, Butlt Is Science? The Philosophical Question in the Creation/Evolution Controversy, ed. M.Ruse (Buffalo. N.Y., Prometheus Books, 1988), s. 13-38; M.Ruse, "Witness Testi mony Sheet, McLean v. Arkansas", Science?, s. 287-306, özl.301; M.Ruse, "They're Here! Bookwatch Reviews 2, no.1 (1989): 4: M.Ruse, "Danvinism: Philosophical Preference, Scientific and Good ResearchStrategy", Danvinism: Scieııce or Philosophy, ed. J.Buell ve V.Heam (Richardson, Tex.: Foundation for Thought and Ethics. 19949: S.J. Gould, "Genesis and Geology", Sceince and Creatioııism, ed.A.Montagu (New York: Oxford University Press, 1984, s. 126-35); G.S. Stent, "Scientifıc Creationism: Nemesis ofSociobiology", Mon tagu, Science, s. 136-41; R.Root-Bernstein, "On Defıning aScientific Theoıy: Creationism Considered", Montagu, Science, s. 64-94: P.L.Quinn, "The Philo sopher ofScience as Expert Witness", Ruse, Science?, s. 367-86; L.Laudan, "Science at the Bar- Causes far Concern", Ruse, Science?, s. 351-55. A.D.Kli ne, "Theories, Facts and Gods, Philosophical Aspects of the Creation-Evoluti on Controversy", Did the Devil Make Darwin Do lt?Ed.D.B.Wilson (Ames: Io wa State University Press, 1983), s. 37-44; D.J.Futuyma, Science onTrial: The Case far Evo/ution (New York, Pantheon Books, 1983), s. 161-74: G. Skoog, "A Vicw from the Past", Bookwatch Reviews 2 (1989): 1-2: S.J. Go uld, "Evolution as Fact and Theory", Montagu,Science, s. 118-21; P.Kitcher, Abusing Science: The Case against Creationism (Cambridge: MIT Press, 1982), s. 45-54, 126-27, 175-76.
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU· 153
Evrimci biyologların, sınır ölçütü savlarını -yani, bilimi yalancı bi limden, metafizikten ve dinden ayırt etmek için ileri sürülen savlar- kul lanımı, bilim felsefesinin bakış açısından hem ironik hem de sorunludur. Naturalist olmayan köken teoremlerine karşı kullanılan sınır ölçütlerinin çoğunun, eşit ölçüde, naturalist evrimci teoremlere karşı da kullanılabi leceğinden dolayı ironiktir. Aslında halihazırda mevcut bir literatür kül liyatı, yeni Darwinizmin, onun kendine özgü olasılıksal ve tarihsel bo yutlarıyla birlikte, çeşitli bilimsel kavramlar kıstasında bilimsel olup ol madığını sorgulamaya adanmıştır.8 Bazıları evrimci biyoloji içinde hika yesel açıklamanın kullanılmasının doğa yasalanna sıkı bir bağlılıktan kopuşu içerip içermediğini merak etmiştir. Diğerleri, yeni Darwinizmin yanlışlanabilir olup olmadığını ya da geçerli veya reskli tahminlerde bu lunup bulunmadığını sorgulamıştır. 1974'de, Sör Kari l'opper, yeni Dar winci evrim teoreminin "test edilemez" olduğunu ilan etti ve onu "me tafiziksel bir araştırma programı" olarak sınıflandırdı. Daha sonra bu ka nısını düzeltti, ancak bunu, yanlışlanabilirlik kavramını, bilimsel konu ·mun işareti olarak "prensipte yanlışlanabilirlik" şeklinde daha zayıf bir kavrama izin verecek şekilde esnekleştirdikten sonra yaptı. Kökenler meselesini neticelendinmek için sınır ölçütünün kullanıl ması aynca sorunludur, çünkü sınır belirtme çabası artık itibar gönme mektedir. Gerçek bilimi sahte bilimden ayınmak için bir dizi gerek ve ye ter şartlan sağlayan metodolojik "sabitler" tayin etme çabalan başarı sızlıkla sonuçlanmıştır.9 Artık çoğu bilim felsefecisi, ne doğrulanabilir lik ne test edilebilirlik (yanlışlanabilirlik) ne de yasa benzeri açıklama ların (ya da başka ölçütlerin) kullanılmasının bilimsel pratiği tanımla maya yetmediğini kabul etmektedir.ıo 8. M.Scriven, "Explanation and Prediction in Evolutionaıy Theory", Science 130 (1959): s. 477-82: P.T. Suaunders ve M.W. Ho, ··ıs Neo-Darwinism Falsifıable?-And Does it Matter?" Nature and System 4 (1982): 179-96: K. Popper, UnendingQuest (Landon: William Collins and Sons, 1974), s. 167-75. 9. L.Laudan, "The Demise of the Dernarcation Problem", Ruse, Science?, s. 337-50. 10. A.g.e.
154 · TASARIM
Yine de bilimi neyin oluşturduğu ya da oluşturmadığı yönündeki felsefi savlar, biyologlan, biyolojik şekil ve yapının kökenine ilişkin alternatif bilimsel açıklamalann (naturalist veya materyalist olmayan) olmadığına ve olamayacağına inandırmakta kilit rol oynamaya devam etmektedir. Gerçekte, sınır ölçütleri, modern biyologlar tarafindan, ze ki tasarımın biyolojik kökenlerin teoremi olma imkanını bertaraf et mek için kullanılmaya devam edilmektedir, 11 Bu makale, zeki tasarımın bilimsel konumuna karşı öne sürülen prensipteki durumu ele alacaktır. Naturalist evrim teoremlerin bilimsel statüsünü, zeki tasanın, özel yaratılış, ilerlemeci yaratılış ve teist evrim gibi naturalist olmayan teoremlerden ayırmanın araçları olarak gelişti rilen çeşitli metodolojik ölçütleri ele alacağız. Metodolojik temellere da yanılarak a priori bilimsel konum ayrımlannda bulunma çabalarının kaçınılmaz şekilde başarısızlıkla sonuçlandığını ve bunun yerine, kö kenlere iki rakip kapsamlı yaklaşımın arasında genel bir metot denkii ğinin bulunduğunu savunacağım. Bunu yaparken, bilimsel bir zeki ta sarım teoremi kuramsallaştmlabilir mi ve Ruse, Stent, Gould ve diğer lerinin (en azından bilimsel yaratıcılık bağlamında) savunduktan gibi, metodolojik itirazlar bu imkanı prensipte "kendi kendiyle çelişen saç malık" yapar mı türünden spesifik soruları aydınlatmaya çalışaca ğım.12 Bu makalede, biyolojik yapı ve karmaşıklığın kökeninin açıkla ması olarak zeki bir failin (ilahi olsun ya da olmasın) etkin nedensel eylemini savunan teoremleri, aynı açıklama için sırf naturalist süreçle re başvuran teoremleri (Darwin'in değişimle türeme teoremi gibi) bir11. Ruse, Danvinism, s. 59, 31-40, 322-24; Ruse, "Creation Science", s. 7278; Ruse, "Philosopher's Day", s. 13-38; Ruse, "Witness", s. 287306.özl. 301; Ruse, "They're Here!"; Ruse, "Darwinism", s. 21-28; Stent. "Scientific Creationism", s. 136-41: Root-Bemstein, "Creationism Consi dered", s. 64-94; Quinn, "Phi!osopher", s. 367-85; Laudan, "Science"; Kline, "Theories", s. 37-44; Futuyma, Science, s. 161-74; Skoog, "View", s. 1-2; Gould, "Evolution", s. 118-21; Kitcher, Abusing Science, s. 45-54, 126-7, 175-76. 12. Ruse, "Creation Science", s. 322-24; Stent, "Scientifıc Creationism", s. 137, Gould, "Evolution", s. 118.
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU.
ıss
birinden ayırmak için elverişli bir kısaltma olarak "tasanın" ve "türe me" kelimelerini kullanacağım. 13 Bu arada, okuyacağınız makale, zeki tasarımın bilimsel ve medo lojik geçerliliğini savunmak suretiyle, ne pek çok 19. yüzyıl biyoloğu nun amprik açıdan yetersiz biyolojisini ve türlerin mutlak sabitliğine olan inançlarını iyileştirme ne de modern-genç yeryüzü jeolojisini onaylama niyeti taşımamaktadır. Önünüzdeki analiz, yukanda tanım landığı gibi "tasanm"ın prensipteki metodolojik geçerliliğiyle ilgilidir. Başka amprik savlar geliştirme süreci içinde zeki tasarıma başvurabi lecek spesifik· teoremlerin amprik yeterliliği bu makalenin kapsamı dı şındadır. Naturalist türeme ile zeki tasanmın metodolojik denkliği, üç aşama içinde üç savla ileri sürülecektir. Birincisi, bilim felsefesi içinde sınır öl çütü savlannın başansızlığının nedenleri, genel olarak incelenip, yeni den dile getirilecektir. Bu inceleme, tasanın ve türemenin bilimsel ko numunu ayırma çabalannın öncelikie felsefi temellerde şüpheyle karşı lanacağını ileri sürecek. ikincisi, sırayı, tasanma karşı kullanılagelen spesifik sınır ölçütü savlannın ele alınması izleyecek. Bu savlann, ka bul edilen doğru bilimsel pratiğin çeşitli özelliklerine göre tasanın ve tü reme arasında bir denkliğin bulunduğunu işaret edecek şekilde boşa çıktığı gösterilecektir. Başka bir deyişle, farklı sınır ölçütleri tarafsız bir şekilde uygulandığı takdirde, zeki tasanın ve türemenin bu ölçütleri eşit derecede karşılayabildiği veya karşılayamadığı ortaya konulacaktır. 13. Bu aynını yaparken, çeşitli teist evctm teoremlerini bilim dışı bularak dışla mıyorum -tam tersi geçerli-. Bu teoremler içerik bakımında çeşitlilik arz eder ve tasarım ya da türeme teoremleri diye sınıflandınlmalan çok daha zor ola bilir. Yine de şu sınıflandınna yardımcı olabilir. Açıklaması çatılarının par çası olarak ilahi failin nedensel güçlerine başvuran (yani, Tann'nın bir şe kilde evrim sürecini yönettiğini savunan) teoremler makul şekilde tasarım teoremleri olarak görülebilir. öte yandan açıklama çatılarında Tann'ya baş vunnayan {yani Tann'nın hiçbir surette evrim sürecini yönetmediğini, en fazla tespit edilemeyen bir yolla doğa yasalannı desteklediğini savunan) te ist evrim teoremleri işlevsel açıdan naturalist diye tanımlanabilir ve dolayı sıyla türeme teoremi diye sayılabilirler.
156 · TASARIM
üçüncüsü, tasanın ve türeme, tarihsel araştırmanın mantıksal ve meto dolojik niteliği hakkında yapılan son çalışmaların ışığında kıyaslana caktır. Bu inceleme de, gerek tasanın gerekse türeme taraftarlarının kul landıkları araştırma biçiminin diğer pek çok tarihsel disiplinde kullanı lanlara yakından benzediği gösterilecektir. Böylece tasanın ve türeme arasında daha esaslı bir metodolojik denklik, tarih bilimlerinin meto dolojik açıdan incelenmesinin sonucunda ortaya çıkacaktır. 1. Bölüm, Sınır Ölçütü Savlarının Genel Başarısızlığı Biyologlar ve diğerleri, tasanmın "bilimsel bir çaba olarak asla dü şünülemeyeceğini" göstermek için,ı4 tasanmın bilimsel metot ya da pratiğin kesin nesnel ölçütlerine uymadığını belirtmişlerdir. Kısaca, bi yologlar, kökenlere bilimsel bir yaklaşımı (!Üremeyi), bilimsel olmadığı kabul edilen yaklaşımdan (tasanmdan) ayırmak için sınır ölçütü savla nnı kullanmışlardır. Bu savlarda kullanılan belli bir ölçütün incelenme si bu makalenin ilk bölümünün kapsamı içinde yer almasa da, genel sı nır ölçütü pratiği bizleri ilgilendirmektedir. Bilim felsefesinin bakış açısından bakıldığında, sınır ölçütü savlannın kullanımı genelde sorunludur. Gerçek bilimi sahte bilimden ayırmak için gerek ve yeter koşullar kümesini sağlayan metodolojik "sabitler"i bulma çabalan tarih boyunca fiyaskoyla sonuçlanmıştır. ıs üstelik, en yakın za manlı sınır ölçütü savlarının çoğu, mantıksal pozitivizm diye bilinen bir bilim felsefesinin etkisini yansıtan, bir bilim anlayışını varsaymaktadır. Ne var ki 1950'lerden itibaren, bilim felsefecileri ileride ele alacağımız gayet makul nedenlerden dolayı pozitivizmi reddetmişlerdir. Sonuçta, sı nır ölçütü girişimi bilim felsefecileri arasında genelde itibar görmemiştir. Bilim felsefecisi Larry Laudan, "Sınır Sorununun Sonu" adlı makale sinde, bilim tarihi boyunca bilimi bilim dışından ayırmak için geliştiril miş farklı esasların kısa ama titiz bir incelemesini yaptı.ı6 Laudan, bu 14. James Elbert at la., Science and Creationism: A View !rom the National Aca demy ofScience (Washington, DL National Academy Press, 1987), s. 8. ıs. Laudan, "Demise", s. 337-50.
16. A.g.e.
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU· 157
tür ilk esasların bilimsel bilgiye ilişkin kesinliğin derecesiyle ilgili oldu ğunun kaydeder. Bilimin bilim dışından ayrılabileceğine, çünkü bilimin kesinlik üretirken, felsefe gibi diğer araştırma türlerinin fikir ürettiğine inanılıyordu. Ne var ki sınır ölçütüne yönelik bu yaklaşım, bilim adanı lan ve felsefecilerin bilimsel disiplinlerin ve teoremlerin yanlışlanabilir yapısını yavaş yavaş fark etmeleriyle birlikte güçlüklerle karştlaştı. Ma tematikçilerden farklı olarak, bilim adamları teoremlerini ispatlamak için katı mantıksal kanıtlan (tümdengelimsel deliller) pek sunmazlar. Bunun yerine bilimsel savlar, hiç birinin kesinlik doğurmadığı, tümevanmsal çı kanın ile tahmin edici testi genelde kullanır. Owen Gingerich'in de öne sürdüğü gibi, Galileo'nun Vatikan'la çelişkiye düşmesinin başlıca nede ni, Galileo'nun skolastik tümdengelimsel kesinliğin ölçütlerini -bilimsel akıl yütütmeyle ne elde edilebilecek ne de onla ilgisi olduğunu sandığı ölçütler- karşılayamamasından kaynaklanmıştı. 17 Buna benzer hikaye ler, bilimin,' üstün bir epistemik konuma sahip bulunmasının zorunlu ol madığını sonradan açıklığa kavuşturdu; bilimsel bilgi diğer bilgiler gibi kesinlikten yoksundur. 19. yüzytlda, bilimi bilim dışından ayırma çabalan değişti. Sınır öl çütü savunucuları, bilimi, bilimsel teoremlerin üstün epistemik konumu temelinde değil, teorem oluşturmak için bilimin kullandığı üstün metot lar temelinde nitelendirmeye çalışıyorlardı artık. Bundan böyle bilim, içeriğine değil metoduna gönderme yapılarak savunuluyordu. Sınır öl çütleri epistemolojik değil metodolojik olmuştu. ıs Ne var ki, bu yaklaşım da güçlüklerle karştlaştı. Bunlardan en önem lisi bilimsel metodun gerçekte ne olduğuna dair yaygın fikir ayrılığıydı. Eğer bilim adanılan ve filozoflar bilimsel metodun ne olduğu konusunda fikir birliği içinde olamıyorlarsa, onu kullanmayı başaramayan disiplin leri bir kenara nasıl atabilirler? Bu makalenin üçüncü bölümünde tarih sel bilimler bahsinde belirtildiği gibi, birden çok bilimsel metot pekala olabilir. Eğer böyleyse, tek bir metodolojik ölçütler kümesini kullanarak 17.
o.Gingerich, "The Galileo Alfair",
18.
Laudan, "Demise".
133-43.
Scientific American, Ağustos 1982, s.
158 · TASARIM
bilimi bilim dışından ayırma çabalan büyük olasılıkla başansızlığa uğra yacaktır. Çeşitli bilimsel metotlann varlığı, bilimin tek bir metodolojik ni telendirmesinin bilimsel pratiğin çeşitliliğini kavramaya yetmeyebileceği ihtimalini doğurur. Bu yüzden bilimsel konumu değerlendirmek için tek bir metodolojik ölçütler kümesini kullanmak, halihazırda bilimsel olduğu düşünülen bazı disiplinlerin bir kenara atılmasıyla sonuçlanabilir. ı 9 Metodolojik konularla ilgili sorunlar büyümeye başladığında, sınır ölçütü yanlıları odaklarını bir kez daha değiştirdiler. Bilim felsefesi 1920'lerden itibaren dilbilimsel ya da semantik bir dönüşüm geçirdi. Mantıksal pozitivist gelenek, bilimsel teoremler, biricik ya da üstün me totlar yoluyla oluşturulduğu için değil, bilimsel olmayan teoremlerden daha anlamlı olduğu için bilimsel olmayan teoremlerden ayırt edilebile ceğini savundular. Mantıksal pozitivistler, tüm anlamlı ifadelerin ya amprik açıdan doğrulanabilir ya da mantıksal açıdan reddedilemez ol duğunu savundular. "Anlamın bu doğrulamacı ölçütü"ne göre, bilimsel teoremler, felsefi ve dinsel fikirlerden daha anlamlıydı, çünkü bilimsel teoremler, gezegenler, kuşlar ve mineraller gibi gözlemlenebilir varlık lara gönderme yaparken, felsefe ve din, Tanrı, hakikat ve ahlak gibi gözlemlenemez unsurlara gönderme yapıyordu. Ne var ki şimdi çok iyi bilindiği üzere, pozitivizm çok geçmeden kendi kendini yıktı. Felsefeciler, pozitivizmin doğrulamacı anlam ölçü tünün kendi standartını sağlayamadığını anladılar. Yani, pozitivizmin önermelerinin ne amprik açıdan doğrulanabilir ne de mantıksal açıdan reddedilemez olduğu ortaya çıktı. üstelik pozitivizmin doğrulamacı ide ali bilimsel pratiğin çoğunu yanlış sunmuştu. Pek çok bilimsel teorem, kuvvetler, alanlar, moleküller, kuarklar ve evrensel yasalar gibi göz lemlenemez unsurlara göndermede bulunuyordu. Bu arada gözden düşmüş çok sayıda teorem (düz dünya teoremi gibi) de "sağduyulu" gözlemlere apaçık baş vuruyordu. Açıkçası pozitivizmin doğrulanabilir lik ölçütü istenilen sınır ölçütünü sağlayamadı. 1950'lerde pozitivizmin ölümüyle birlikte, sınır ölçütü yanlıları farklı bir yola saptılar. Sör Kari Popper'ın yanlışlanabilirlik kavramı 19. A.g.e.
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU· 159
gibi başka semantik ölçütler ortaya çıktı. Popper'a göre, bilimsel te oremler, yalnızca amprik olarak yanlışlanabilir unsurlara göndermede bulunduğu için bilimsel olmayan teoremlerden daha anlamlıdır. 20 Ne var ki bunun da sorunlu bir ölçüt olduğu ortaya çıktı. öncelikle yan lışlanabilirlik ölçütünün sağlanmasının zor olduğu anlaşıldı. Teorem lerin esas savlan nadiren tahmin yoluyla doğrudan test edilmişti. Bu nun yerine, esas kuramsal savlar yardımcı hipotezlerle birleştiğinde tahminler yapılıyordu, böylece esas savlann değil de yardımcı hipo tezlerin yanlış çıkmış tahminlerden sorumlu olma ihtimali her zaman için geçerliydi. Söz gelimi Newton mekaniği, esasen üç tane hareket yasasını ve evrensel kütle çekim teoremini öngörüyordu. Bu temelerde, Newton güneş sistemindeki gezegenlerin konumlan hakkında bir dizi tahmin . de bulunmuştu. Yapılan gözlemler tahminlerinin bazLlanyla uyuşma yınca, esas varsayımlannı terk etmedi. Bunun yerine, teoremle göz lemler arasındaki uyuşmazlıklan açıklamak için yardımcı hipotezleri nin bazılannı iyice gözden geçirdi. örneğin, gezegenlerin tastamam küresel olduğu ve sadece kütle çekimi kuvvetinden etkilendiği yönün deki geçerli varsayımını gözden geçirdi. Imre Lakatos'un da belirttiği gibi, Newton'un anormallikier doğrultusunda esas savlannı değiştir meyi reddetmesi, teoremini düzeltmesini ve sonunda müthiş başansı nı elde etmesini sağladı.21 Newton'un yanlışlayan sonuçlan kabul et meyi reddetmesi kuşkusuz kütle çekimi teoreminin ve üç hareket ya sasının bilimsel konumunu tartışmaya açmadı. Bilimsel testte yardımcı hipotezlerin işlevi, müspet bilimlerdekiler de dahil pek çok bilimsel teoremin kesin olarak yanlışlanabilmesinin imkansız olmasa bile çok zor olduğunu göstermektedir. öte yandan bilim camiasının ortak kanısıyla yanlışlanmış pek çok teorem, yanlış lanabilirlik ölçütüne göre bilimsel diye sınıflandınlmalıdır. Bunlar 20. A.g.e.
2 !.
ı. Lakatos, "Falsifıcation and the Methodology of Scienıifıc Research Prog rammes", Criticism and the Grpwth of Knowledge, ed.I. Lakatos ve A. Musgrave (Cambctdge: cambctdge Univesity Press, 1970), s. 189-95.
160 · TASARIM
yanlışlandığı için açıkça yanlışlanabilirdirler ve yanlışlanabilir olduk ları için de bilimseldirler.22 Ve böylece sınır ölçütlerinin hikayesi devam etmiştir. Kanıt temelin de pek çok teoremin reddedilmesi, gerçek bilimi nitelendirdiği kabul edi len, epistemik ve metodolojik ölçütleri (test edilebilirlik, yanlışlanabilir lik, gözlemlenebilirlik ve benzeri) ifade eder. Büyük itibar gören pek çok teorem, gerçek bilimin gerek ve yeter şartlarından bazılarından yoksun dur. Sonuçta,23 az sayıda istisnayla birlikte,24 çağdaş bilim felsefecileri nin çoğu, "Gerçek bilimi sahte bilimden ayıran metotlar nelerdir?" soru sunu çetin ve banal bulmaktadır. Herşeyden önce bu ne adına yapıla cak? Elbette doğnıdan epistemik yetki ya da otorite adına değil. Hasılı bilim felsefecileri, asıl meselenin, bir teoremin bilimsel olup olmadığı de ğil de, kanıtla doğrulanıp doğrulanmadığı olduğunu giderek daha iyi fark ettiler. Böylece Martin Eger'in özetlediği gibi, "Sınır ölçütleri savla rı çöktü. Bilim felsefecileri artık anlan savunmuyor. Onlar popüler dün yada hala kabul ediliyor olabilir, ama bu farklı bir dünyadır. "25 Laudan'ın adlandırdığı gibi "sınır sorununun sonu", evrimcilerin pozi tivist sınır ölçütü savlannı en azından görünüşte çok kaygan bir zeminde 22. Laudan, "Demise"; Laudan, "Selence", s. 354. 23. Spesifik amprik savlan değerlendinne gibi zor bir işi atlatmak için felsefi bir bilim tanımına aşın bağlılık, ironik bir şekilde, bilim felsefesine sahip oldu ğundan daha fazla bir güç kazandırmaktadır. Felsefi mülahazalara bu tür eğilimleri, "felsefe"yi ana tema olarak gören pozitivist bilim adanılan tara fından tipik şekilde sergilenmektedir. Bu durum sınır ölçüt yanlısı çabanın sergilediği ironiyi artırmaktadır. Eğer herhangi bir sınır konulacaksa, bu, bilimin tanıma ilişkin ikinci sınıf meselelerde uzmanlaşmış bilim felsefeci leri tarafından yapılmalıdır. Ne var ki belirttiğimiz nedenlerden dolayı billın felsefecileri bu çabayı giderek daha fazla reddermektedirler. 24. Bu sınır ölçütü savlarım savunanların çoğu uygulamacı bilim adamlarıdır. Ne var ki söz konusu savlar bilim felsefecisi Michael Ruse'nin kitaplarında da yer almaktadır: Danvinism, s. 59, 131-40, 322-24; "Creation Science", s. 72-78; "Philosopher's Day", s. 13-38; "Witness", s. 287-306, özl.301; "They're Here!", s. 4; "Darwinism", s. 1-6. 25. M. Eger, alıntılayan J. Buell, "Broaden Science Curriculum", Dal/as Mor ning News, Mart 10, 1989.
ZEKi TASARlMlN BiLiMSEL KONUSU· 161
kullandıklannı işaret etmektedir. Laudan'ın analizi, bu savlann, türeme nin bilimsel konumunu tasanmınkinden veya başka herhangi savınkin den ayırmakta başanlı olmadığını ortaya koymaktadır. Laudan'ın deyi şiyle, "Eğer akıl temelinde konuşursak, 'sahte bilim' gibi ifadelerden vaz geçmemiz gerekir. .. Bunlar bize,göre sırf duygusal işlerdir. "26 Laudan gibi bilim felsefecileri hakiıysa, tasanın ve türeme hakkın daki incelememizde bir pat durumu söz konusudur. Hiç biri ne doğru dan bilim diye nitelendirilmekte ne de bir kenara atllabilmektedir. Bu savların değerlerini saptamakta kullantlabilecek, üzerlerinden uzlaşıl mış ölçütler yoksa, tasanın ve türemenin a priori metodolojik değerleri birbirinden ayırt edilemez. öte yandan kesin bir ölçüt olmasa da, tasanın ve türemenin meto dolojik açıdan kayda değer anlamda denk olduğu söylenemez. Bu ka nıda bulunmak için, tasanın ve türemeyi bazı spesifik ölçütlerle kıyas lamamız gerekir. Gelin, tasarıma karşı öne sürülen spesifik sınır ölçütü savlarını ele alalım. Her ne kadar, sınır ölçütü savlan bilim felsefecileri tarafından genel anlamda gözden düşürülmüşse de, önümüzdeki bö lümde de apaçık şekilde göreceğiniz gibi, bilimsel ve "popüler dün ya"da27 hala revaçtadırlar. 2. Bölüm: Tasarıma Karşı Spesifik Sınır Bilim felsefecileri arasında, sınır meselesinin üstesinden gelinemez ve yanlış anlaşılmış bir mesele olduğu noktasındaki uzlaşıya rağmen, pek çok bilim adamı, şarlatanları, sabit fikirlileri ve entelektüel rakiple ri altetmek için sınır ölçütlerine baş vurmaya devam ediyorlar. öte yan dan ortalama bir uygulamacı bilim adamına göre sınır ölçütlerine karşı Laudan'ın öne sürdüğü savlar en iyi olastlıkla sezgisel gözükebilir. Yü zeysel bakılınca, fizik, kimya ve astronomi gibi yerleşik bilimleri, parap sikoloji, astroloji ve frenoloji gibi şüpheli çabalardan ayırmak için bazı kesin ölçütlerin bulunması gerektiği izlenimine kapılabilirsiniz. Çoğu 26. Laudan, "Demise'", s. 349. 27. Ruse, "Witness", s. 287-306: W.R.Overton, "'United States District Court Opinion: McLean v. Arkansas", Ruse, Sdence?, s. 307-31.
162 · TASARIM
bilim felsefecisinin bu tür ölçütlerin bulunmadığını söylemesi, çok sayı da bilim adamının bilim felsefecilerine karşı beslediği şüpheleri onlayla maktan öteye gitmez. Herşeyden önce bazı bilim felsefecileri, bilimsel gerçeğin toplumsal ve kültürel bağlamla belirlendiğini söylemiyorlar mı? Hatta bazılan bilimin nesnel gerçekliği ifade ettiğini inkar etmiyor lar mı? Laudan ve diğerlerinin sınır ölçütü sonınu hakkında söylediklerini kabul etmek için, izafiyetçi ya da antirealist bir bilim görüşünü benim semeye gerek olmadığı ottaya çıkmışnr. Aslında bu iki yaklaşım man tıksal açıdan ilişkili değildir. Laudan, tüm bilimsel teoremlerin eşit ge çerliliğe sahip olduğunu (tam tersini söylüyor) ya da bilimsel teoremle rin gerçek varlıklara asla gönderme yapmadığını savunmuyor. Bunun yerine o, sırf "gerçek bilimi" nitelendirdiği varsayılan özellikleri sergile diği için desteklenen teoremler üzerinde doğnıdan epistemik bir otorite kuracak şekilde bilimin tanımlanamayacağını söylemektedir. Teoremle rin doğruluk iddialannı değerlendirirken, amprik değerlendirmenin ye rine bilimin doğası hakkındaki soyutlamalan koyamayız. Ne var ki Laudan'ın genel tezini çerçevelendirmek bu makalenin temel amacı değildir. Bu makale, genelde sınır ölçütü koymanın im kansızlığını kanıtlamayı değil, zeki tasanın ile naturalist türemenin metodolojik denkliğini göstermeyi amaç edinmiştir. Bazılan, sınır öl çütünün her zaman başansız çıktığından kuşku duysa da, önümüzde ki bölüm, türeme yanlılannın tasanma karşı öne sürdükleri spesifik sı nır ölçütü savlannın bazılannı ele alacaknr.28 Gelecek bölüm, söz ko nusu savlann, zeki tasanmın metodolojik esasını türemeninkinden ayırt etmek için hiçbir temel sunmadığını, aksine, bu savlar üzerinde yapılacak dikkatli bir incelemenin, tasanın ve türemerıln metodolojik açıdan denk olduğunu kabul etmek için geçerli nedenler sunduğunu göz önüne serecektir. Nitekim önümüzdeki inceleme, benzer temelle re dayanarak türeme savlannı bir kenara atmadan tasanın savlannı 28. Duane Gish gibi yaratılışçılann sınır ölçütü savlarını türemeye karşı kullan dıklannı kabul etmek gerekir, D.Gish, "Creation, Evolution and the Histo rical Evidence", Ruse, Science?, s. 267.
ZEKİ TASARIMIN B1L1MSEL KONUSU •, 163
bir kenara atmaya izin verecek şekilde bilimi dar bir bağlamda tanım layabilecek, metafıziksel olarak tarafsız ölçütlerin bulunmadığını ileri sürecektir. Maalesef bunu kesin surette tespit etmek, tasannia karşı kullanı lan tüm sınır ölçütü savlannın incelenmesini gerekli kılmaktadır. Ve aslında evrimci polemik hakkında yapılacak bir inceleme bu tür pek çok savı açığa çıkaracaktır. Tasanın veya yaratılışçı savlann kesin kes bilimsel olmadığı varsayılmıştır, çünkü (a) onlar doğa yasalan na gönderme yaparak açıklamada bulunmuyorlar, 29 (b) gözlemlene mez şeylere baş vuruyorlar,30 (c) test edilemezdir,"1 (d) tahminde bulunmuyorlar,32 (e) yanlışlanamazdırlar,33 (f) hiçbir mekanizma sunmuyorlar,34 (g) kesinlikten yoksundurlar,35 (h) problem-çözme kapasitesine sahip değillerdir.36 Yerimizin sınırlı olmasından dolayı, sadece ilk üç savın aynntılı bir analizini yapabileceğiz. Bu üçünün seçilmesinin nedeni, her birinin bu ya da şu şekilde Türlerin Kökenı'nde yer almasıdır. Birincisi (a) özel bir öne me haizdir, çünkü diğerleri ondan türemektedir. Belki de dünyanın en ateşli evrimci sınır ölçütcüsü Michael Ruse bu noktayı vurgulamıştı.37 29. Ruse, "Witness", s. 301; Ruse, "Philosopher's Day", s. 26: Ruse, "Darwinism", s. 1-6. 3 0 . Skoog, "View"; Root-Bemstein, "Creationism Considered", s. 74. 31. Gould, "Genesis", s. 129-30; Ruse, "Witness", s. 305; Elbert et la., Science, s. 8-10. 32. Root-Bemstein, "Creationism Considered", s. 73; Ruse, "Philosopher's Day", s. 28; Elbert et la., Science, s. 8-10. 33. Kline, "Theories", s. 42; Gould, "Evolution", s. 120; Root-Bemstein, "Cre ationism Considered", s. 72. 34. Ruse, Danvinism, s. 59; Ruse, ''Witness", s. 30 5; Gould, "Evolution", s. 121: Root-Bemstein, "Creationism Considered", s. 7 4. 35. A.Kehoe, "Modem Anti-evolutionistn: The Scientific Creationism", What Daıwin Began, ed.L.R Godfrey (Baston: Allyn and Bacon, 1985), s. 17380; Ruse, "Witness", s. 305; Ruse, "Philosopher's Day", s. 28; Elbert et la., Sceince. s. 8-1 O. 36. Kitcher, Abusing Sceince, s. 126-27, 176-77. 37. Ru se, "Philosopher's Day", s. 21, 26.
164 · TASARIM
Sonuç olarak (a) savının analizi bu bölümün en büyük kısmını oluştu racaktır.38 Aynca, (d), (e) ve (f) savlan da kısaca tartışılacak ve (g) ve (h) savlarrnı çürüten literatüre atıfta _bulunulacaktır. Böylece burada tüm sınırcı savlarrn kapsamlı bir analizini sunmasak da, tasarıma karşı kullanılan başlıca savların meseleyi ört bas etmeden ya da türemenin konumunun da altını oymadan tasarımın bilimsel konumunu yalanla mayı başaramadıkları sonucuna vannamıza izin verecek kadar açıkla ma yapacağız. Doga yasalanyla açıklamak. Şimdi bilimsel bir tasanın teoremi im kanına karşı birinci ve Michael Ruse'e39 göre en temel savı ele alalım. Bu sav, "Bilimsel teoremler doğa yasalarıyla açıklama yapmalıdır. Ta sanın ya da yaratılış teoremleri bunu yapmadığı için kesinlikle bilimsel değillerdir" diyor. Bu sav, 1981-1982 Arkansas yaratılış-bilim davasında bilim fel sefecisi Michael Ruse'nin tanıklığını dinledikten sonra hakim William Overton'un benimsediği başlıca bilim ölçütlerinden birine dayanmak tadır.40 Mart 1992'de Ruse, Philip Quinn ve Larry Laudan gibi baş ka bilim felsefecilerinin eleştirilerine rağmen, "doğa yasalarıyla açık lanmalı" savını bir sınır ölçütü olarak gönneye devam etti. Ruse, bi limsel bakış açısını benimsemek için, evrenin doğa yasalarına tabi ol duğunu ve dahası olayları açıklamak için müdahaleci bir faile başvurA.g.e. Bu konuya açıklık kazandınnak için birkaç noktanın aydınlattlması gerekiyor, A maddesinde H maddesine kadar kullantlan belirleyici kriter ler aynı zamanda yöntemsel kriterler olarak benimsenmiştir. Laudan'nın
çalışması üzerine yaptığım tartışmada gösterildiği gibi, bazı kriterler anlamın bağlamını belirler. Buna rağmen bu anlam bağlamı, bilimsel teorinin sınırlannı çizer. örneğin, bilimsel teorinin yanlışlanabilir olması
gerektiğini söylemek, bilimsel teorinin iki şekilde ortaya konması gerek tiğini söylemektir: Bilimsel teori ya tahmine dayanacaktır ya da yanlışlan abilir bir şekilde sunulacaktır. Planlama ve kökenine inme metotlannın bir birine eşit olduklanm söylemek; bu iki yaklaşımın yöntemsel, epistemik ve semantik olarak tanımlayıcı kriterleri yerine getirmek konusunda aynı derecede yeterli ve yetersiz olduğunu söylemektir.
Ruse, "Philosopher's Day", s. 21-26. A.g.e., s. 26; Ruse, "Witness", s. 301.
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU· 165
mamak gerektiğini ileri sürmüştü. 41 Bunun yerine, olaylan bilimsel bir yolla açıklamak için her zaman "bozulmaz yasalar"a başvurmak gerekiyordu. Lakin Ruse'nin benimsediği bu fikir ve bilim anlayışıyla ilgili bazı sorunlar vardır.42 Hususen Ruse, bilimsel yasaları açıklamalarla bir gö ren bir bilim görüşünü benimsemiş görünmektedir. Bu görüşle ilgili iki sorun vardır ve buna mukabil "doğa yasalarıyla açıklama" görüşünün bir sınır ölçütü olmadığının iki ana nedeni söz konusudur. öncelikle pek çok doğa yasası açıklayıcı değil tanımlayıcıdır. Pek çok yasa düzenlilikleri tanımlar, ama onların niçin gerçekleştiğini açık lamaz. Buna bilim tarihinden verilebilecek iyi bir örnek, evrensel kütle çekimi yasasıdır. Newton'un kendisi, bu yasanın çekim hareketini açık lamadığını, sadece tanımladığını kabul etmişti. Principia adlı eserinin ikinci baskısının "General Scholium" bölümünde şunu belirtmişti: "Ben 41. Ruse, "Darwinism", s. 1-6; Quinn, ''Philosopher", s. 367-85; Laudan; "Science", s. 351-55. 42. Ruse, bilimin doğa yasasıyla açıklama yapması gerekti,ğini kabul ederken, "kapsayıcı yasa" ya da bilimsel açıklamanın "tümdengelimsel-yasal" gö rüşü diye adlandırılan bir şeyi önceden varsayar. Kapsayıcı yasa modeli 1950 ve 1950'lerde çok revaçta olan bir bilim kavramıydı. Esasen neopo zitivist felsefeci carı Hempel tarafindan ilk kez ortaya attlmıştı. Maalesef kapsayıcı yasayla ilgili bir hayli çözülmem!, sorun vardır. C. Hempel, "The Function of General Laws in Hlstory", Joumal of Philosophy 39 ( 1942): 35-48; G.Grahan, Historica/ Explanation Reconsidered (Aberdeen: Aber deen University Press, 1983), s. 17-28; Meyer, Of Clues and Causes: A Methodological Inteıpretation of Origin of Life Srudies (Ph.D.diss., camb ridge University, 1990), s. 40-76; W.P. Alston, "The Place of the Expla nation of Paıticular Facts in Science", Philosophy of Science 38 (1971): 13-34; M.Scriven, "Explanation", s. 477-82; M.Scriven, "Truisms as the Grounds for Historical Explanation", Theories of Histoıy, ed.P.Gardiner (Glencoe, lll.: Free Press, 1959), s. 443-75; M.Scriven, "Çauses, Connec tions and Conditions in History", Philosophica/ Analysis and Histoıy, ed.W.Dray (New York: Harper and Row, 1966), s. 238-64; M.Mandelba um, "Historical Explanation: The Problem of Covering Laws", Histoıy The oıy 1 (1961): 229-42; P.Lipton, Inference to the Besı Explanation (Lon don: Routledge, 1991), s. 43-46.
166 · TASARIM
hipotezleri taklit etmiyorum", başka bir deyişle "Ben açıklama simmu yorum".43 Bilimin doğa yasalanna gönderme yaparak açıklamada bu lunduğu noktasında ısrar etmek, "içerdikleri" olgulan açıklamayıp salt matematiksel yolla tanımlayan tüm temel fizik yasalannı, tastamam bi limsel alandan çıkanr.44 Sınır ölçütü yanlılan için bu, oldukça paradok sal ve istenmeyen bir sonuçtur, zira sınır ölçü programı büyük ölçüde bilimsel olduğu iddiasında bulunan disiplinlerin fen bilimlerinin meto dolojik kesinliğine sahip olduğunu kanıtlama arzusuna dayanır. Bu so nuç pek çok sosyoloğun "fizik özentisi"ni hafifletse de, sınır ölçü yan lılannın çabalarının asıl amacını boşa çıkarmaktan öteye geçmez. Yasalann açıklamalar ya da nedenlerle bir·görülemeyeceğinin ikinci bir nedeni söz konusudur. Bu da sonuçta bilimin sadece doğa yasalanyla açıklamada bulunan disiplinlerle özdeş kılınamayacağının başka bir nede nini ortaya çıkanr. Yasalar açıklamalarla özdeş kılınamaz, sadece pek çok yasa açıklamada bulunmadığı için değil, aynca tekil olaylann pek çok açıklamasının, özellikle uygulamalı veya tarihsel bilimlerde yasalan kul lanmayabileceği için.45 Her ne kadar bilim adanılan, tekil olaylann açık lamalannın kabul edilebilirliğini artırmak ya da sağlamlaştırmak için doğa yasalannı sık sık kullansa da, açıklamanın mantıksal gerekleri üzerinde yapılacak bir inceleme, bu tür pek çok açıklama için yasaların dile getiril mesine gerek olmadığını açıklığa kavuşturmuştur.46 Doğrusu, tekil olay lann ya da olgulann pek çok açıklaması, özellikle tarihsel billınlerde, esa sen, hatta tamamen, geçmiş nedensel koşulların ve olaylann belirtilmesi ne bağlıdır, "açıklama işi" için başvurulan yasalara değil. Yani, geçmiş ne densel olayları belirtmek genelde tekil bir olayı daha iyi açıklar ve bazen bir yasaya ya da doğadakl bir düzenliliğe başvurmadan bunu yapar.47 43. Latince metnin adı: "Hypothesis no fingo" l.Newton, Isaac Newton 's Pa pers and Letters on Natura! Philosophy, ed. I.Bemard Cohen (cambridge: Harvard University Press, 1958), s. 302. 44. Laundan, "Science", s. 354.
45. Scriven, "Truisms", s. 450: Meyer, OfClues, s. 40-76. 46. Alston, "Place"; Meyer, OfC/ues, s. 40-75. 4 7. Meyer. Of Clues. s. 48.
ZEKi TASARIMJN BiLiMSEL KONUSU· 167
Ek çok tarihsel açıklamada yasaların hiç rol oynamamasının ya da çok az oynamasının nedenlerinden biri, pek çok tekil olayın, düzenli ola rak tekrarlanmayan bir dizi olayın sonucunda meydana gelmesidir. Bu durumlarda yasalar, gerçekleşmiş olayla olağan şekilde gerçekleşmesi beklenebilen olay arasındakl farklılığı açıklamaya elverişli değildir. Söz gelimi Himalaya Dağlarının olağan dışı yüksekliğini açıklamaya çalışan bir tarihçi-jeolog diğer dağ oluşumu hikayelerinde yer almayan, ama Hi malaya'nın oluşumunda rol oynamış klmi ön faktörleri dile getirecektir. Dağın oluşumuyla ilgili coğtafi yasaları bilmek, Himalaya'nın oluşumu ile diğer oluşumlar arasındaki farkltlığı açıklamaya genelde pek yardımcı olmaz, çünkü bu yasalar kabul edildiği üzere tüm dağ: oluşumlarına uy gulanabilir. Bu durumda jeoloğun açıklama arayışı içinde gerek duyduğu şey, genel bir yasanın bilgisi değil, geçmiş koşullardan oluşan biricik ya da farklı bir dizinin kanıtıdır.48 Nitekim jeologlar, Himalaya'nın kendine kendine has yüksekliğini, Hindistan ve Asya kıtalannın kütlelerinin (ve levhalarının) geçmiş konumuna ve onlar arasında sonradan meydana gelen çarpışmalara göndenne yaparak açıklamışlardır. Jeoloğun durumu genelde tarihçilerin durumuna çok benzer. 1. Dün ya Savaşı'nın niçin başladığını açıklamaya yardım edecek şu etmenleri düşünün: Kaiser Wilhelm'in generallerinin hırsı, Fransız-Rus savunma paktı ve veliaht Ferdinand'ın süikaste uğtaması. Bu olası açıklayıcı et menlerin tümünün yasaların değil de, geçmiş olayların, koşulların ya da fiillerin belirtilmesini içerdiğinin altını çizelim. Sonraki olaylan ya da şim diki kanıtlan açıklamak için nedenler diye geçmiş olaylara başvunnak, hem tarih hem de tarihsel jeoloji gibi doğa bilimi disiplinlerinde görülen ortak bir uygulamadır. Michael Scriven'in de ortaya koyduğu gıbi, ne denler ve sonuçlar yasanın biçimsel ifadeleri içinde birbirleriyle ilişkilendi rilemese dahi bir şeye neyin yol açtığı genelde bilinebilir. 49 Aynı şekilde, 4 8. Ag.e., s. 51-56; M.Scriven, "Causation as Explanation", Nous 9 (1975): 14; Lipton, Inference, s. 47-81. 49. Scriven, "Truisms", s. 446-63, 450. örneğin, belli bir depremin bir köprü nün yıkılmasına yol açtığı haklı olarak savunulabilir, bölgedeki diğer tüm köprüler yıktlmamış olsa ve tüm depremler köprü yıkmasa bile.
168 · TASARIM
Willaim Alston, tek başına yasaların genelde tekil olaylan açıklayamadı ğını göstenmiştir. so "Oksijen yanma için gereklidir" yasası, belli bir bina nın belli bir zaman ve mekanda niçin yandığını açıklamaz.51 Böyle belli bir olayı açıklamak için, yangından önceki koşulların bilgisine sahip ol malıyız. Bilimsel yasaları bilmek bu durumda pek işimize yaramaz: işi mize yarayan şey, söz gelimi bir kundakçının olup olmadığı, binanın gü venliğinin yeterli olup olmadığı ya da binada su serpme sisteminin bulu nup bulunmadığı hakkındaki bilgilerdir. Hasılı Alston, yasayı açıklamay la ya da nedenle özdeş kılmanın en kötüsünden "bir kategorik hata işle mek" olduğu sonucuna varıyor. s2 Sanırım başka bir örnek konuyu açıklamaya yardımcı otur: Bir kimse, dünyada elmalar yere düşerken astronotların aya nasıl gidebildiklerini açıklamak istiyorsa, öncelikle yerçekimi yasasını dile getinmez. Bu bağ lamda söz konusu yasa, açıklamayla birincil ölçüde bağlantılı olamayacak 50. Alston, "Place", s. 17-24. 51. Alston, belli bir sonuç için yeterli koşullan belirterek, yasalar yakkında ay
nı noktaya temas ediyor. Alston (a.g.e., s. 24) "hidrojen ve oksijen kan şırndan geçen bir elektri akımının suyun oluşması için yeterlidir" yasasını ele alıyor. Bunun yeterli bir koşul yasasına örnek gösterilebileceğini söylü yor. Alston tek başına böyle bir yasayı bilmenin, su oluşumunun bir örne ğini açıklamak için bilim adamım yeterli bilgiye donatmadığını, çünkü su yun oluşumu için diğer yeterli koşulların da söz konusu örnekte rol oyna yabileceğini söylüyor. Herşeyden önce, su, hidrojen ve oksijenle çalışıp elektrik akımı veren bir cihazda, hidrojenle oksiyenin birleşmesini sağla yan elektrik akımı olmadan oluşur .. Bir yeterli koşulu bilmek, sonuçtan (bu örnekte suyun oluşumundan) yeterli koşulun (bu örnekte uygun gaz karışımındaki elektrik akımını) önceden var olduğunu çıkarsamaya izin vermez, öncülün, sonucun bilinen tek yeterli koşulu -yani öncülün, sonu cun hem yeter hem de gerek şartı- olmadığı sürece. Suyun oluşumunu açıklamak, olaydan önce elektrik akımının uygun gaz karışımından ger çekten geçtiğine dair ayn bir kanıtı gerekli kılar. Alston'un da belittiği gibi, "yasadan yola çıkarak hangi yeterli koşulun belli bir olaydan sorunlu ol duğunu" söyleyemeyiz. Dolayısıyla ilave bilgi olmadan yeterli koşul yasa sı olguların açıklamasını sağlamaz. Hasılı yasaları ve açıklamaları mantık sal açıdan özdeş görmek yanlıştır. 52. A.g.e., s. 17.
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU· 169
denli geneldir, çünkü bu yasa, başlangıç ve sınır koşullanna bağlı olarak çok sayıda olası sonuca izin vermektedir. Kütlesinin karesiyle ters orantı lı şekilde tüm maddelerin yer çekimine tabi olduğunu belirten yasa bir el manın yeryüzüne düşmesiyle ve bir astronotun aya gitmesiyle uynşur. Bundan dolayı elmalann hep düşerken astronotun uçmasını açıklamak yasayı dile getirmekten daha fazlasını gerektirir, çünkü yasanın her iki durumda da işlediği kabul edilmektedir. Farklı sonuçlan-elmanın düşme sini ve astronotun uçmasını- açıklamak iki durumda farklılık arzeden önsel koşullara ve olaylara göndermede bulunmayı gerektirir. Aslında bu durumda açıklama, dünyadaki nesneler üzerinde olağan şekilde etkili olan yerçekiıninin koyduğu sınırlamaları aşmalan için astronotlann etki leyen koşullan değiştirme amacıyla mühendislerin teknolojiyi kullanma tarzlarını açıklamayı kapsar. Bu ömekier, tekil olayların çoğu açıklaması -kozmoloji, arkeoloji, tarihsel jeoloji, uygulamalı fizik ve kimya, yaşamın kökeni araştırma lan ve evrim biyolojisi gibi halihazırda bilimsel diye kabul edilen alan larda rastlanılan açıklamalar- Ruse'nin "doğa yasasıyla açıklama" öl çütü, tüm bilimsel pratiğin ölçütü olarak kabul edildiğinde bilimsel ko numunu yitirir. Konumuzla doğrudan ilintili olan, evrim biyolojisinden alınmış bir örneğe bakalım. Stephen Jay Gould ve Michael Ruse, büyük ölçekli bi yolojik değişimin genelde nasıl gerçekleştiğini tanımlayacak ya da açıklayacak , yetkin bir teorem henüz kuramsallaştınlmamış olsa dahi, "evrim olgusu"nuns3 güvenilir olduğunu savunmaktadırlar. Darwin 53. Ruse, Danvinism, s. 58; Gould, "Evolution", s. 119-21; M.Ridley, The Problems ofEvolution (Oxford: Oxford Univesity Press, 1985), s. 15. Ev rimin farklı anlamlan ve ortak ata teoremi ile ara dönüşümlerin nasıl ger çekleştiğine dair çeşitli mekanikçi teoremler arasındaki mantıksal bağım
sızlık hakkında ikna edici bir inceleme için aynca bkz. K.S. Thomson, "The Meanings of Evolution", American Scientist 1'0 (1982): 529-31. Doğrusu ortak ata tarihsel bir çıkanındır. Nitekim Ruse "tarihsel filogenez leri çıkarsamak"tan söz ederken bunu kabul eder ("Darwinism", s. 7). C.S. Peirce'nin tanımladığı haliyle tarihsel çıkarımlar, sonuçlarını ya da
170 · TASARIM
gibi modem evrimci teorisyenler de, evrimin vuku bulup bulmadığı meselesinin, 54 doğanın biyolojik dönüşümleri gerçekleştirmek için başvurduğu yollar meselesinden mantıksal olarak ayn ele alınabile ceğinde ısrar etmektedirler. Evrimin bir anlamda -tarihsel süreklilik ya da ortak ata- sağlam bilimsel bir teorem olduğu kabul edilmekte dir, 55 çünkü o tek başına çeşitli kategorilerdeki mevcut verileri (fosil dizileri, homoloji, biyocoğrafı dağılım ve benzeri) açıklamaktadır, her ne kadar biyologlar evrimin diğer anlamda -genel bir süreç ya da de ğişim mekanizması- nasıl vuku bulduğunu henüz açıklayamasalar da. Bazıları, ortak ata ve doğal ayıklanmanın mantıksal bağımsızlığı nı, kıta kayması ve levha tektoniklerinin mantıksal bağımsızlığına benzetmiştir. Her iki durumda da -jeoloji ve biyoloji- şimdi gözlemle diğimiz çoğu gerçeği açıklayan, ne olup bittiğine ilişkin teoremler ile göründüğü kadarıyla şeylerin nastl gerçekleşmiş olabileceğine ilişkin ayn teoremler vardır. Birinci gruptaki salt tarihsel açıklamalar, onay lanmak için ikinci gruptaki yasal56 ya da mekanikçi açıklamalara ge rek duymazlar. Ortak ata bazı gerçekleri pekala açıklayabilir, onun · gerektirdiği dönüşümlerin nasıl gerçekleşmiş olabileceği henüz açık lanamasa da. etkilerini incelemek suretiyle geçmiş nedenleri tespit etmeye çalı.şır. Böyle olunca ortak atadan olgular hakkındaki bir teorem -geçmişte ne olup bitti ğine dair bir teorem- diye söz etmek daha doğru olur. Maalesef bu tarihsel teoremlerin ve onları kurmak için kullanılan çıkanmlann "neticesiz" oldu ğu yönünde yaygın bir kanı vardır. Gould'un da belirttiği gibi, "Sonuçlar nadiren sebeplerini kesin bir şekilde belirtir." ("The Senseless Signs of His tory", Tlıe Panda ·s Thumb [New York Norton, 1984], s. 34). Ho, Jssues, s. 8-60; E. Sober, Reconstmcting the Pası (Cambridge: MiT Press, 1988), s. 1-4. 54, "Evrim" ile burada kastettiğimiz, tüm organizmaların (ya da büyük kısmı nın) ortak bir ata dolayısıyla akraba olacak şekilde, zaman içinde meyda na gelen sürgit morfolojik değişimdir. 55. Ruse ve Gould ortak ata teoreminin bir "gerçek"ten sahiden ayrılamaya cak şekilde kanıtlanmış olduğu kanısındadırlar. Ruse, Darwinism, s. 58; Gould, "Evolution", s. 119-21. 56. Yunanca logos kelimesinden.
ZEKl TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU · 171
Bu örnek, tarihsel açıklamaların niçin yasalara gerek duymadığını aydınlatmaktadır.57 Daha önemlisi, o, Ruse'nin sınır ölçütünün, savun maya çalıştığı Darwinizme niçin ölümcül darbe vurduğunu da göster mektedir. Türlerin Kökenı'nin temel tezi olduğu söylenen ortak ata, do ğa yasasıyla açıklama yapmıyor. Ortak ata, eğer doğruysa, gözlemle nen veriler dizisini açıklayan, tarihsel olaylann varsayımsal bir modeli ni ileri sürerek açıklamada bulunmaktadır. Darwin'in kendisi ortak ata dan biyolojik gözlemlerin zengin çeşitliliğinin vera cause (geçerli nede ni ya da açıklaması) si diye söz eder. ss Darwin'in ortak atayla ilinrili ta rihsel savında, genelde tarihsel açıklamalarda olduğu gibi, savlanan es kl nedensel olaylar (ya da onların modelleri) asıl açıklama işini yerine getirir. Yasalar getirmez. 59 Bu noktada evrimci sınır ölçütü yanlıları, önsel olayların açıklayıcı işlevini kabul ederken, bilimsel açıklamaların doğaüstü olaylara başvu rabileceğini reddederler. Doğal yolla oluşan geçmiş olaylan savlamak, bir şeydir, doğaüstü olaylan savlamak başka bir şey. Birincisi, doğa ya salarını bozmazken, iklncisi bilimin sınırlarının dışında yer alır. Ruse ve Richard Lewontin'in belirttikleri gibi, mucizevi hadiseler bilim dışıdır, çünkü onlar doğa yasalarıyla çelişir ya da onları ihlal eder, bu yüzden bilimi imkansız kılar. 60 S7. Aslında yeni Darwinizmin ayıklanma-mutasyon mekanizmasının bir yasa sistemi (yani nomolojik) olup olmadığı da tartışılabilir, her ne kadar Willi ams ve Lloyd gibi aksiyomcular onun yasa sistemi olduğunu savunmuş larsa da. Benim burada vurgulamak istediğim nokta, ayıklanma-mutasyon mekanizması ister yasal bir teorem isterse de mekanikçi bir teorem olsun, ortak atanın bilimsel konumu bakımından ona bağlı olmadığıdır. Türeme nin ayıklanma-mutasyondan mantıksal ve epistemik bağımsızlığı, bazı te oremlerin yasa ya da mekanizma yokluğUnda açıklamada bulunabileceği ni göstermektedir.
58. Darwin,
Origin,
s. 195.
59. Ruse'nin savının savunulamaz yapısı, evrim teoreminin sınır ölçütlerine uymadığım itiraf etmesinde kendini göst�riyor. örneğin nüfus genetiğini
ele aldığı kltabına bkz. Darwinism Defended, s. 86. 60. Ruse, "Darwinism", s. 1-6; Ruse, "Witness", s. 301; Ruse, "Philosopher's Day", s. 26. Ruse'nin belirttiği gibi, "Bilimsel yaratılışçılık bilim olarak
1 72 · TASARIM
Bilim tarihi boyunca ortaya çıkmış bir dizi iyi bilim adamıyla -Isaac Newton ve Robert Boyle gibi- birlikte çok sayıda çağdaş felsefeci bu kon uda Ruse ve Lewontin'le fikir ayrılığı içindedir. Bir failin (ilahi olsun ya da olmasın) eyleminin doğa yasalarını ihlal etmesi gerekmez; çoğu du rumda o, doğa yasalarının onlara binaen işlev gördükleri başlangıç ve sı nır koşullarını değiştirir. 61 Ancak bu konu şimdilik bir kenara konulma lı. Sınır ölçütünün örtük bir şekilde değiştiğini söylemek şimdilik yeterli dir. Sınır ölçütü yanlıları tasarımı, "doğa yasasıyla açıklama" yapmadığı tamamen başarılı bir şekilde argümanını sunmuş olsaydı dahi, kökenle rin 'bilimsel' bir açıklamasını sağlayamazdı. Yaratılışçılar dünyanın mu cizevi bir şekilde başladığına ınamrlar. Ama mucizeler, tanım gereği yal nızca doğal, tekrarlanabilir, yani yasayla yönetilen olgularla ilgilenen bi limin dışında yer alır." (Danvinism, s. 182). Richard Lewontin de benzer bir tespitte bulunmaktadır: "Ya olgular dünyası, bilinen fizik yasaları uyarınca işleyen, tekrarlanabilir nedenler ve onların tekrarlanabilir so nuçlarının düzenli işleyişinin bir sonucudur ya da her an tüm fiziksel dü zenlilikler kesintiye uğrayabilir ve kesinkes öngörülemeyen bir olaylar di zisi gerçekleşebilir.. Hem doğal nedensellik dünyasında hem de mucize ler dünyasında aynı anda yaşayamayız. Nitekim eğer mucize olabiliyor sa, ona sınır koyulamaz." [New York: Norton, 1983], s. xxvi. 61. "Bozulmaz yasa" ile failin eylemi arasındaki bu ikililik, Ruse ve diğerlerini bilimin her zaman doğa yasalarıyla açıklama yaptığı yönünde ısrar etme ye sevk eden kanşıklıktan başka bir şey değildir. Ruse örneğinde, ikililik, onun, ilahi bir failin eyleminin "doğa yasasının ihlali" olacağı yönündeki kanısında kendini gösterir. Buna katılmıyorum. Faillerin eylemini (gözlem lensin ya da gözlemlenmesin) doğa yasasının karşısına koymak hatalı bir karşıtlık yaratır. Bunun nedeni basittir. Failler başlangıç ve sınır koşulları nı değiştirebilirler, bunu yaparlarken yasalan ihlal etmezler. Çoğu bilimsel yasa şu yapıya sahiptir, "X koşullan alunda A' yı B izler." Eğer A değişti ğinde ya da elde edilmediğinde, B'nin gerçekleşmediğini söylemek doğa yasalarına aykırı değildir, oun gerçekleşmesi beklense dahi. Failler, doğa yasalarını ihlal etmeden, olayların seyrini değiştirebilir ya da beklentileri mizle çelişen yeni olaylar yaratabilir. Bunun aksini iddia etmek öncül ko şullarla yasalar arasındaki aynını yanlış anlamak demektir. C.S. Lewis, God in the Dock (London, Coilins, 1979), s. 51-55. Bkz. R.Swinbume, The Concept of Mirac/e (London, Macmillan, 1970), s. 23-32 ve G. Col well, "On Defining Away the Miraculous", Philosophy 57 (1982), 327-37.
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU · ı 73
için bilim dışı diye nitelendirmiyorlar artık; şimdi onların zeki tasarıma karşı çıkmalarının nedeni, onun "naturalist yolla açıklama" yapmaması dır. Bir teoremin bilimsel olması için naturalist olması gerekir. Ancak neden böyle olması gerekiyor? Kuşkusuz tartışma konusu, naturalist olmayan olaylara -fail örnekleri ya da zeki tasanın gibi başvuran teoremlerin -bir kenara atılması için bağımsız ve metafizik sel açıdan tarafsız temellerin bulunup bulunmadığıdır. Sırf naturalist olmadıkları için bu teoremlerin bir kenara atılması gerektiğine karar vermek zikrettiğimiz konuyu tartışmaya açmaktadır. Elbette zeki ta sarım tümüyle naturalist değildir, lakin bu onu niçin bilim dışı kılsın ki? Bu kanıyı haklı çıkaracak, kısır döngüsel olmayan hangi sebep ile ri sürülebilir? Hangi bağımsız metot ölçütü, naturalist olmayan bir açıklamanın düşük bilimsel konumuna kaynak teşkil edebilir? "Doğa yasasıyla açıklama" ölçütünün bu işleve sahip olmadığını gördük. O halde hangisi? Gözlemlenemez/er ve test edilebilirlik. Bu noktada evrimci sınır öl çütü yanlıları diğer sınır ölçütlerini sunmalılar. Konuşmalarda ve yazı larda sık sık dile getirilen bir ölçüt, şöyle ifade edilebilir: "Mucizeler amprik yolla incelenemediği için bilimsel değildir". 62 Tasanın mucizevi olaylara başvurur, bu yüzden bilim dışıdır. Dahası, mucizevi olaylar amprik yolla incelenemediği için test edilemezdirler. 62· Bilimsel teorem lerin test edilebilir olması gerektiğinden, tasanın bilimsel değildir. Söz gelimi moleküler biyolog Fred Grinnell, bir şey "ölçülemez, sayılamaz ya da fotoğrafa alınamaz ise o şey bilim olamayacağı" için zeki tasan mm bilimsel bir kavram olamayacağını savunmuştu. 64 Gerald Skoog bu 62. Darwin'in gözlemlenemez olduğuna kanaat getirdiği yaratılışçı açıklamala
rı bertaraf etmek için başvurduğu (Darwin, Oiigin, s. 201, 430, 453), 19.
asır metodoloji ilkesi olan geçerli neden (vera causa) hakkında bir incele
me için bkz. Kavalovski, Vera causa, s. 104-29. 63. Skoog, "View"; Gould, "Genesis", s. 129-30: Ruse, "Witness", s. 305. 64. Grinnell, "Radical Intersubjectivity: Why Naturalism ıs an Assumption Ne
cessary for Doing Science", "Darwinism: Scientific Inference of Philosophi
cal Preference?" konulu konferansta sunulan metindir bu. (Southern Met hodist University, Dallas, Mart 26-28, 1993).
174 · TASARIM
noktayı açımlıyor: "Yaşamın zeki bir neden tarafından meydana getiril miş bir tasarımın sonucu olduğu savı test edilemez ve bilimin sahasının içinde yer almaz. "65 Bu mantık, 1993'de, San Francisco Devlet üniver sitesi'nde profesör Dean Kenyon'un sınıftan atılması davasında gerekçe olarak kullanıldı. Kenyon kimyasal evrim üzerinde ytllarca çalışma yap tıktan sonra zeka tasarımı benimsemiş bir biyofizikçidir. Aynı üniversi tede, onu eleştirenlerin bazılan, onun teoreminin, test edilemez ve göz lemlenemez bir Tasanmcıya gönderme yaptığı için bilimsel niteliğe sa hip olmadığını savunmuşlardı. Eugenie Scoot bunu şöyle izah etmişti: "Doğaüstü açıklamaları kullanamazsınız, çünkü her şeye gücü yeten bir tanrıyı deney tüpünün içinde koyamazsınız, Yaratılışçtlar bir "tann-öl çer" icat ettikleri zaman belki mucizevi müdahaleyi test edebiliriz. "66 Bu savların özünde şu yatar; tasarımlayan bir failin gözlemlenemez olma özelliği, onu amprik araştırmaya elverişsiz kılar ve herhangi bir tasarım teoreminin test edilmesi imkanını ortadan kaldırır. Dolayısıyla burada kullanılan sınır ölçütü "gözlemlenebilirlik ile test edilebilirlik"i birleştiriyor. Bilimsel konum için her ikisinin de gerekli olduğu kabul ediliyor ve birinin zıddının (gözlemlenemezlik) diğerinin (test edilebilir lik) imkanını ortadan kaldırdığına inanılıyor. öte yandan bu formülün her iki kısmının da yanlış olduğu ortaya çık mıştır. Birincisi, her ikisi birden gözlemlenebilirlik ve test edilebilirlik bi limsel konum için gerekli değildir, çünkü kuramsal fızikçilerin sık sık or taya koydukları gibi en azından gözlemlenebilirlik bilimsel konum için gerekli değildir. Pek çok varlık ve olay doğnıdan gözlemlenemez ya da incelenemez -teoride ya da pratikte-. Bu durumda söz konusu varlıkların savlanması bilimsel araştırmanın ütünü olmaktan çıkar. Esasında pek çok bilim adamı gözlemlenebilir olandan gözlemlenemez olanı çıkarsa makla suçlanır. Kuvvetler, alanlar, atomlar, kuarklar, geçmiş olaylar, 65. Skoog, "View". 66. s.c. Meyer, "A Scopes Trial for the '90s', The Wall Streeı Joumal, Aralık 6, 1993, s. A14: S.C. Meyer, "Open Debate on Life's Origin", Insight, Şubat 21, 1994, s. 27-29. Eugenie Scott, "Keep Science Free from Creationism", Insight, Şubat 21, 1994, s. 30.
ZEKl TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU · 175
zihinsel haller, yeraltındaki coğrafi özellil$ler, moleküler biyolojik yapılar, tüm bunlar gözlemlenebilir olgulardan çıkarsanan gözlemlenemez olgu lardır. Yine de çoğu kesinlikle bilimsel araştırmanın ürünüdür. ikincisi, gözlemlenemezlik test edilebilirliği ortadan kaldırmaz; göz lemlenemez şeyler hakkındaki savlar gözlemlenebilir olgular karşısında dolaylı olarak her zaman bilimde test edilmektedir. Yani, gözlemlene mez varlıkiann varlığı, verili bir varsayımsal varlık (gözlemlenemez bir şey) gerçek diye kabul edildiğinde, ortaya çıkacak açıklama gücü test edilerek kabul edilmektedir. Bu işlem, genelde, verili bir gözlemlenemez varlığın kuramsal açıdan makul ya da kabul edilmiş nedensel güçleri hakkındaki bir değerlendirmeyi içerir. Her halükarda, ı;ok sayıda bilim sel teorem, rakip hipotezler karşısında açıklama güçleri karşılaştırılarak dolaylı yoldan değerlendirilmelidir. Genetik molekülün yapısının aydınlatılması yarışı sırasında, hem çift sarmal hem de üçlü sarmal modeli ileri sürüldü, zira her ikisi de X ışını kristalograf tekniğiyle çekilen fotoğraf görüntülerini açıklayabili yordu.67 Her ne kadar hiçbir yapı gözlemlenemediyse de (mikroskopla dolaylı yoldan bile), Watson ve Crick'in çift sarmal modeli sonunda ya rışı kazandı, çünkü bu model üçlü sarmalın açıklayamadığı gözlemleri açıklayabiliyordu. Gözlemlenemez bir yapıya -çift sarmal- dayalı çıka nın kabul edilmişti, çünkü onun, bir dizi ilintili gözlemler çerçevesinde rakiplerinden daha fazla açıklama gücüne sahip olduğµna kanaat geti rilmişti. Açıklamanın gözlemlenemez bir varlığı önceden kabul ettiği, en iyi açıklamaya yönelik çıkarsama çabalan bilimsel olduğu kabul edilen pek çok alanda sık sık kullanılır. Bu alanlar arasında, fizik, jeoloji, je ofizik, moleküler biyoloji, genetik, fiziksel kimya, kozmoloji, psikoloji ve elbette evrim biyolojisi yer almaktadır. Bu alanlarda gözlemlenemez şeylerin hakimiyeti, gözlemlenebilirlik ölçütünü tasarımı bir kenara atmak için kullanan türeme yanlıları için zorluklar ortaya çıkarır. Darwinciler, rakiplerine, bahsettikleri yaratılış süreçlerinin gözlemlenemez ölçüde yavaş işlediğini hatırlatarak kendi 67. H.Judson, The Eightt Day of Creation (New York, Siman and Schuster, 1979), s. 157-90.
176 · TASARIM
kuramsal savlarının çürütülemez doğasını uzun zamandan beri açıkça savuna gelmişlerdir. Dahası, evrim teoreminin temel tarihsel savı -şim diki türlerin ortak bir atadan geldiği- şimdiki pek çok tasarım savıyla aynı epistemolojik niteliğe sahiptir. Darwin'in dallanan yaşam ağacın daki düğümleri işgal ettiği görülen ara yaşam formları gözlemlenemez dir, tıpkı bir Tasarımcının öne sürülen geçmiş faaliyetinin gözlemlene mez olduğu gibi. 68 Ara yaşam formları şimdiki biyolojik verilerin olası evrimci açıklamalarını sağlayan kuramsal önermelerdir. Aynı şekilde gözlemlenemez bir tasarımcı fail de yaşamın bilgi içeriği ve indirgene mez karmaşıkiık özellikierini açıklamak için öne sürülmüştür. Darwin cileri ara formları, yeni Darwincilerin mutasyon olaylan, sıçramalı ev rimcilerin "ani dallanma" olaylan, tasarlayan bir failin geçmiş eylemi, bunların hiçbiri doğıudan gözlemlenemez. Doğrudan gözlemlenebilirlik ölçütüne göre bu kuramsal varlıkiann her biri eşdeğerdir. Her biri test edilebilirlik ölçütüne göre de birbirine denktir. Köken te oremleri genelde evrenin şimdiki özellikierini (ya da kendisini) geçmiş teki hangi olayların çıkardığına ilişkin değerlendirmelerde bulunurlar. Şimdiki ipuçları ve kanıtlardan yola çıkarak gözlemlenemez nedensel olaylan yeniden tesis ederler. Dolayısıyla, direkt doğıulamaya ya da neden-sonuç ilişkilerinin tekrar tekrar gözlemlenmesine dayanan pozi tivist test metodu, Darwin'in kendisinin anladığı haliyle köken teorem leriyle pek ilintili değildir. Her ne kadar o, yarattlışçı savın geçerli ölçü tü -gözlemlenmiş nedenleri savlayan teoremleri destekleyen, 19. yüz yıl metodoloji ölçütü- sağlayamadığından defalarca şikayet etse de, ka tı pozitivist ölçütlerin kendi teoremine uygulanmasından tedirgin ol muştur. Joseph Hooker'e serzenişte bulunurken şunları söylemişti: "Bir türün bir başka türe dönüştüğüne ilişkin doğrudan kanıta sahip olma dığımı insanlara anlatmaktan yoruldum, ama bu görüşün doğıuluğuna inanmamın başlıca nedeni, bu görüşle pek çok olgunun sınıflandınlabi lip, açıklaııabilmesidit' 69 (vurgular eklenmiştir). 68. Meyer. Of Clues, s. 120: Darwin, Origin, s. 398: D.Hull, Dar.vin and His Critics (Chicago: University of Chicago Press, 1973), s. 45.
69. C.Darwin, More Letters of Charles Danvin, ed.F.Daıwin, 2.cilt. {London:
Murray, 1903). U 84.
ZEKl TASARIMIN BiLİMSEL KONUSU· 177
Aslında Darwin.doğrudan test yapmanın köken teoremlerinin değer lendirilmesiyle tamamen ilgisiz olduğu noktasında ısrar etmişti. Yine de o eleştirel testlerin, dolaylı yollarla yaptlabileceğine inanıyordu. Başka bir yerde şöyle yazıyor: "Bu hipotez [ortak ata], organik varlıklann je olojik soylan, geçmiş ve şimdiki dağılımları ve karştlıklı bağlılıkları ve homolojileri gibi çeşitli geniş ve bağımsız olgu gruplarını açıklayıp açık lamadığına bakılarak test edilmelidir."70 Darwin'e göre geçmiş olayların ve süreçlerin gözlemlenememesi, köken teoremlerinin test edilemez ol duğu anlamına gelmiyordu. Doğrusu bu teoremler söz konusu çeşitli ve riler ya da "olgu gruplan"na göre açıklama güçleri dei(erlendirilerek do laylı yoldan değerlendirilebilir ve test edilebilirdi. Yine de bu doğru olsa bile, bir Tasarımcının gözlemlenemez olması nın böyle bir savlama imkanına niçin engel teşkil etti,ğini anlamak zor dur. Her ne kadar Darwin aynı görüşte olmasa da, türemeyi medolojik savunusunun temeli, test edilebilir bir tasarım teoreminin imkanını ima etmektedir, çünkü gözlemlenemez bir failin geçmiş eyleminin şimdiki zamanda amprik sonuçlan vardır, tıpkı organizmalar arasındaki göz lemlenemez bağlantının sonuçlan gibi. Aslında Darw.in, rakip yaratılış çı teoremlerin amprik açıdan yetersizliğini açığa çıkarmaya çalışarak, tasarımın test edilebilir olduğunu örtük şekilde kabul etmiştir. Her ne kadar Darwin pek çok yaratılışçı açıklamayı prensipte bilim dışı diye reddetmişse de, diğerlerinin, kimi biyolojik olguları açıklama kapasite sine sahip olduğunu göstermeye çalışmıştır. 71 Böylece o, yaratılışçılığı, bazen, açıklama gücünden yoksun ciddi bilimsel bir ıakip olarak bazen de tanım gereği bilim dışı niteleyip bir kenara attığı bir inanç olarak gör müştür. 70. Alıntı için bkz. S.J.Gould, "Darwinism Defıned: The Difference between Theory and Fact", Discoveıy, Ocak 1987, s. 70. 71. Darwin'in yaratılışçılığa karşı öne sürdüğü metodoloiik ve amprik savlar iyice ortaya çıkanlmıştır: Gillespie, Danvin, s. 67-81; Kava!ovski, Vera ca usa, s. 104-29; Meyer, OfC/ues, s. 123-25; Recker, "Efficacy", s. 173; Hull, "Darwin", s. 63-80. Darwin'in metodolojik savlarının örnekleri için bkz. Darwin, Origin, s. 201, 430, 453. Darwin'in metodolojik savlannın örnekleri için bkz. Origin, s. 223, 386, 417-18.
178 · TASARIM
Yakın dönemdeki evrimci sınır ölçütü yanlılan da aynı şekilde ken dileriyle çelişkiye düşmüşlerdi. Gerald Skoog, "Yaşamın zeki bir neden tarafından meydana getirilmiş bir tasanmın sonucu olduğu savı test edilemez ve bilimin sahasının içinde yer almaz." dedikten sonra aynı paragrafta şu satırları ekliyor: "Doğayla ilgili gözlemler de bu söylemle ri [zeki tasanın teoremiyle ilgili] şüpheli ktlmaktadır. "72 Ne var ki bir şey hem prensipte test edilemez hem de amprik gözlemle çürütülmeye tabi olamaz. Buraya kadar yaptığımız tespitler, ne değişimle türeme ne de tasa rımın kesinkes test edilemez olmadığını gösteriyor. Doğrusu her iki te orem de, açıklama güçleri rakiplerinkiyle karşılaştınp dolaylı yoldan test edilebilir, Darwin'in türeme teoreminde yaptığı gibi. Yaratılışçılığa pek iyi gözle bakmayan Philip Kitcher'in de kabul ettiği gibi, teoremlerde gözlemlenemez bir Tasarımcıyı öngörenlerinde bile- gözlemlenemez unsurlann varlığı, o teoremlerin amprik yolla değerlendirilemeyeceği anlamına gelmez. Kitcher şunları yazmıştı: "Gözlemlenemez bir Tann·yı savlamak bile, gözlemlenemez parça cıkları savlamaktan daha bilim dışı değildir. önemli olan nokta, önennelerin niteliği ve dile getiriliş ve savunuluş yollandır."73 Böylece, tasanın ve türeme spesifik sınır ölçütlerini sağlama kapa sitelerine göre değerlendirildiğinde, beklenmedik bir denklik ortaya çık maktadır. Eğer Köken teoremleri, test edilebilir ve bilimsel olarak görü lecekse, onlar için gerekli olan kuramsal varlıklann doğrudan gözlem lenebilir olması ölçütü, evrensel ve tarafsız şekilde uygulandığında, sa dece tasarımın değil türemenin de hesap dışı tutulmasını gerekli kılar. Pozitivist bir anlamda kabul edilen birleşik test edilebilirlik ve gözlem lenebilirlik ölçütü üzerinde ısrar edenler, evrim teoreminin açıkça uy madığı bir geçerli bilim tanımını beyan etmektedirler. Öte yandan eğer 72. Skoog, "View". 73. Kitcher, Abusing Science, s. 125. Her ne kadar Kitcher ilahi yaratılışın test edilebilir bir teorem olabilme ihtimalini kabul ederken, yaratılışçılığın 19. yüzyılda test edilip, savunulduğuna inanmaktadır.
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU · 179
test edilebilirlik ölçütü daha esnek bir şekilde uygulanırsa tasarımı he sap dışı tutmak için öne sürülen baştaki neden ortadan kalkar. Burada tasanma karşı sınır ölçütlerini kullanmaya dönük özel çabalar hakkın" da yapılacak bir inceleme, tasanın ile türeme arasındaki metedolojik denkliği açığa çıkanr. Diğer sınır ölçütleri. Evvelce sıralanan diğer ölçütlerin -(d), (e), (f), (g) ve (h)- her biri hakkında yapılacak bir incelemenin tasanın ile tü reme arasında aynı denkliği ortaya koyacağını savunuyorum.74 l.bö lümde belirtilen sorunlara ilaveten yanlışlanabilirlik, köken teoremleri için özellikle sorunlu bir ölçüt olarak gözükmektedir. Aynı şey tahmin ölçütü için de geçerlidir. Köken teoremlerinin kaçınılmaz olarak tanım lanması imkansız yeni yapılar sunması gerekir. Bu nedenle onlar tam anlamıyla tahminde bulunmazlar. Söz gelimi eğer verili bir teorem doğ ruysa hangi kamun bulunması gerektiği hakkında köken teoremlerinin yaptığı bir şekilde yüzeysel "tahminler"in yanlışlanması çok zordur. Ni tekim evrimci paleontologlar da sık sık "Kamun yokluğu yokluğun ka nın değildir" derler.75 Aynı şekilde, bilimsel bir teoremin nedensel bir mekanizma sun ması gerektiği ölçütü, çeşitli nedenlerden dolayı metafiziksel açıdan tarafsız bir sınır ölçütü sağlamayı başaramaz. Birincisi, daha önce de belirniğimiz gibi, bilimdeki çoğu teorem mekaniksel teorem değildir. Doğada düzenli olarak gerçekleşen olgulan açıklayan pek çok teorem, bu olgulanrı niçin mekaniksel şekilde gerçekleştiğini açıklamaz ya da buna ihtiyaç duymaz. Newton'un evrensel çekim yasası, Newton, bu yasanın öngördüğü düzenli çekim modelini için mekaniksel bir neden 74. Bu evrimci sınır ölçütü savlarının ayrıntılı şekilde sınıflandınlıp, değerlen
dirilmesi işini halihazırda üstlenmiş bulunuyorum. Burada incelenmeyen savlar, Kanada, Ontario'daki Pascal Merkezi'nin yayımlayacağı gelecek
çalışmamda ele alınacakur. 75. Bu ifade aslında astronom Cari Sagan (cart Sagan ve Ann Druyan, Sha dows of Forgotten Ancestors [New York, Random House, 1992] tarafın dan kullanılsa da, fosil kayıtlarında ara yapıların olınaması bağlamında, pek çok evrimci ilerleme ya da sıçrama yanlısının konumunu açıkça anlat maktadır.
180 · TASARIM
savlayamadığı için -aslında bunu reddetmişti- daha az bilimsel değil di. Aynca daha önce de belirttiğimiz gibi, geçmişte olup bitenler hak kındaki pek çok tarihi teorem, kanıtladığı olayın nasıl gerçekleşmiş olabileceğine dair mekaniksel bir açıklamadan yoksundur. Ortak ata teoreminin genelde bilimsel bir teorem olduğu düşünülür, her ne ka dar bilim adanılan, türler arasındaki ara değişimlerin nasıl gerçekleş tiğini açıklamak için büsbütün yeterli bir mekanizma üzerinde uzlaş mış değillerse de. Aynı şekilde, ancak levha tektoniklerinin gelişimin de sonra kıta kayması teoreminin bilimsel olduğunu söylemek için pek de haklı bir gerekçe yoktur. Gerçi levha tektoniklerin sağladığı mekanizma kıta kayması teoreminin daha makul hale gelmesine yar dım etmişse de, 76 ( 1) kaymanın gerçekleştiğini bilmek ya da kuram sallaştırmak ve (2) kıta kayması teoremini bilimsel diye nitelendir mek için kıta kaymasının gerçekleştiği mekanizmayı bilmek zorunlu değildir. öte yandan nedensel mekanizmalann tüm bilimsel bağlamlarda ge rekli olmadığı kabul edilip, ama köken araştırmasının böyle bir bağlam olmadığı ileri sürülebilir. Köken teoremlerinin kaçınılmaz olarak neden sel açıklamalar sunmaya çalıştığı ve tasanmın, yaşamın kökenini ya da belli başlı taksonomik gruplan açıklamaya çalıştığı kabul edildiğinden, tasanmın bir mekanizma sunamamasının onu yetkin bir köken teoremi kıldığı öne sürülebilir. Ancak bu savın da bazı güçlükleri vardır. Birincisi, tasanmın savu nucusu, teoreminin, bilimsel konumunu yitirme cezasını çekmeden, yaşamın nasıl doğduğunun tam nedensel bir açıklamasını sunmadığı nı söyleyebilir. Mevcut ipuçlan ve kanıtlar bazı bilim adamlannı, zih nin madde üzerindeki nasıl etkide bulunduğunu tam anlamıyla bilme den, yaşamın ıasanmında zekanın nedensel bir rol oynadığına inan malarını sağlayabilir. Tüm bunların neticesinde, tasarımın bilimsel ol mayan (hatta bilimsel konumdan yoksun) bir sav değil de eksik bir 76. Aynı şey ortak ata teoremiyle ilgili yeni Darwinci ayıklanma-mutasyon
mekanizması içinde söylenebilir. Her iki durumda da yetkinlikle bilimsel
konum mevzuları birbirine kanştmlmamalıdır.
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU· 181
sav olduğu ortaya çıkar. Ve bu eksiklikler sadece tasarım teoremlerine özgü değildir. Gerek biyolojik (bahsettiğimiz) gerekse kimyasal evrim teoremlerinin, tamamen yeterli nedensel senaryolar olmadıkları orta dadır. Aslında çoğu bilimsel köken teoremi bir şekilde nedensel açıdan eksik ya da yetersizdir. Her halükarda, mekanizmanın, köken teoremlerinin bilimsel konu mu için gerekli olduğunu söylemek meseleyi ört bas etmek olur. Husu sen bu söylem, hiçbir haklılık taşımadan, bilimsel açıdan kabul edilebilir tüm nedenlerin mekaniksel nedenler olduğunu benimser. Bilimdeki tüm nedensel açıklamaların mekaniksel olması gerektiği üzerinde ısrar et mek, tüm nedensel teoremlerin sadece maddi varlıklara (ya da onların enerji karşılıklarına) gönderme yapması gerektiğinde ısrar etmek demek tir. Ne var ki bu koşul, görünürdeki dayatıcı sınır ölçü savlarından dola yı metodolojik zorunluluğu onaylanmış naturalizmin başka bir ifadesidir. "Tüm bilimsel teoremler mekanikçi olmalıdır" önermesi bir sınır ölçütü savı olduğu sürece bu koşul açıkça bir kısır döngüdür. Sınır ölçüt yanlı larının savunduğuna göre bilim mekanikçi olmalıdır çünkü onun natu ralist olması gerekir: naturalist olmalıdır çünkü aksi takdirde sınır ölçüt lerini-özellikle tüm bilimsel teoremlerin mekanikçi olması gerektiği ölçü tünü- ihlal eder. Bu sav, açıkçası şu hususu tartışmaya açmaktadtr: Kökenlere iliş kin tamamen materyalist nedensel açıklamaları, yaratıc, bir zeka, zi hin, zihinsel etkinlik, ilahi faaliyet ya da zeki tasarım gibi maddi ol madığı varsaytlan unsurlara başvuran açıklamalara tercih etmek için bağımsız -yani metafiziksel aç,dan tarafstz- nedenler var mıdır? Felse fi naturalistler söz konu maddi olmayan unsurları gerçek diye kabul etmezken, bu unsurların nedensel öncüller olabileceğini elbette inkar edemezler. Böylece asıl soruya dönüyoruz: Bilimsel köken teoremlerinde meka niksel olmayan (örneğin zihinsel ya da zeki) nedenleri savlamaya en gel olarak, ktsır döngüsel olmayan nasıl bir mantık sunulabilir? Amprik açıklamaları ne olursa olsun, bu unsurların hesap dış, tutulmasına ka rar vermek tamamen naturalist olan bir bilim tanımını haklı göstermez. Teoride olas, iki neden türü vardır: mekaniksel ve zeki. Sınır ölçütü
182 · TASARIM
yanlıları ikinci türü dışlamak için kısır döngüsel olmayan bir gerekçeyi henüz gösterebilmiş değillerdir.77 3. Bölüm, Tarih Biliminin Metodolojik Niteliği Şimdi de tasarım ile türeme arasındaki metodolojik denkliğin daha temel bir nedenini ele alalım. Ewelce de belirttiğimiz gibi, tasarım ile türeme arasındaki metodolojik denkiik, tarih bilimlerinin kendine özgü mantıksal ve metodolojik niteliğinin kavranmasına dayanır. Evrim bi yolojisi, tarihsel jeoloji ve arkeoloji gibi, geçmiş olaylar ve nedenlerle ilintili bilimsel disiplinler üzerinde yapılacak bir inceleme, esasen genel olguların keşfi ve açıkiamasıyla ilintili kimya, fizik veya biyoloji gibi ta rihsel olmayan bilimlerden kayde değer oranda farklı bir araştırma me todunu açığa çıkarır. Bu bölüm.gerek tasarım gerekse türemenin bilim sel araştırmanın bu farklı tarihsel metodunu kullabileceğini ve kullan dığını göz önüne serecektir. Başka bir deyişle, tasarım ve türeme ara sındaki temel metodolojik denklik, tarihle -yani tarihsel sorular, tarih sel göndermeler ve tarihsel açıklamalarla- ortak bir bağlantıdan kay naklanır. Bu tarihsel bağlantıyı, ilkin, ewelce incelediğimiz sınır ölçütü sav larının niçin geçersiz olduğuna bakarak anlayabiliriz. örneğin, bilimsel olmak için doğa yasasına gönderme yaparak açıklamada bulunulması gerektiği savını ele alalım. "Bilim doğa yasasıyla açıklama yapmalıdır" şeklindeki ısrar hayli karışıklığa -bilimdeki açıklamanın benimsenen evrenselliği hakkında, açıklamalarda yasaların gerekli rolleri hakkında ve yasa ile neden arasındaki ayrım hakkında- yol açar. Lakin evrimci yazarlann gerekli bulduğu bu sınır ölçütü esasen işlemez, çünkü söz konusu ölçüt, bazı bilimsel disiplinlerin (benim tabirimle "tarihsel"), 77. Dinsel otoriteye dayanmayan bir tasanın savı için bkz. M. Denton, Evolu
tion, A Theoıy in Crisis (Landon, Adler and Adler, 1986), s. 338-42. "Ya
ratılışçı ya da tasarımcı savların promlern çözme kapasitesi yoktur" şeklin deki sınır ölçütü savının incelemesi ve reddiyesi için bkz. J.P. Moreland, "Scientifıc Creationism, Science, and Conceptual Problems", Perspectives on Science and Christian Faith.
ZEKi TASARIMIN BILlMSEL KONUSU· 183
yasalara değil de geçmiş nedensel olaylara ya da olay sıralanna -"ne densel tarihler" denilebilecek- gönderme yaparak olaylan ve verileri açıklamaya çalıştığı gerçeğini göz ardı eder. Bu etkinlik için doğa yasa lanna gerek olmadığından, "doğa yasasıyla açıklamalı" şeklindeki sınır ölçütü, evrimci olsun ya da olmasın rakip iki tarih bilimsel araştırma programını birbirinden ayırmak için kullanılamaz. Şimdi de bilimsel teoremlerin kanıtlanamaz ya da gözlemlenemez varlıklan savlamaması gerektiği fikrini ele alalım. Kuşkusuz bu ölçüt modem fizik de dahil pek çok alanda savunulamaz bir ölçüttür. üstelik prensipte tarihsel araştırmayla neredeyse hiç ilgisi yoktur. Tüm tarihsel teoremler C.S. Peirce'nin "açıklama (abductive) niteliğinde gönderme ler" dediği göndermelere dayanır. 78 Bu göndermeler genelde şimdiki ol gulan, olaylan ve ipuçlannı açıklamak için gözlemlenemez geçmiş olaylan öne sürer. Tarih hakkında bir savda bulunmak, neredeyse her zaman, doğrudan incelenemeyen gözlernienemez bir olayı ya da varlı ğı savlamayı, öne sürmeyi ya da çıkarsamayı içerir. Bu nedenle göz lemlenemez unsurlar temelinde rakip köken teoremlerinin metodolojik esasını ayırt etme çabası oldukça yanıltıcı ve beyhude görünmektedir. Son olarak. bir teoremin bilimsel olması için test edilebilir olması ge rektiği iddiasını ele alalım. Ewelce de gördüğümüz gibi, ne tasanın ne de türeme kesin ispat gerektiren test edilebilirlik ölçütünü sağlayamaz. Yine hiçbirinin tekrarlanabilirlik kavramına bağlı test edilebilirlik ölçütünü de sağlayamadığını önceden belirtmiştim. Ne var hi her ikisi de karştlaştır malı açıklama gücü kavramını öngören "uyuşma" ya da en iyi açıklama ya gönderme yapma gibi alternatif test edilebilirlik ölçütlerini sağlayabi lir. Bu denklik, tasanın ve evrim teorisyenlerinin sunduğu savlann tarih sel doğasına binaen ileri sürülmüştü. Diğer tarihçi teorisyenler gibi onlar da, doğrudan ispatlanamayacak ve asla tekrarlanmayabilecek, geçmişte 78.
c.s. Pierce, "Abduction and Induction", The Philosophy of Pierce. ed.J.Buchler (London: Routledge , 1956). s. 150-56; C.S. Pierce. Col/ected Papers, ed.C.Harshome ve P.Weiss, 6.cilt. (cambridge: Harward Universty Press. I 931), 2:375; K.T. Fann, Pierce's TheoıyofAbıiucdon (The Hague: Martinus Nijhoff, 1970), s. 33; Meyer. OfClues, s. 24-34.
184 · TASARIM
olduğuna inandıkları olaylar hakkında savlar öne sürerler. Ne var ki di ğer tarihsel teoremler gibi bu teoremler de, olgudan sonra karşılaştırmalı açıklama gücüne gönderme yapılarak test edilebilir. Katı ölçütler dayat mak tüm tarihsel araştırmalarda bulunan sınırlamaları göz ardı eder ve dolayısıyla rakip tarihsel ya da köken teoremlerinin konumunu ayırt et mek için bir temel sağlayamaz. Hasılı şimdiye kadar ele aldığımız evrimci sınır ölçütü savlan, kıs men, köken araştırmasının tarihsel niteliğini göz ardı eden (normatil) bir metot ölçütü dayatmaya çalıştığından başarısızlığa uğramıştır. As lında evvelce sıralanan sınır ölçütü savlarının her biri tarihsel bilimlerin spesifik bir niteliğini gözden kaçırdığı için boşa çıkmıştır. Ancak bu ni telikler nelerdir? Ve bunlar, tasanın ve türemenin bilimsel ya da hiç de ğilse metodolojik konumunu ayırt etmek için bir temel sağlayabilir mi? Tarih biliminin doğası. Bu sorulara cevap vermek, tarihsel bilimle rin mantıksal ve metodolojik nitelikleri hakkında yaptığım doktora araştırmasının sonuçlarını kısaca özetlememi gerektiriyor.79 Bu araştır mada tarihsel disiplinlerin üç genel niteliğini tespit ettim. Bu nitelikler, geçmişi yeniden inşa etmek ve geçmişe gönderme yaparak şimdiyi açıklamakla ilintilidir. Bunlar, tarihsel bağlamlardan yola çıkan disip linleri, doğanın değişmeyen yasaları ve özelliklerini keşfetme, sınıflan dırma ve açıklama itkisiyle hareket eden disiplinlerden ayırır. Bu ikinci disiplinler "tümevarımsal" ya da "nomolojik" (Yunanca nomos sözcü ğü yasa anlamına gelir) diye tanımlanabilir; birinci türdeki disiplinler ise "tarihsel" diye tanımlanabilir.80 Aşağıda sıralayacağım üç nitelik 79. Meyer, OfC/ues.
80.
Bu üç nitelik tarihsel olmayan bilimlerin karşısında tarihsel bilimleri tanıt lamak için gerek ve yeter koşullar kümesi olarak kullanılabilir. Yine de bu sınır ya da tanımın keyfi olduğu kabul edilmektedir. Bu "sınır", bazı bilim lerin, hem tarihsel hem de tümevanmsal araştırmayı birleştirmediğini ya da pek çok disiplinin -kozmoloji ve kozmogeni gibi- hem tümevanmsal hem de yasal dallarının olmadığmı kastetmez. Aynca bu "sınır" tarihsel ni telikler sergileyen disiplinlerin ayrıcalıklı bir epistemolojik konuma sahip
olduğuna dair açık ya da gizli bir iddiada bulunmadığı için sorunsuzdur. öte yandan yaptığımız aynın haklılıktan yoksun değildir, çünkü tarihsel
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU· 185
sayesinde tarihsel bilimlerin, tarihsel olmayan bilimsel disiplinlerden ayırt edilebileceğini düşünüyorum. 1. Uygulamacılannı harekete geçiren tarihsel ilgi ya da sorular: Tarih sel bilimlerle uğraşanlar, genelde, "Ne oldu?" ya da "Bu olayın ya do ğal özelliğin ortaya çıkmasına yol açan nedir?" şeklindeki sorulara ce vap ararlar. Öte yandan tümevanmsal ya da yasal bilimlerle uğraşan lar, genelde, "Doğa normalde nasıl işler ya da devinir?" türünden soru lara cevap ararlar. 2. Kendine özgü tarihsel gönderme türlerinin kullanılması: Tarihsel bilimler, kendine özgü bir mantıksal yapıya sahip göndermeleri kulla nırlar. Genelde tekil olgulardan yola çıkarak genelleme yapan ya da ya sa çıkarsayan, pek çok tarihsel olmayan disiplinden farklı olarak tarih sel bilimler, şimdiki bir olgu ya da ipucundan geçmiş bir olayı çıkarsa mak için c.s. Peirce'nin ifadesiyle "açıklama niteliğinde göndermeler" yaparlar. Bu göndermeler zamansal açıdan asimetrik olduğu için -yani, şimdiki olgular ve ipuçlarından yola çıkarak geçmiş koşullan ve neden leri yeniden inşa ettiği için- "geçmişe yönsemeli(retrodictive)" diye ta nımlanabilir. Örneğin dedektifler,sı gerçekleştikten sonra bir cinayetin koşullannı yeniden tasarlamak için açıklama niteliğinde ya da geçmişe yönsemeli göndermeler kullanırlar. Bunu yaparlarken tarih bilimcileri gibi çalışırlar. Gould'un belirttiği gibi, tarih bilimcisi "geçmişi sonuçla nndan çıkarsayarak" ilerler.s2 3. Kendine özgü tarihsel açıklama türlerinin kullantlması: Tarih bi limlerinde, genel olgulann yasal tanımlamalan ya ela teoremleri değil de tekil olaylann nedensel açıklamalanna yer verilir. Tarihsel açıkla malarda, yasalar değil geçmiş olaylar asıl açıklama işini yerine getirir. bir bilimin gerekli koşullarının her biri çıkanmlar, aç.ıklamalar ve sorular arasındaki hakiki mantıksal ya da niteliksel farkltlıklan ayırt etmektedir. 81. A.C. Doyle, "The Boscome Valley Mystery", The Sign OfTlıree, Pierce, Ho mes, Popper, ed.T.Sebeok (Bloomington: lndiana Universty Press, 1983), s. 145. 8Z. S.J. Gould, "Evolution and the Triumph of Homology: Or, Why History Matters", American Sciendst 74 ( 1986) :61.
186 · TASARIM
Himayalann oluşumu ve ! .Dünya Savaşının başlangıcına dair evvelce belirttiğimiz açıklamalar tarihsel açıklama ömekleridir.83 Aynca tarihsel bilimler diğer bilim türleriyle dördüncü bir niteliği paylaşır. 4. En iyi açıklamaya göndermede bulunmak gibi dolaylı test metot ları. önceden belirttiğimiz gibi, pek çok disiplin doğnıdan gözlem, tah min ya da tekrarlı deneylere yoluyla teoremleri test edemez. Bunun ye rine, test, rakip teoremlerin açıklama gücü karşılaştınlarak dolaylı yol dan yapılır. Tarihsel bilim olarak türeme. Evrimci araştırma programlarının tarih sel bilimlerin genel metodolojik modeline yakından uyduğunu göstermek için yeterince izahatta -açıklayıcı nedensel tarih olarak ortak atanın işle vi, Darwin'in ortak ata çıkarsamasının geçmişe yönseme niteliği ve onun, evrim teoreminin dolaylı metotlarını kullanması hakkında- bulun duk. Lakin ilave birkaç tespit bu bağlantıyı daha fazla aydınlatacaktır. Yukarıda sıralanan tarihsel bilimlerinin niteliklerinin birincisi (tarih sel itki ya da amaç) söz konusu olduğunda, Darwin açıkçası böyle bir amaçla harekete geçmişti. Türlerin Kökenlnde Darwin'in astl amaçların dan biri, tarihsel bir noktayı -türlerin birbirinden ayn olarak ortaya çık madığı, bir ya da daha fazla ortak atadan evrilerek oluştuğu- vurgula maktı. 84 Gerçekte Darwin, yaşamın tarihini, süreğen, dallanan bir ağaca benzetmişti. ilk ve en basit yaşam formalarını ağacın dibi temsil ediyor du. Geçmişteki ve şimdiki daha karmaşık formların zengin çeşitliliğini ise birbirine bağlı dallar temsil ediyordu. Biyolojik tarihin bu resmi rakip 83.
Bu yasaların ya da süreç teoremlerinin nedensel açıklamayı destekleme ro lü oynadığını inkar etmek anlamına gelmez. Scriven, yasalar ve diğer ge nel süreç teoremi türlerinin açıklayıcı bir öncülün nedensel konumunu haklı çıkarmada önemli bir rol oynadığım kaydeder. Öte yandan Scriven ve
benim başka bir yer de savunduğum gibi, yasalar tekil olaylan ya da olgu ları açıklamak için gerekli değildir: ve yasalar olsa bile öncül olaylar, tarih
sel açıklamalarda asıl nedensel ya da açıklayıcı unsur işlevi görürler. Scri ven, "Ruisms", s. 448-50; Scriven, "Explanation, s. 480; Scriven, "Ca
uses", s. 249-50; Meyer, OfClues, s. 18-24, 36-72, 84-92. 84. Meyer, ofclues, s. 112-36.
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU·
187
yaratılışçılann resmiyle çarpıcı şekilde tezat oluşturuyordu. Yarahlışçılar yaşam ağacını birbirine paralel soy çizgileri (yakınsak olmayan) şeklin de tasavvur etmişlerdi. Türlerin Kökenı'nde Darwin'in (muhtemelen) asıl amacı yaratılışçı karşıtlannm kesintiyi savunan görüşlerinin karşısında, yaşamın tarihinin sürekliliğine ilişkin bu görüşü savunmakh. Böylece Darwin, asıl ilgilendiği hususun, önerdiği. doğal ayıklanma mekanizmasının yetkinliğini kanıtlamak değil de tarihsel ortak ata te zini kanıtlamak olduğunu göstermek için önceliklerini defalarca apaçık dile getirir. Zihnindekileri şöyle ifade eder: "İki farklı amacım var; il kin, türlerin ayn ayn yarahlmadığını [Yani ortak bir atadan evrildiği ni] göstermek ve ikinci olarak da, doğal ayıklanmanm değişimin ana unsuru olduğunu göz önüne sermek"85 (vurgular eldenmiştir). Aynı şekilde kitabının 13. Bölümünün sonunda Darwin, savının ön celiklerini şöyle dile getiriyor: "Ele alman çeşitli olgu sınıflan ... dünyayı dolduran sayısız türlerin, takımların ve ailelerin tümünün ortak atalar dan türediğini ve türemenin seyri içinde değişim geçirdiğini dosdoğru açığa vurmaktadır. öyle ki hiç kuşku duymadan bu görüşü benimsiyo rum, söz konusu görüş diğer olgular ve savlarla desteklenmemiş olsa dahJ"B6 (vurgular eklenmiştir). Darwin tarihsel bir amaçla işe koyulmakla kalmamış, hususen ta l rihsel bir akıl yürütme biçimini (ele aldığımız 2.nite ikle ilgili) kullan mıştı. Gould'un haklı olarak ifade ettiği gibi, Darwin tarihsel gönderme leri kullanmıştı. Darwin, tarihsel ortak ata iddiasını desteklemek için "Organik Varlıklann Jeolojik Nesli" üzerine yazdığı bölümün ortasında başlayıp, sonraki üç bölüm boyunca bir dizi savı öne sürmüştü.87 Bu 85. c. Darwin, The DescentOfMan, 2.baskı (Landon: A.L. Bun, 1874), s. 61. 86. Darwin, Origin, s. 434. Darwin"in sonraki sayfadaki ilk cümlesi ve son bö lümün ilk cümlesi öncelikie "değişimle türeme" konusuyla ilgilendiğini ve doğal ayıklanmanın savı için destekieyici bir rol oynadığını vurgulamakta dır. Onun sözleriyle, "Bu kitabın tamamı uzun bir savdan ibaret olduğu için
okuyucular kısaca tekrarlanan belli başlı olgulara ve çıkanınlara aşina ola bilirler. Doğal ayıklanma sayesinde değişimle türeme teoremine karşı pek çok ciddi itiraz yöneltilebilir. Bunu inkar etmiyorum." 87. A.g.e., s. 331-434.
188 · TASARIM
savlar geçmişe yönsemeli ya da açıklama niteliğindeki akıl yürütme bi çiminin örnekleridir. Her halükarda, fosil kayıtlanndan, karştlaştırrnalı anatomiden, embriyolojiden ve biyocoğrafyadan elde edilen mevcut ka nıtlar, geçmiş biyotarihsel olaylann bir modelinin çıkarsamak için ipuç lan olarak kullanılmıştır. örneğin, Daıwin'in artık yaptlarla ilgili savın da kullandığı dile bakalım: "Artık organlar bir kelimedeki harflerle kı yaslanabilir. Bu harfler yazımda kullanılırken, telafuzda kullanılmazlar, ama telafuzun sökülmesinde bir ipucu işlevi görürler. "88 Daıwin'in kullandığı göndermelerin her birinin zamansal açıdan asimetrik niteliğine dikkat edelim: "Ele aldığımız çeşitli olgu sınıflan... dünyayı dolduran sayısız türlerin, takımlann ve ailelerin her birinin kendi sınıfı ya da grubu içinde ortak atalardan türediğini dosdoğru gös termektedir. "89 Gould'un da belirttiği gibi, Darwin, "sonuçlanndan tari hi çıkarsama" metodu kullanmıştı.90 Daıwin, sadece tarihsel bir geçmişi çıkarsamakla kalmamış, (ev velce sıraladığımız 3.niteliğe göre) tarihsel açıklamalar da sunmuştur. Aslında, tarihsel göndermelerle açıklamalar arasında karşılıklı bir iliş ki söz konusudur. Tarihsel bilimler, eğer doğru iseler, ilgili verilerin en geniş sınıfını açıklayacak tarihsel öncülleri çıkarsamaya çalışır. Açık lama kapasitesi temelinde çıkarsanan nedensel geçmiş, genelde, ka bul edildiğinde, bir açıklama işlevi kazanır. Daıwin tüm organizmala rın ortak atalardan geldiği yönündeki önermenin kabul edilmesi ge rektiğini, çünkü onun "çeşitli geniş ve bağımsız olgu sınıflannı açık ladığını" defalarca dile getirir.91 Dahası, ortak ata (ve onun ifade et tiği geçmiş olaylar) Daıwin için nedensel bir açıklama işlevi görmüş tü. "Türeme yakınlığı"ndan "organik varlıklann benzerliğinin bilinen tek nedenı" diye söz eder. 92 Başka bir yerde ortak ata ya da "türeme yakınlığı"ndan organik benzerliğin geçerli nedeni (vera cause) diye 88- A.g.e.. s. 432. B9. A.g.e.. s. 434. 90. Gould, "Evolution", s. 61. 91.
92.
Alıntı için bkz. Gould, "Daıvıinism", s. 70.
Darwin, Oıigin, s. 399.
ZEKl TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU· 189
bahseder. 93 Darwin, \üremeyi geçmiş bir neden olarak çıkarsayarak tarihsel bir açıklama oluşturur. Bu açıklamada, geçmiş olaylann bir modeli, biyocoğrafya, fosil kayıtlan, homoloji ve benzeri alanlara ait olgularla bağlantılı olarak asıl açıklama işini yerine getirir. Gould'un da belirttiği gibi, Türlerin Kökeni, ".Tarihin organizmalar arasındaki ilişkiler için düzenleyici neden olduğu savını" öne sürer.94 Öncül olaylar ve nedensel tarihlerin açıklama işlevi, çok sayıda kim yasal evrimci teorisyenin eserlerinde daha açık bir şekilde görülmekte dir. Rus bilim adamı ve modem yaşamın kökeni araştırmasının babası olan Alexander Oparin, yaşamın şimdiki haliyle nasıl ortaya çıktığını açıklamak için bir dizi varsayımsal geçmiş olayı içeren aynntılı neden sel tarihleri tasarlamıştı.95 Yaşamın kökeni diye adlandınlan bu senar yolann tasarlanması yaşamın kökeni araştırmasının önemli bir parçası olarak günümüze kadar gelmiştir.96 Böylece evrimci biyologiar sadece tarihsel göndermeleri kullanmakla kalmayıp, geçmiş nedensel olaylann ya da modellerin şimdiki olgulann kökenini açıkiama işlevi gördüğü ta rihsel açıklamalara da başvururlar. Önceden de belirttiğimiz gibi, Darwin _(evvelce sıraladığımız 4. nite liğe göre) teoreminin göreceli açıklama gücünü değerlendirirken onu 93. A.g.e., s. 195, 399. Kavalovski'nin de vurguladığı gibi. Darwin geçerli ne den ( vera causa} savını doğal ayıklanmayla sınırlandumamakta, türerneyi de buna dahil etmektedir (Kavalovski, Vera Causa, s. 104-5). '"Laws ofVa riation" adlı eserinin 5. Bölümünde, bitki türleri arasındaki homolojilerin
geçerli nedeni olarak '"türemiş topluluk""iı açıkça göndenmede bulunur ( Ori gin, 2.195.) Darwin, ewelce belirtilen olguları açıkiamak için genelde mor folojik değişimin geçerli nedeni olarak doğal ayıkianmaya pek çok atıfta bu lunmakla birlikte tarihsel bir nedeni (geçmiş olaynn bir modelini) önenne
nin gereğini de kabul eder. Darwin geçmişle ilgili nedensel önenmelerle şim diki olguların açıkiamalan arasındaki bu ilişkiyi 13. bölümün bir yerinde açıkiar: ""Pek çok eski yaşam formunun tamamen kaybolduğu inancıyla tüm sınıflana birbirinden farkitlığını açıkiayabiliriz." (Oligin, 4139. 94. Gould, "Evolution", s. 60. 95. A.l Oparin, The Origin of Ufe, çev. S.Morgulis (New York, Macmillan, 1938). 96. Meyer, OfC/ues, s. 237-40.
190 · TASARIM
dolaylı yoldan test etmenin bir metodunu kullanmıştı. Şu ifadesini ha tırlayalım: "Bu hipotez [ ortak ataJ test edilmelidir...çeşitli geniş ve ba ğımsız olgu sınıflannı açıklayıp açıklamadığını görmek için. "97 Bu do laylı ve karşılaştırmalı test metodunu Asa Gray'a yazdığı bir mektupta daha açık bir şekilde dile getirir: "Bu hipotezi [ortak ata], bulabildiğim pek çok genel ve oldukça ge çerli önermeyle -coğrafi adağım, coğrafi tarih, eğilimler ve benzeri alanlara ait- karşılaştırarak test ettim. Ve bana öyle geliyor ki, bu hi potezin söz konusu genel önermeleri açıkladığını varsaydığımızdan, tüm bilimlerdeki takip edilen ortak yol uyannca, daha iyi bir hipo tez bulunana değin onu kabul etmemiz gerekmektedir."98 [vurgular eklenmiştir] Tarihsel bilim olarak tasarım. Şimdiye kadar ele aldığımız hususlar, evrim biyolojisinin ya da en azından onun Darwin versiyonunun, ta rihsel açıdan bilimsel diye nitelendirdiğimiz araştırma modeline uydu ğunu göz önüne sermektedir. Tasanın ve türemenin yukarıda ortaya koyduğumuz tarihsel araştırm a biçimine göre metodolojik açıdan denk olduğunu göstermek için tasanın teoremi ya da savının aynı tarihsel araştırma modeline örnek teşkil ettiğini kanıtlalmamız gerekir. 1. nitelik açısından bu denklik gayet açıktır. önceden de belirttiği miz gibi "Doğa normalde nasıl işler ya da devinir?" türünden sorularla "Bu ya da şu doğal özellik nasıl ortaya çıkmıştır?" ya da "Bu ya da şu olayın meydana gelmesine ne yol açmıştır?" türünden sorular arasında bariz mantıksal bir aynın vardır. Zeki bir Tasarımcının geçmiş faaliye tini öneren teoremler ikinci türdeki tarihsel sorulara cevap ya da kısmi cevap sunarlar. Tasanın teoremlerinin kanıtsa! esaslan ya da yetkinlik leri ne olursa olsun, bu teoremler kuşkusuz doğadaki kimi özelliklerin meydana gelmesine neyin yol açtığına dair sorulan cevaplandırma ça balarını temsil ederler. Tasanın ve türeme kökenler meselesine duyduk ları ilgili bakımından açıkça denktirler. 97. Alıntı için bkz.Gould, "Darwinism", s. 70.
98. F. Darwin, ed. Life and Letters of Charles Daıwin, 2.cilt. (Landon: D. App leton, 1896), !: 437.
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU · ı 91
Tasanın ve türeme 2. nitelik bakımından da denktir. Zeki tasanın çı kanmlan açıklamadır ve geçmişe yönsemelidir. Bu çıkanmlar, DNA'da ki bilgi içeriği, molekiiler makinalann indirgenemez öl\;üde karmaşıklığı, fosil kayıtlarından yukandan aşağıya doğru beliren hiyerarşik yapı ve fi zik yasalannın ve sabitlerinin uyumu gibi doğada halihazırda bulunan olgulardan ya da ipuçlanndan gözlemlenemez geçmiş bir nedeni (yara tıcı zihinsel bir faaliyet örneğini) çıkarsamaya çalışırlar.99 Dahası, Dar win'in pek çok olgunun ya da olgu sınıfının ortak ata varsayımıyla açık lanabildiğini göstererek yaptığı retrodictive çıkaiımlan güşlendirmeye çalışması gibi tasanın yanlılan da teoremlerinin açıklama gücünü gös termek için zengin çeşitlilikte ipuçlan toplamaya çalışmaktadırlar. Tasanın çıkanmlan 3. nitelik açısından nedensel açıklama işlevi de görebilir. Türeme savlarında yer alan çıkanın ile açıklama arasındaki karşılıklı ilişkinin aynısı tasanın savlannda da bulunmaktadır. Bu ne derıle zeki tasanın çıkanını desteklenebilir, çünkü şayet kabul edildiğin de, çok sayıda çeşitli olgu sınıflannı açıklayabilir. Açıkçası zeki tasanın kabul edildiğinde, mütekabil açıklama kaynaklannı temin edecektir. Dahası, bir failin özel yaratıcı eylemini içeren tasanın teoremleri, bu ey lemi, büsbütün fiziksel değil de zihinsel öncülleri içeren nedensel bir olay olarak kavramsallaştırmaktadır.ıoo Aslında tasanın teoremleri-is ter genç yeryüzü Tekvincileri, ister eski dünyanın geliştiğini savunan yaratılışçılar, ister teist makromutasyoncular isterse de dinsel açıdan agnostik biyologlar tarafından öne sürülmüş olsun- öncül nedensel olaylara gönderme yaparlar ya da söz gelimi kimyasal evrimcilerin yap tığı gibi bir tür nedensel senaıyoyu arılatırlar. Metot :meselesine gelin ce, tasanın ve türeme savunuculan, benzer şekilde, şimdiki olgulann kökenini açıklamak için öncül nedensel olaylan ya da olay senaıyola nnı önerirler. 3. nitelik açısından da tasanın ve türeme metodolojik ba kımdan denk görünmektedir. 99. Denton, Evolution, s. 338-42: C.Thaxton, W Bradley ve R. Olsen, The Mystery of Life's Origin (New York, Philosophical Libraıy, 1984), s. 113-65, 201-4, 209-12. 100. Thaxton, Bradley ve Olsen, Mystery, s. 201-12.
192 · TASARIM
4. nitelik açısından tasanmın tıpkı türeme gibi dolaylı yoldan test edilebileceğine dair çok laf ettik. Kuşkusuz tasanın savunucuları, dü şüncelerini Darwin'in yaptığı gibi, hipotezlerinin açıklama gücünü ra kiplerinkiyle kıyaslayarak ve ilgili olguların geniş bir sınıfı karşısında test edebilirler. Nitekim günümüzde tasarımı savunan pek çok biyo log, savının, türemenin açıklayabildiği olguların yam sıra açıklaya madıklarını (DNA'daki bilgi içeriği ya da indirgenemez ölçüde karma şıklığın varlığı gibi) açıklayabilme kapasitesi temelinde bu testi yap maktadır. 101 Hasılı tasarım ve türeme metodolojik açıdan denk görünmektedir. Her ikisi de tipik şekilde tarihsel sorulara cevap aramaktadır; her ikisi de abductive çıkanmlara dayanmaktadır: her ikisi de şimdiki olguların açıklamaları olarak öncül nedensel olaylar ya da senaryolar önermek tedir: ve her ikisi de açıklama güçlerini rakiplerinkiyle karşılaştırarak dolaylı yoldan test edilmektedir. Herşeyin teoremi mi? Bu metodolojik denkliğe karar verilmeden önce, tasanmın bilimsel araştırmayı önemsizleştirmeyen sahiden geçer li bir açıklama olup olmadığı merak edilebilir. Tasarım teorilerine dair endişeler onların açıklama güçleriyle değil bu gücü sınırlandırmayı ba şaramamalanyla ilgilidir. Kabul edilen "Tanrı yaptı" önermesi, tüm bi limsel sorulara cevap olarak kullanılabileceğinden, bir tasarım teoremi bilim adamına yapacak hiçbir şey bırakmaz mı? David Hall'ın yakın za manda yazdığı gibi, ""Bilim adamlarının [bilimi tamamen naturalist di ye tanımlamaktan başka] seçeneği yoktur. Yaşanun ilk kökenini ya da insan türünün evrimini açıklamak için Tann'ya ya da mucizevi olayla ra gönderme yapmaya bir kez izin verdiklerinde, bu açıklama tarzını sı nırlandırmanın yolunu bulamazlar."102 Bu aynca "boşlukların Tanrısı" savlanna dair ünlü teist endişede de ifadesini bulmaktadır. O halde hem 101. E.J. Anıbrose, Tlıe Nature and Origin of the Biological World (New York,
Halstead, 1982); Den ton, Evoludon; R.Augros ve G.Stanciu, The New Bi ology (Boston, Shanıblıala, ı 987): D.Kenyon ve P.W. Davis, Of Pandas and People, Tlıe Ceııtral Question of Bio/ogical Origins (Dallas, Haughton,
102.
1993).
D.Hull, ""God of the Gallapagos··, Nature 352 (1991), 485-86.
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU· 193
teistler hem de sekülerler şundan endişe duyabilirler: "Eğer tasarımın (tarihsel olarak) bilimsel bir teorem olmasına izin verilirse, o her yerde araştırmaya ket vuran, her derde deva kuramsal bir ilaç olarak kullanıl maz mı? Tasanın, doğanın nasıl işlediğirıl incelemeyi reddeden düşün sel açıdan tembel kimseler için bir sığınak olmaz mı?" Yasal olanla tarihsel olan arasındaki aynın, araştırmanın bağlamına bağlı olarak tasarımın nasıl hem uygun hem de uygunsuz (ve dolayısıy la zorlama) olabileceğini göstermeye yardım eder. Demek oluyor ki bu aynın, zeki bir failin geçmiş faaliyetinin niçin tarihsel bilimlerde geçerli bir açıkiama olma işlevi görebilecekken, tatihsel olmayan pek çok bilim sel bağlamda bu işlevi göremeyeceğini anlamaya yarduncı olur. Bilim adanılan, doğa normalde ne yapar ya da doğanın bir parçası genelde diğer parçasını nasıl etkiler türünden sorulan dile getirdikierin de, failierin tekil eylemlerine yapılacak her tür gönderme uygunsuz ola caktır, çünkü söz konusu gönderme araştırmaya güç veren soruyu ce vaplandırmayı başaramaz. Şu soruya bakın: "Hava basıncı kristalin oluşumunu nasıl etkiler?" "Kristaller yaratıcı bir zeka tarafındna tasar lanmıştır" (veya "Kristaller doğal süreçler yoluyla evrilmlştir") demek soruya yanıt teşkil etınez. Burada doğru yanıtlann zorunlu olarak natu ralist ve yasal olması gerekir, çünkü soru doğanın bir parçasının diğer parçasını nasıl etkilediğidir. öte yandan sırf sorunun odak noktasından dolayı naturalist bir yanıta gerek vardır. Tümevanmsal bilimler tipik şe kilde genelde nedensel ya da tanımsal ilişkiler (yasalar) kurmaya çalı şırken, tarihsel bilimler tipik şekilde geçmiş nedensel olaylan çıkarsarlar. Tanımlayıcı ya da nedensel bir yasa gerektiğinde, bir failin eylemini (uzay ve zamanda bir olay olarak) önermek yasasal araştırmanın mey dan okumasına karşılık veremez. Belirli bir kaya türünün gerilim/cins ilişkisini araştıran bir jeoloğa ya da bir protenin normalde sitoplazma omurgasına nasıl bağlandığını araştıran bir hücre biyoloğuna "Onu Tan n yarattı" demek bağınasal açıdan doğru değildir. Ne ilahi ne de beşeri eylem yasa olarak nitelendirilemez. Bu cevaplar bilimin ilkelerine ters olduğu kadar bağlama ilişkin sağduyulu düşüncelere de terstir. Onlar, burada belirli bir araştırma türünün söz konusu olduğu noktasını büsbü tün ıskaladığı için araştırmaya engel olmaktadır.
194 · TASARIM
öte yandan nedensel bir tarih yeniden kurulurken -doğada belirli bir özelliğin (ya da evrenin kendisinin) nasıl meydana geldiğine dair sorulara cevap aranırken- faile gönderme yapmak uygun olabilir. Birin cisi, ilahi faaliyetin uygunsuz önermelerinin klasik örnekleri. (yani boş luklann Tannsı savlan) neredeyse tamamen tümevanmsal ya da yasal bilimlerde söz konusudur, tıpkı Newton'un gezegenierin hareketlerinin daha doğru bir tanımını sağlamak için fail kavramını talihsiz bir şekil de kullanması gibi.1°3 ikincisi, doğadaki özelliklerin ya da olaylann kö kenini açıklamakta faillerin eylemine rutin bir şekllde başvurulmakta dır. Söz gelimi adli tıp, tarih ve arkeoloji belirli nesnelerin ya da olayla nn ortaya çıkışını açıklamak için insan faillerin geçmiş etklniiğini bazen öne sürer. Tarihsel bilimlerin bu tür çeşitli alanlan, zeki faillerin geçmiş nedensel etkinliğini çıkarsamak için açık bir öncülü ileri sürer. (Fran sa' daki mağra resimlerinin tüzgar ve toprak kayması gibi doğal güçler değil de insanlar tarafından meydana getirildiğini ilk kez çıkarsayan ar keoloğun bilimsel metodu ihlal ettiğini savunan birinin bu savının saç malığını düşünün.) Failin geçmiş eylemini öne sürmenin niçin tarihsel bilimlerde geçer li olabileceğinin daha esaslı başka bir nedeni de vardır: Tarihsel açıkla malar öncül nedensel olaylann öne sürülmesini gerektirir: onlar yasa çı karsamaz. ıo4 Bu nedenle bir köken senaıyosunun ya da açıklamasının 103.
Bu mevzu son zamanlarda gündeme getirildi: Nancey Murphy, "Phillip Johnson on Trial: A Cridque ofHis Cridque ofDarwin", Perpsecdves on Science and Christian Faith 45, no. ı [! 993]:34. Burada Murphy, yaı;a mm kökeninin olası bir açıklaması olarak yaratıcı tasarımın dışlanmasınm gerekçesi diye öne sürülen boşlukların Tann'sı itirazı hakkında teist
bilim adamlannın görüşlerine yer verir. Murphy'nin açıkladığı gibi, pek çok teist bilim adamı bile teist açıklamalann yakında bilimsel alanı terk edeceğinden, dolayısıyla Tann hipoetezini gelecekteki bilimsel gelişme lerden zarar görebilecek halde bırakacağından endişe duymaktadır. Ne var ki açıkçası bu bilim adanılan, bilim için gerekli olduğu sanılan natu ralizmi öngören bir bilim ve bilimsel ilerleme tanımını benimsemektedir
ler. Niçin tesit bir açıklama bilimsel gelişmeye yol açamasın ki? Murphy
bu soruya cevap vermiyor.
!04. Bkz not 36.
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU · 1 95
bir parçası olarak geçmiş faaliyeti sunmak bağlamsal açıdan uygundur, çünkü öne sürülen kuramsal varlık türü tarihsel açıklamalann gerektir diği türe karştlık gelmektedir. Basitçe ifade etmek gerekirse, geçmiş fa aliyet nedensel bir olaydır. Bu yüzden gözlemlensin ya da gözleınlen mesin faaliyet tarihsel bir açıklamada bağlamsal açıdan uygun bir ku ramsal varlık işlevi görür, bu işlevi yasal ya da tümevanmsal bir teorem içinde yerine getiremese bile. Zihinsel faaliyet yasa olmasa bile neden sel bir olay olabilir. Her halükarda, tasanın savlan kuramsal rekabetle sınırlandırtlmak tadır. Tarihsel teoremlerin kabul edilebilirliği, nedensel güçler ve hem doğa hem de faaliyetin eğilimlerine ilişkin temel bilgi çerçevesinde öl çülmelidir. ıos Dolayısıyla, zeki tasanın, ancak bilinen doğal süreçler açıklama üretemediği ve zekanın bunu üretmeye elveıişli ve eğilimli ol duğu bilindiğinde gerekii veya en iyi tarihsel açıklama diye sunulabilir. Nitekim Charles Thaxton, Walter Bradley, Dean Kenyon, Michael Behe ve Willaim Dembski gibi zeki tasanının modem savunuculan, "bilgi içe riği" (Meyer, Thaxton ve Bradley ve Kenyon), 106 "küçük olasılıklı be lirtmeler" (Dembski) ıo 7 ya da "indirgenemez ölçüde karmaşıklık" (Be he) ıos gibi olgulan neyin üretebileceği neyinde üretemeyeceği konu sundaki bilgilerimizden dolayı öncül zeki faaliyeti _önerdiklerini ısrarla belirtiyorlar. Bunun aksine, nedensel güçlere dair halihazırdaki temel bilgilerimize dayanarak, tasanmı ne gerekli ne de en iyi açıklama ola rak karşılamayacak pek çok olgu vardır. 105. Meyer, OfClues, s. 77-136. 106. Thaxton, Bradley ve Olsen, Mysteıy, s. 113-65, 201-4, 209-12; Kenyon ve Davis, Pandas; W.Bradley ve C.B. Thaxton, "lnformation and the Ort gin of Life", The Creation Hypothesis: Scientific Evidence far an Intem genı Designer, ed. J.P. Moreland (Downers Grove, il!.: ınterVarsity Press, 1994), s. 173-210.
107. W.Dembski, "Redeg Science", Mere Creadon: Science, Faith and
Inte/ligenı Design, ed.W.A. Dembski (Downers Grove, Ill.: lnterVarsity Press, 1998), s. 93-112; W.A. Dembski, Intelligenı Design (Downers Grove, !Il.: lnterVarsity Press, 1999), s. 122-52. 108. M.Behe, Darwin's Black Box (New York: Free Press, 1996).
196 · TASARIM
Bu noktayı aydınlatmak için bir örnek verelim. Whitworth Koleji yakınında yaşadığım ormanlık bölgede çok sayıda çam ağacı vardır. Her cuma sabahı, bir miktar çam kozalağının, komşumun kaldınnun daki çöp tenekesinin yanındaki mavi tentenin üzerine zarif bir şekilde yığıldığını fark ettim. Cumanın temizlik günü olduğunu ve benim yaşlı komşumun o gün çam kozalaklannı, iğne yapraklannı ve çimenliğinde ki diğer çer çöpü topladığını biliyorum. Bu durumda onun kasıtlı olarak çam kozalaklannı tenteye yığmayı tasarlamış olduğu sonucuna van nrn. Ağaçlannın altında birikmiş birkaç çam kozalağını zaman zaman görmüş olsam da, çok sayıda çam kozalağının böylesine zarif bir şekil de yığıldığına "doğada" hiç rastlamadım. Ne de doğa güçlerinin komşu mun tentesini garajından çıkanp, çöp tenekesinin yanına (ve kozalak lann altına) yardımsız koymuş olabileceğini düşünürüm. Rüzgar, yağ mur ve yerçekirni güçlü olabilir ama bu kadar zeki olamaz. Dolayısıyla doğa ve failler (ve bu durumda komşumun alışkanlıklan) hakkındaki temel bilgilerime dayanarak çam kozalaklannın toplanmasında kişisel bir faaliyetin -zeki tasanrnın- nedensel bir rol oynadığı sonucuna van nrn. ı 09 Aslına bakarsanız, her sonbaharda, kampüste yürürken, gi zemli bir failin birinci sınıftaki öğrencilerin kaldığı yurtlann isimlerini "Stewart Yurdu", "MacMillian Yurdu" ve benzeri- seslice söylediğinde de aynı sonuca varının. Bu yurtlann çirnenliklerinde de bir sürü çam kozalağı bulunur. Ne var ki her olgunun nedeni olarak zeki tasanın sonucunu çıkar samam. Benim bahçem genelde dağınık şekilde çam kozalaklanyla do ludur. Her ne kadar bahçemdeki çam kozalaklannın bu şeklinin kişisel bir faaliyetin ürünü olması ihtimali varsa da, bu bana pek muhtemel görünmüyor. öncelikle, hiç kimsenin çam kozalaklannı bahçeme böyle 109.
Dikkat edilirse, zeki tasanma dair güvenilir bir çıkarsamada bulunmak için komşumun eğilimleri, karakteri ya da amaçlan (bu durumda çerçöp ten nefret edişi) hakkında bir şey bilmem gerekmiyor, her ne kadar onun eğilimleri hakkında bir şeyler bilmek yaptığım çıkanma duyduğum güve ni artrrsa da. Kimin tasarladığını ya da niçin tasarlandığını bilmeden bir şeyin tasarlandığını bilebilirim.
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU· 197
dağınık bir şekilde koymak için zamanını boşa harcayacağını düşün mem. İkincisi, kozalaklann ağaçlardan düşüp, böyle dağınık bir şekil oluşturduğuna defalarca şahit oldum. Dolayısıyla bahç:emdeki kozalak lann dağılımının en iyi açıklaması, doğal faktörlerin birleşimi olsa ge rektir: rüzgar, yağmur, ağaçlann konumu, bahçenin eğimi, çimenliğin uzunluğu vb. Aynı şekilde komşumun bahçesindeki kozalakların görü nümü, iki ayn yığın halinde daha düzenli görünse de, tamamen doğal nedenler! yansıtıyor görünmektedir, çünkü her bir yığm, bahçedeki iki çam ağacından birinin alnnda durmaktadır. Her iki durumda -kozalakların basbayağı dağınık göründüğü ve da ha muntazam bir görünüm sergilediği durumlarda- da zeki tasanın en iyi açıklama gibi gelmiyor, her ne kadar failler bu tür sonuçlan üretme ye evlerişli olsalar da. Bunun yerine, bu sonuçlan ürennek isteyecek fa illerin ve buna şahitlik etmiş birisinin varlığından şüphe duymak için iyi geçerli nedenlerimiz varsa, bu sonuçlan, kanıtlanmış nedensel etkinliğe sahip doğal süreçlere atfetmek daha muhtemel gibi görünüyor. Dahası, Dembski'nin de belirniği gibi, ne düşük ihtimalli olaylar ne de yüksek ihtimalli olaylar zeki tasanmın kesinkes saptanmasına izin verir. Bu nun yerine zeki tasanın sadece çok küçük ihtimalli özel (belirtli) olay larda ancak kesinkes saptanabilir. 110 Tentedeki çam kozalaklan ve hu susen yurt meydanlanndaki yazılı mesajlar belirtilmiş küçük ihtimalli olaylara iyi örnek teşkil eder. ikinci durumda kozalaklann ihtimal dışı düzeni, iletişim sağlamak için alfabetik bir düzen içinde belirtilmiştir. Çağdaş tasanın teorisyenleri, yalnızca zeki tasanmın vuku bulduğunu söylemekle kalmayıp, tasanmın sonuçlarının, DNA molekülü boyunca kodlanmış bilgi ya da belirtili karmaşıklık gibi kimi doğal özelliklerde apaçık görülebileceğini savunduklarından, onların kuramsal savlan boş ya da ket vurucu değildir. Gerçekte, eğer tasarım teorisyenleri haklıysa, her sonuçtan tasarım çıkarsanamaz, zeki tasarım tüm sonuçların olası bir nedeni olsa bile. Ze ki failler ve inanılan ilahi Fail doğanın sahip olmadığı nedensel güçlere 110. Dembski, "'RedegScience"', s. 93-112; Dembski, Intelligent Design, s. 127-46.
198 · TASAR!lv1
sahip olduğu için, zeki tasarım her zaman muhtemel bir açıklama ola bilir. Ne var ki muhtemel açıklamaların en iyi açıklamalar olması gerek mez. Zeki tasarım çeşitli nedenlerden dolayı her zaman en iyi açıklama değildir. insan eylemi ya da özel (saptanabilir) ilahi eylem kimi doğal olaylarda nedensel bir rol oynamamış olabilir; ister beşeri ister ilahi ol sun zeki tasarım nedensel bir rol oynamış olsa dahi her zaman sapta namayabilir; doğal nesneler ve süreçler, örnek bir olguda apaçık görü lebilecek gerçek nedensel güçlere sahiptir (Tann'nın doğanın idare etti ğine inanan teistler de bunu savunur). Dolayısıyla en azından en iyi açıklamaları arayan bilim adamlarına göre zeki tasarım herşeyin teore mi olarak kullanılamaz. Herşeyin olası bir teoremi olma işlevini görebi lir, ama sadece bazı şeylerin en iyi açıklaması ya da teoremi olabilir. Ze ki tasarımın içi boş ya da sınırsız olması gerekmez. Dahası, zeki tasarım savları, gerek beşeri gerekse ilahi olsun potansi yel tasarımcı faillerin eğilimleri hakkındaki temel varsayımlarla sınırlıdır. Hususen bu savlar, Tann'nın benimsenen sıfatları ve eğilimleri hakkın daki varsayımlarla sınırlıdır. örneğin tncil'e inanan çoğu teist, Tann'nm en azından iyi yolla hareket ettiğini kabul eder: (1) görünmez gücüyle te sis ve idare ettiği doğa modelleri ya da yasalarıyla ve (2) zamanın belir li noktalarında sergilediği daha çarpıcı, ayırt edilebilir ve ayrık eylemler le. Teistler ikinci ilahi eylem türünün çok ender görüldüğüne ve genelde insan yararına belli bir ilahi amacı (örneğin, yarattlış ya da kurtuluş gibi) yerine getirmeyle ilişkili olduğuna inandıklarından, bu eylem rürünün, çoğu olayın açıklaması olamayacağı kanısındadırlar. 1987'de Londra'da Old Bailey'in hakiminin terazisini savuran kasırga Tann'nm özel bir ey lemi olabilir, ama çoğu teist -olayla ilgili farkedilir herhangi bir kurtanna unsuru yoksa- bunun doğanın sıradan işleyişinin (Tanrı yönetse de) bir parçasını olduğunu düşünmeye eğilimlidir. Teistler, genelde, özel ilahi ey leme ilişkin çoğu hipotezlerin büsbütün imkansız olmasa da pek muhte mel olmadığına onlan inandıran bir dizi temel varsayımla doğayı inceler ler. Böyle olunca teizmin kendisi tasarım çıkarsamalannı sınırlandınnak tadır. Teist temel varsayımlar, genelde, ancak amprik olarak onaylandı ğında ve teolojik açıdan kabul edilebilir göründüğünde, belirli bir olayın en iyi ya da en muhtemel açıklaması olarak özel ilahi eylemin hesaba
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU · 199
katılmasına izin verirler. Öte yandan lncilsel (kitabi olmak zorunda değil se de) yaratılış anlayışı ve yeterli amprik onay göz önüne alındığında, bu iki koşulun birden bazı durumlarda sağlanamayabileceği inanmak için bir sebep yoktur. Yaşamın kökeni, insan bilinci veya evrene ilişkin açıkla malar bu durumlara örnek teşkil eder. Tasanın hipotezlerini sınırlandırma işlevi gören teolojik açıdan kabul edilebilirlik koşulunun güzel bir örneği, Newton'un, güneş sistemindeki yörünge hareketlerini sabitlendirmek için sunduğu ünlü, özel ilahi müda hale önermesinin incelenmesiyle bulunabilir. Newton, &'Üneş sistemindeki dış gezegenlerin Oüpiter ve Satürn) yörüngelerinde artan apaçık sapmayı düzeltmek için Tann'nın özel ve periyodik müdahalesini ileri sürmüştü. Her ne kadar bu hikaye ilahi eylemin ya da tasarımın bilimsel bir açıkia ma olarak asla kabul edilemeyeceğini gerekçesi olarak sık sık dile getiril se de, aslında daha derin bir hususu aydınlatmaktadır: Bu çıkarımlar te olojik açıdan kabul edilebilirlik koşuluyla ne ölçüde sınırlandınlmıştı? Pek çok 18. asır bilim adamına göre, Newton'un midahale teoremi, yanlış şekilde tasarlanmıştı ve ihtimal dışıydı. Bunun nedeni sık sık ifade edildiği gibi, onun sağlam bir medolojik modelle çelişmesi değil di. ı ı ı Newton diğer bağiamlarda hayli kayda değer tasanın savlan ge liştirmişti ve kütle çekiminin sabit ruhani bir faaliyetin ürünü olduğuna inanıyordu. 112 Newton'un ruhsal faaliyet savının reddedilmesinin ne deni, onun hem teolojik açıdan kabul edilemez oluşu (Tann'nın doğay la nasıl etkileşim kurduğuna ilişkin hakim varsayımlar ve araştırmanın yasal bağlamı göz önüne alındığında) hem de daha sonra 1770'lerde Laplace'rıln sunduğu açıklamadan daha üstün olmamasıydı. Newton'un zamanındaki teist araştırma programı, doğa yasalarının evrenselliği ve düzenliliğinin Yaratıcının düzenli zihnirıl ve idare gücü nü yansıttığını öngörüyordu. Hem Newton hem de Kepler bunu kanıt lamak için bilimi kullanmak istemişti. Newton'un yaptığı gibi, güneş 111. Murphy, "Johnson", s. 33. Newton'un 1692'de Bentley'e yazdığı gibi, "cansız kaba maddenin, maddi olmayan bir şeyin aracılığı olmadan karştlı)-Jı temasa girmeden başka bir maddeyi etkilemesi anlaşılmazdır." (Newtcın, Papers, 302).
112.
200 · TASARIM
sisteminin yörünge düzenini korumak için ilahi müdahalenin gerekli ol duğunu öne sürmek teist bilim adamlannın gözünde plandan yoksun ve ihtimal dışı görünüyordu. Bunun nedeni onun ilahi eyleme karşı me dolojik bir yasağı değil, o zamanki pek çok bilim adamının teolojik açı dan temel bir varsayımını açıkça ihlal etmesiydi. Söz konusu varsayı ma göre, Tann'nın potentia ordinatasmın ya da muntazam düzenleyici gücünün yeterli ve zaten işler olduğu bir yerde özel ya da yan bir ilahi eylem ihtimal dışı ve gereksizdir. 113 Dolayısıyla, daha sonra Laplace, yörüngesel düzensizliklerin sabit nicel sınırlar içinde salınım yaptığını göstermek suretiyleı t4 gezegen sisteminin düzenliliğini kanıtlamış ol du. Zemin mekaniğinin düzenliliğini kurtardı". Bu da Kepler'in başlat tığı ve sonradan evrensel kütle çekimi teoremiyle Newton'un geliştirdi ği teist araştırmanın bir başarısıydı. Buraya kadar değindiğimiz hususlar, tasarım hipotezinin evrenin tari hi içinde bazı olayların en iyi açıklamasını sunduğunu kabul etmenin, bi limsel araştırmayı sekteye uğratmayacağım göstermektedir. Her ne kadar 113.
Her halükarda, yasaların düzenliliğine ve sabitliğine yaptıkları hiçbir vur
gu, Boyle ve Newton'u doğal olguların kökeninin bir açıklaması olarak özelilahi eyleme başvurmalarına engel olmamıştır (M.A. Stewart, ed., Se
lected Plıilosoplıical Papers of Robert Boyle [New York and Manchester, Manchester University Press, 1979], s. 144}. Boyle, atom yapısının kö
keni olarak tasarımı öne sürmüştü; Newton bunu optik ve asronomide iki bilim adamını bilim ve metafiziği kanştınnaya karşı ha lihazırdaki pozitivist engelin kaynağı olarak görenler (örneğin Murphy, yapmıştı. Bu
"Johnson", s. 33) açıkçası yanılıyor. Bu kimselerin Darwin'in pozitivizmi hakkında başvurrnalan gereken eser için bkz. Gillespie, Darwin, s. 1-66. Boyle, gerçekte köken meselelerinin metafiziksel açıdan tarafsız olmadı
114.
ğını gösteren ilginç bir sınıflandırma şeması kullanmıştı (Stewart, Boyle, s. 172-75). Bu şema içinde doğal felsefe ve din örtüşüyordu. Newton ya sal disiplinler için doğal felsefe ifadesini kullanmaktan çekinirken, amp ctk kanıtın metafiziksel açıdan tarafsız olduğunu belirttiğimiz nedenler den ötütü hiçbir şekilde kabul etmiyordu.
C.B. Kaiser, Creation and the History of Sciences, History of Christian
Theology Sectes, 3.cilt (Grand Rapids, Mich., William B. Eerdmans Pub lishing Company, 1991), s. 264.
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU· 201
tasanın bazı bilimsel (tarihsel) açıklamaların gerekli özelliklerini taşısa da, tüm bilimsel bağlamlarda dosdoğru kullanılamaz. Dahası, tasarımın etkin önermeleri nedensel öncüllük ve yeterlilik gibi amprik kıstaslar ve basit lik ve teolojik açıdan kabul edilebilirlik gibi kanıt üstü kıstaslarla sınırlan dırılmış olduğundan, "herşeyin teoremi" ya da "cehaleti örtbas etme" ve ya "bilim adamlarının işine mani olma" gibi işlevlerin tasarıma yüklenme sinin temelsiz oJduğu gösterilebilir. ııs Tasanın teoremi benimsendiğinde önemli pek çok bilimsel soru yanıt bulur. Aslında, ilahi faaliyetin özel yar dımı olmaksızın doğanın normalde nasıl devindiği hakkındaki tüm soru lar, hangi köken görüşü benimsenirse benimsensin hiç değişmeden öyle ce kalır. Ve bu da tasanın ile türeme arasındaki başka bir denkliktir. 116 Sonuç: Bilimsel Bir Yaratılış Teoremine Doğru Şu halde bu metodolojik denkliklerden nastl bir anlam çıkarmalıyız? Bilimsel bir zeki tasanın teoremi olabilir mi? 115. Sober'i izleyerek, basitliği formel şekilde izah edilemeyen ama bilimsel te orem değerlendirmesinde önemli bir rol oynayan bir kavram olarak gö rüyorum. Sober gibi ben de, basitlik, ekonomi ya da zariflik gibi sezgisel
kavramların zımmen kabul edilmiş temel varsayımlarla ifade edildiğini ya
da bildirildiğini düşünüyorum. Bu yargılar temelinde materyalist savlar gibi tesit açıkiamalannda kabul ya da reddedilebilmesi için bir neden gör müyorum. Sober, Reconstructlng, s. 36-69.
116. Bir köken olayını ya da bir mucizeyi açıkiamak için ilahi failin etkinliğine
ya da özel yardımına başvuran teistler, yaygın kanaatin aksine yan deist
diye suçlanamazlar. Tann'nın bir durumda ayn, özel ve belki de daha ko lay farkına varılabilir bir yolla eylemde bulunması, onun diğer tüm zaman
larda "gücüyle evreni ayakta nıtmak" için faaliyette bulunduğunu yalanla maz. Ortaçağdakiler Tann·nın iki ayn tasarrufunun bulunduğunu onayla yarak bu hatalı ikiliği ortadan kaldınınaya çalışmışlardır. Tann'nın bilinen tasarrufuna potentia ordinata adını vermişler, özel tasarrufunu ise potentia abso/ute adlandmnışlardır. W. Courtenay, "The Dialectic of Omnipotence in the High and Late Middle Ages", Divine Omniscience and Omnipotence in
Medieval Phi/osophy, ed.T. Rudavsky (Norwell, Kluwer Academic Publis hers, 1984), s. 243-69. Tarihin göze çarpan bir noktasında Tann'nın özel eylemini onaylayan pek çok modem teistin akiında bu tür bir aynın vardır.
202 · TASARIM
En azından, tasarımı bilimden dışlamak için prensipte geçerli bir nedenle henüz karşılaşmadığımız sonucuna varabiliriz. Evvelce ele alınan metodolojik ölçütler çerçevesinde tasanın naturalist rakipleri kadar bilimsel (ya da bilim dışı) görünmektedir. Üstelik, eğer sınır öl çütü karşıtları haklıysa, evrensel sınır ölçütlerinden yoksun olmamız, tasarımın bilimsel konumuna karşı olumsuz önsel (s priori) bir duru mun söz konusu olamayacağını işaret etmektedir -tam da tamamen bilimsel bir teoremi nelerin oluşturduğun dair uzlaşılmış bir ölçüt ol madığı için-. Bazı disiplinler ya da etkinlikleri bilimsel diye nitelendir mek, bir disiplin ya da etkinliğin bilimsel konumu hakkında yargıda bulunurken başvurduğumuz bir ölçütün varlığını ima eder. Eğer bu tür ölçütler halihazırda mevcut değilse, zeki tasarımın (ya da herhangi bir teoremin) bilimsel konumu hakkında olumlu ya da olumsuz hiçbir şey söylenemez. Ancak üzerinde düşünülmesi gereken başka bir yaklaşım vardır. Eğer(!) hususeıı tarihsel bir araştırma biçimi varsa ve (2) tasanın te oremine bağlı bir köken araştırma programı, bu araştırma biçimini izli yorsa ya da izleyebiliyorsa ve (3) evrim biyolojisi gibi diğer pek çok alanlar da bu araştırma biçimini izliyorsa ve (4) o diğer alanların bilim sel olduğuna halihazırda fikir birliğiyle karar verilmişse, tasarımın da bilimsel olduğuna fikir birliğiyle karar verilmesi pekala meşru ve makul olabilir. Başka bir deyişle, tasarım ile türeme arasındaki metodolojik denklik ile türeme teoremlerinin bilimsel olduğu yönündeki uzlaşının birleşmesi, tasarımın da aynı uzlaşı uyarınca bilimsel olarak görülmesi gerektiğini ima eder. Dolayısıyla, hem tasarım hem de türeme aynı araştırma metodunu kullandığı için her ikisinin de tadhsel açıdan bilim sel teoremler olduğu gayet hakiı olarak söylenebilir. Öte yandan belki de zeki tasarım sahiden bilimsel bir teorem diye tanımlanmak istenmeyebilir. Belki "güçlü metafiziksel vurguları olan, yarı bilimsel tarihi düşünce" ifadesi tercih edilebilir. Hoş. Aynı yakla şım, aynı metodolojik ve mantıksal niteliğe sahip diğer araştırma biçim lerine de uygulandığı sürece ne derseniz deyin, fark etmez. Hususen hem tasarını hem de türeme "güçlü metafiziksel vurguları olan, yari bi limsel tarihi düşünce" diye addedilirse sorun yoktur.
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU · 203
Bu tamamen konu dışı görünebilir, ama bir bakıma konu bundan ibarettir. Laudan'ın savunduğu gibi, bir teoremin bilimsel olup olmadığı sorusu aslında bizleri konudan saptıran bir mevzudur. Bilmek istediği miz husus, bir teoremin bilimsel olup olmadığı değil, doğru olup olmadı ğı, ispatlanıp ispatlanmadığı, kabul edilebilir olup olmadığıdır. Tüm iyi bilimsel teoremlerin nasıl oluşturulacağını ya da genel olarak neye ben zeyeceğini peşinen söyleme iddiasındaki bir dizi soyut ölçütleri uygula yarak, bir teoremin doğruluğuna ya da yeterliliğine karar verilemez. Metoda ka,şı mı? Şimdiye kadar söylediğimiz hiçbir şey, metodolo jinin önemli olmadığı anlamına gelmemektedir.bu makalenin amacı, Faul Feyerabend'in yaptığı gibi metoda karşı çıkmak değildir.1 ı 7 Bilim deki metodolojik ölçütler gelecekteki araştırmalann geçmişte başanlı ol muş yollarla yapılmasında kılavuzluk etmesi bakımından önemlidir. Tarih bilimlerindeki tekbiçimci (uniformitarian) ve/veya aktualistik me tot geçmişi yeniden yaptlandırmakta çok faydalıdır, her ne kadar bu metot gerçek bilimle sahte bilim arasında bir sınır ölçütü olarak kullanı lamasa ve onun rehberliğinde geliştirilen bazı teoremlerin yanlış oldu ğu ortaya çıkmış olsa bile. Metot ölçütler! aynca bazı asgari mantıksal ve epistemik başan ko şullannı -söz gelimi nedensel açıklamayla ilgili koşullan- ifade edebi lir.! ıs Başanlı nedensel açıklamalar, bir mantıksal yeterlilik koşulu olarak, örnek bir sonucun gerekli koşulundan daha fazlasını belirtmek 117. Bilim hakkında felsefi bir görecelik ya da bilim felsefecisi Paul Feyera bend"in Metoda Karşı adlı kitabında dile getirdiği bir tür metodolojik anar şizm yanlısı olduğuma dair bir izlenim oluştu. Aksine ben ne bir antire alistim ne de yetkin bir göıiişün kavramsallaştınlınasında metodolojinin önemini inkar ediyorum. Tam da yaygın kanıyla bilimsel olduğu kabul edilen alanlar içinde yürürlükte olan çok farkb ve yerleşik çeşitli metotla nn önemini kabul etttiğimden dolayı, bilimin evrensel tek bir metodolo jik niteliği olduğunu öne sürme çabalarının faydasını reddediyorum. 118. örneğin, salt verili bir sonuç için gerekli önsel koşullan sunan teoremle ri o sonucun açıklaması olmayı mantıksal açıdan başaramazlar. Neden sel açıklamanın manuksal ve bağiamsal koşullan için bkz. Meyer, O[Clu es, s. 60-71, 84-92.
204 · TASARIM
zorundadırlar.119 örnek bir patlamanın niçin gerçekleştiğini açıklamak için, havada oksijenin bulunduğunu söylemek yeterli değildir. Bir has tanın ölümünü açıklamak için de basitçe onun doğduğunu söylemek yeterli değildir, her ne kadar doğumun ölüm için gerekli olduğu apaçık ortada olsa bile. Bu durumlar, metodolojik ölçütlerin (gizli ya da aşikar) kimi yetersiz hipotezleri nasıl ortadan kaldırdığını aydınlatmaktadır, her ne kadar söz konusu ölçütler bilimi tastamam tanımlamak için kullanı lamasa da. Metodolojik anarşizmin metodolojik sınır ölçütü savlannın reddinden doğması gerekmez. Yine de metodolojik ölçütleri ve planlan (ewelce bahsettiklerimizden herhangi birini) izlemek başka bir neden olmasa bile, çeşitli bilimsel me totlann bulunması nedeniyle ne kuramsal başanyı kesinleştirmez; ne de söz konusu planlar bilimi tastamam tanımlamak için kullanılabilir. Üste lik metodolojik planlar bazen araştırmanın başarısı için ölümcül olabilir, eğer amprik ve mantıksal açıdan olası açıklamaları ya teoremleri doğru dan eleyen bir kuramsallaştırmanın kabul edilmesini dayatıyorsa. Ve bunun köken araştırmasında gerçekleştiğini düşünüyorum. Geçer li kuramsal içeriklere karşı kusurlu ya da metafiziksel açıdan taraflı sınır ölçütü savlarının kullanılması, ortak türeme diye tanımlanan "evrim ol gusu" da dahil Darwinci dogmanın büyük bir kısmının epistemik duruşu na haksız bir güvenirlik kazandırmıştır. Eğer rakip hipotezler değerlendi rilmeden elenirse, geriye kalanlar haksız bir hakimiyet kazanmış olurlar. O halde soru bilimsel bir tasanın ya da yaratılış teoreminin olup ol mayacağı değildir. Soru, tasanmın, ciddi köken araştırmasında (onu nasıl adlandınrsamz adlandınn) türemenin yanında rakip bir hipotez olarak görülmeli midir görülmemeli midir. Sınır ölçütü meseleleri arka mızda kaldığı ve konudan bizi saptırdığı için, bu sorunun cevabı, açık ça "evet, görülmeli" olmalıdır - eğer köken biyolojisi, felsefi materyalist lerin uygun bulduğu kurallar uyannca oynanan bir oyun değil de tas tamam rasyonel bir çaba olarak görünecekse-. 119.
Başarılı nedensel açıklamaların mantıksal ve epistemik koşullarını açık
lamak zordur, her ne kadar onlar zımmi bir anlayışla çok kolay uygula nıyor görünse de. Nedensel açıklamalann mantıksal ve bağlamsal koşul ları hakında kapsamlı (açık) bir inceleme için bkz. A.g.e., s. 36-76.
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU · 205
Naturalizm: şehirdeki tek oyun mu? G. K. Chesterton bir seferinde
şunu söylemişti: "Her çift standardın ardında tek bir gizli plan var dı r."120 Türemenin savunuculan tasanma karşı çifte standart kullan mak için sınır ölçütü savlarına başvurdular, kafalanndaki tek gerçek metodolojik ölçütün naturalizm olduğunu öne sürdüler. Kuşkusuz çok lanna göre, bilimin katı materyalizm ya da naturalizmle bir görülmesi hiç de gizli bir plan değildir. Bilim adamları genelde "naturalist" olmayı çabalarının en önemli özelliği olarak görürler.121 Açıkçası eğer natura lizm, tüm bilimsel hipotezlerin gerekli bir koşulu olarak görülürse, o za man tasarım bilimsel bir hipotez olarak nitelendirilemez. Ancak tüm bilimsel hipotezlerin tamamen naturalist olması mı ge rekir? Hususen bilimsel köken teoremleri kendilerini materyalist neden lerle sınırlandırmalı mıdır? Bilimin naturalist bir tanımını desteklemek için geliştirilen savların hiçbiri böyle bir sınırlandırmanın kısır döngüsel olmayan bir gerekçesini sağlamış değildir. Öte yandan belki de bu fikir ler boştur. Belki de bilim adamları kendilerine sunulan bilim tanımını kabul etmelidir. Herşeyden önce doğal nedenler araştırması bilimi çok katkı sağlamıştır. Statükoyla devam etmenin ne gibi bir zararı olabilir ki? Bilimde naturalist olmayan açıklamanın önündeki engeli kaldırmak için hangi ikna edici nedenleri sunulabilir ki? Aslında çeşitli nedenler sunulabilir. Birincisi, köken bağlamında bi limi katı naturalist bir çaba olarak tanımlamak metafü,iksel açıdan astl sızdır. Şunu düşünün: Yeryüzünde hayatın ilk kez ortaya çıkmasından önce şahsi bir failin olması en azından mantıksal açıdan muhtemeldir. Dahası, Bill Demski'nin belirttiği gibi, 122 böyle bir faile dair bilginin amprik verilerden çıkarsanabileceği ya da elde edilebileceği bir dünyada 120. G.K. Chester1on, Orthodoxy (Landon: John Lane, 1909). 121. Basil Willey'in ifadesiyle: "Bilim ateist olmalıdır yoksa kendisi olamaz." ("Darwin's Place", s. 15). Aynca bkz. Ruse, Darwinism, s. 59; Ruse,
"Witness", s. 305; Gould, "Evolution", s. 121; Root-Bemstein, "Creati onism Considered", s. 74; Ruse, "Darwinism", s. 1-13.
122. W.A. Dembski'nin "Zeki Tasanın İmkanı" başlıklı sunumu, "Bilim ve İnanç" konulu, Pascal Merkezi'nin ilk uluslararası konferansında sunul muştur, Ancester, Ontario, Ağustos 11-15, 1992.
206 · TASARIM
yaşıyoruz. Bu da, böyle bir failin (ilahi olsun ya da olmasın) yeryüzün de yaşamın kökenini tasarlamış ya da etkilemiş olmasının mantıkiı ve amprik açıdan muhtemel olduğunu gösteriyor. Geçmiş faaliyete ilişkin önermelerin tarihsel bilimlerde (böyle bir araştırmanın beyan edilen amacının geçmişte ne olduğunu belirlemek olduğu) doğal olarak bilim dışı olduğunda ısrar etmek, insandan önce hiçbir şahsi failin bulunama yacağını bildiğimizi ifade eder. Böyle bir varsayım doğası gereği doğru lanamaz olmakla kalmayıp, bilimin niçin metafıziksel naturalizmi önce den varsayması gerektiğine dair kısır döngüsel olmayan bir izahın yok luğunda büsbütün asılsızdır da. ikincisi, tarih bilimini harekete geçiren, mantıksal ve amprik açıdan olası bir cevabı varsayımla dışlamak, özellikle, bilim adamlarının tarih sel olmayan bilimlerde önerebilecekleri, olası yasal ilişkiler üzerinde bu na denk bir engelin bulunmamasından dolayı entelektüel ve kuramsal açıdan sınırlayıcı görünmektedir. Biyolojik kökenlerle ilgili sorulması gereken (tarihsel) soru, "Hangi materyalist senaryo en yeterli senaryo olduğunu kanıtlayacaktır?" sorusu değil, "Bildiğimiz kadarıyla yaşam yeryüzünde fiilen nasıl ortaya çıkmıştır?" sorusudur. Bu ikinci soruya verilebilecek mantıklı ve sentaktik açıdan uygun cevaplardan biri "Ya şam insanların ortaya çıkmasından önce var olmuş zeki bir fail tarafın dan tasarlanmıştır" cevabı olduğundan, onu destekleyen en son kanıt da dahil tüm kanıtlar değerlendirilmeden tasanın hipotezini dışlamak rasyonel açıdan ket vurucu görünmektedir. Tasarımın peşinen dışlanması köken araştırmasının rasyonelliğini bir başka yolla da ortadan kaldırmaktadır. Bilimsel rasyonaliteye dair pozitivist olmayan son açıklamalar, bilimsel teoreme dair değerlendir menin yapısı gereği karşılaştırmalı bir girişim olduğunu belirtmektedir. Evvelce ele aldığımız uyuşma 123 gibi kavramlar ve Peter Lipton'un en 123. P .Thagard, "The Best Explanation: Criteria far Theory Choice", Journal of Philosophy75 (1978), 79; Meyer, OfClues, s. 99-109; W.Whewell, The Phi/osophy of the Inducdve Sciences, 2.cilt. (Landon, Parker, 1840), 2,109, 242; L.Laudan, "William Whewell on the Consilience of)nducti on", The Monist 55 (1971), 371-79.
ZEKi TASARIMIN BiLiMSEL KONUSU· 207
iyi açıklamaya 124 yaptığı göndenne, rakip hipotezlerin ya da teoremle rin açıklama gücünün karştlaştınlması gerektiğini ifade etmektedir. Eğer bu işlem felsefi bir tarafgirlikle bozulursa, bilimsel pratiğin rasyo nelitesi ortadan kalkar. Yapay şekilde sınırlandırtlmış bir rekabet ortamı içinde kabul gören teoremler ne "olası en doğru" ne de "amprik açıdan en yeterli" teorem olma iddiasında bulunabilirler. Doğrusu bu tür te oremler ancak "yapay şekilde sınırlandınlmış bir seçenekler kümesi içinde en olası ya da yeterli teoremler" olarak görülebilir. Dahası, kökenlerin, sadece sınırlı sayıda temel köken programıyla ilintili olması mantıksal açıdan mümkündür.12S (Ya kaba madde ken dini daha üst kannaşıklık düzeylerine evrilecek şekilde düzenleyecek kapasiteye sahiptir ya da değildir. Eğer değilse, ya harici bir faaliyet maddenin düzenlenmesine yardım etmiştir ya da madde her zaman kendi düzenini korumuştur.) Dolayısıyla, köken araştınnasının man tıksal açıdan olası programlanndan birinin varsayımla dışlanması, ge riye kalan programının savunuculan tarafından kuramsal üsrünlük id diasının öneminin ortadan kalkmasına yol açar. Phillip Johnson'un belirttiği gibi,126 Darwinizmi kuramsal meydan okumadan korumak için "metodolojik kurallar"ın kullanılması, Darwinist iddialann, meto dolojik naturalizmin tümdengelimsel sonuçlannı ifade eden totolojiler olarak görülmesi gerektiği bir durumu doğunnuştur. Dolayısıyla tasanın yanlısı amprik savlara kapı aralamak tama men rasyonel olan tarihsel bir biyoloji için gerekli bir koşuldur. Ras yonel bir tarihsel biyoloji yalnızca "Hangi materyalist ya da naturalist evrim senaryosu biyolojik kannaşıklığın en yeterli açıklamasını sağ lar?" sorusunu değil, bununla birlikte "Katı ölçüde materyalist bir ev rim senaryosu mu yoksa zeki tasanın senaryosu mu ya da başka bir teorem mi, tüm ilgili veriler ışığında biyolojik kannaşıklığın kökenini 124. Lipton, Inference. 125. Bkz. Haeckel, Wonders, s. 1 10-11. 126. Darwin'in yaraulışçı ya da idealist görüşü bilimsel alandan dışlamak için
bilimi yeniden nastl tanımladığını ilişkin ilginç bir inceleme için bkz. Johnson, Danvin. Aynca bkz. Gillespie, Danvin, 1-18, 41-66, 146-56.
208 · TASARIM
en iyi surette açıklar?" Sorusunu da gündemine almalıdır. Bunun ka sini iddia etmek materyalizmin metafiziksel açıdan ayncalıklı bir ko numda bulunduğunda ısrar etmek demektir. Bu varsayımı kabul et mek için bir sebep olmadığından köken teoremlerinin katı ölçüde na turalist olması için de bir sebep göremiyorum.
William A. Dembski & Stephen C. Meyer
Verimli Fikir Alışverişi Mi Yoksa Nazik Bir Sohbet Mi? Bilim ile Teoloji Arasındaki Diyalo�
R
udolf Carnap, entelektüel otobiyografisinde, şu tespitte bulun muştu: "Alışıldık akademik aynşmalara göre farklı bölümlere bağlı alanlar arasındaki ilişkilerle ilgilenen biri, beklenildiği gibi köprü ler kuran bir kişi olarak hoş karştlanmayıp, daha ziyade, her iki tarafın gözünde de dışandan biri ve sorun çıkaran davetsiz misafir gibi görü lür." 1 carnap, disiplinler arası köprü kurmanın bahtsızlıklannı acı tec rübelerle öğrenmişti. Günümüzde felsefeciler, Carnap'ın felsefe ile fiziği ilişkilendirmeye dönük çabalannın, 1940 ve 1050'lerde Chicago Üni versitesi'nin felsefe bölümünde görev yaptığı sırada nasıl engellendiği ni hatırlarlar. Carnap'ın zamanından bu yana ve kısmen onun çabalan sayesinde felsefe ile fizik arasındaki köprüler, bilim felsefesinin ve özellikle fizik fel sefesinin artık felsefenin geçerli bir alt disiplini olarak kabul edilmesiyle birlikte iyice sağlamlaştı. Dahası, kimi fizik felsefecileri eserleriyle fizik 1. Rudolf Camap, "Camap's Intellectual Autobiography", The Philosophy of Rudolf carnap, ed. Faul A. Schilpp (LaSalle, ili.: Open Court, 1963), s. 11.
210 · TASARIM
camiasında kabul gördü. Akılama gelenler arasında, fizik ve felsefe alan lannda doktora yapmış Abner Shimony, genel görecelikle teknik mate matiksel sonuçları kanıtlamış David Malament ve kuantum fiziğinin te melleri üzerine özgün bir çalışma yapmış Arthur Fine yer almaktadır. Ne var ki felsefecilerle fizikcilerin aktif bir diyalog içinde olduklarını söylemek abartılı olur. Felsefe geleneksel şekilde beşeri bilimlerle sınıf landınlmıştır. fizik ise doğa bilimleriyle. Felsefecilerin yaptığı çoğu şey le, fizikçilerin yaptığı çoğu şey kesişmez. Bir ahlak felsefecisinin vazi fenin doğası hakkındaki metamatik düşünceleri ile laboratuvarda lazer lerle uğraşan bir fizikçinin çabası uygun şekilde irtibatlandınlamaz. Bu anlayış çerçevesinde, alanın dışarıdan ilgili birilerinin niçin genelde, di siplin içindekilerin onlardan, çabalanyla ilgili bir şeyler öğrenebilecekle ri bireyler olarak değil de, her işe burnunu sokan sinir bozucu kimseler olarak görüldüğünü anlamak zor olmaz. Fizik ile felsefe ve genelde beşeri bilimlerle doğa bilimleri arasında disiplinler arası bir diyalogla ilgili sorunlar, teoloji ile doğa bilimleri ara sındaki disiplinler arası diyalogda karşılaşılan sorunlarla kıyaslandığın da genelde sönük kalır. Farklı disiplinler iletişim kurmada zorlanmakta dır, felsefe ve fizik gibi iletişim kurmak istediklerini sandığımız disiplin ler bile. Kaldı ki, özellikle geçen yüzytl boyunca, savaş ya da belli bir metaforla giderek daha fazla nitelendirilegelmiş teoloji ve bilimin ileti şim kurmasının ne kadar zor olduğunu vann siz düşünün. Felsefe ve bilim ya bitmeyen bir çatışma içindeler ya da öylesine keskin şekilde ayrılmışlar ki, aralarında hiçbir anlamlı diyalog mümkün olamaz. Fakat varsayalım ki, bizler ideal rasyonel faillerin değil de, ideal dostane faillerin dünyasında yaşıyoruz. Dostane faillerden kastım, konuşmak, dinlemek ve birbirlerinden bir şeyler öğrenmek isteyen fa illerdir. Böyle bir dünyada teoloji ile bilim arasında bir diyalog verim li olur mu? Bu, araştırmayı ilerletir mi? Dünyanın daha iyi kavranma sını destekler mi? Gerek teolog gerekse bilim adamının yeni bilgiler kazanmasını sağlar mı? Yoksa sadece bir taraf nu diyalogdan karlı çı kar? Böyle bir diyalog farklı entelektüel camialara ait üyeler arasında salt nazik bir sohbet olur? Onlar günün sonunda diyalog sayesinde hiçbir hakiki sonuca ulaşmadıklan kanaatine mi varırlar?
BiLiM iLE TEOLOJi ARAS�IDAKI BIYALOG · 211
Bilim ve teolojide iletişim kurmak ve birbirimizi dikkatlice dinlemek istediğimiz varsayımına dayanarak, şu soruyu ele alalım: Bilim adam lan ile teologlann birbirlerinin disiplinlerinden kendileri için değerli bir şeyler öğrenmeleri için geçerli bir sebep var mıdır? Kuşkusuz her iki ta raf da böyle bir diyalog sayesinde bazı yeni şeyler öğrenebilirler. Teolog fizikçiden, evrenin Büyük Parlama denilen başlangıçla son derece kü çük bir ateş topundan meydana geldiğini öğrenebilir. öte yandan fizik çi de teologdan, Tann'nın dünyayı ilahi bir logosla yarattığını öğrene bilir. Dolayısıyla hem fizikçi hem de teolog, karşı tarafın bilgi dağarcına katabileceği, onun disipliniyle ilgili yeni bir bilgiye sahip olacaknr. An cak bu bilgiler dünya hakkındaki bilgimizi oluşturacak bilgi ağına nası1 ekiemlenecektir? ve teolojik bilgi fizikçinin fiziksel dünya anlayışını na sıl etkileyecektir ve buna mukabil fiziksel bilgi teoloğun teolojik dünya anlayışını nası1 etkileyecektir? Bu soruların temelinde epistemik destek meselesi yatmaktadır. Disip linler arası bir diyalog bağlamında, epistemik destek, bir disiplindeki sav lann kabulünün diğer disiplindeki savlann kabulünü nasıl haklı çıkara bileceğiyle ilgilidir. Artık felsefeciler epistemik destekle ilgili kapsamlı şeyler yazmakta ve işlerinin, teoloji ile bilim arasındaki diyaloğun doğa sını değerlendirmekle doğrudan ilgili olduğunu söylemektedirler. Yine de onlann çalışmasını yerli yerince değerlendirecek tecrübeye sahip değil sek, teoloji ile bilim arasındaki disiplinler arası diyalogda bir açmaza gi reriz. Dolayısıyla bu makale, teoloji ile bilim arasında sahiden üretken bir diyaloğu güçlendiren bir epistemik destek kavrayışını tarif edecektir. Şu halde bilim ile teoloji arasındaki diyalogda epistemik destek na sıl bir şekil alacaktır? Bir A bilimsel (alternatif şekilde teolojik) savının bir B teolojik (alternatif şekilde bilimsel) savını desteklemesi ne anlam ifade edecektir? Bu, B'nin A'nın mantıksal sonucu olduğu ya da A ve rildiğinde B'nin geçerli olması için sağlam ve güçlü bir durum söz ko nusu olduğu veya A geçerli olduğunda B'yi reddenuenin mannksız olacağı anlamına mı gelmektedir? Bu durumlann her birinde destek çok güçlü bir rasyonel şanı ifade eder. Bu makalede savunduğumuz destek kavramı nispeten zayıftır ve açıklama gücüne anfta bulunula rak açıklanacaktır.
212 · TASARIM
Epistemik desteğin zayıf tütünü güçlü türünden ayırt etmeyi başara mamak bilim ile teoloji arasındaki diyalogda kargaşa doğurmuştur. Söz gelimi, Eman McMullin Büyük Patlama ve Tann'nın evreni yaratması arasındaki ilişkinin epistemik destekle nitelendirilebileceğini reddeder ken neyi kastediyor: "Eğer evren bir Yaratıcının eylemiyle zaman içinde başlamışsa, bizim bakış açımızdan bakıldığında, o, kozmologların bahsettikleri Büyük Patlamaya benzer bir şey olacaktır. Birincisi, yaratılış doktrininin Bü yük Patlama modelini 'desteklediği' söylenemez. !kincisi, Büyük Pat lama modelinin yaratılış doktrinini 'desteklediği' söylenemez:·z McMullin'in aksine bizler Büyük Patlama modelinin yaratılış doktri nini desteklediğini veya bunun tersini savunuyoruz. Bilimsel kanıtın di ni inançlan dayatmasına veya bunun tersine gerek kalmadan disiplinler arası verimli bir diyaloğa izin veren daha özgürlükçü bir epistemik des tek kavramını geliştireceğiz. Rasyonel şart Rasyonel şart, tipik şekilde bilim ya da teolojide -bunlann arasında ki diyalogda değil- görülen hayli güçlü destek kavramını içerir. Kişi 2 + 2 = 4 gibi zorunlu doğrulara inanmaya kendini rasyonel açıdan zorun lu hisseder. Hatta ağaçlar, arabalar ve insanlar gibi hacim kaplayan varlıklara inanmaya da kendini rasyonel açıdan zorunlu hissedebilir. 3 Yine de nispeten daha zayıf rürdeki bir epistemik destek kavramı bilim ve teolojide baskındır ve bu iki arasındaki disiplinler arası bir diyaloğu nitelendirebilir gibi görünmektedir. 2- Eman McMullin. "How Should Cosmology Relate to Theology?", The Scien ces and Theology in the Tweintieth Century, ed. Arthur R. Peacocke 8Notre Dame, Ind.: University ofNotre Dame Press, 1981), s. 39. 3. Wittgenstein anlatıyor: "Bir filozofla bahçede oturuyordum; yanımızdaki bir ağacı işaret ederek 'Bunun bir ağaç olduğunu biliyorum' diye defalarca söy ledi. Yanımıza başka biri gelip bunu duydu. Gelen kişiye 'Bu arkadaşım de li değil, sadece felsefe yapıyoruz" dedim." (Ludwig Wittgenstein, On Certa inty, New York: Harper and Row, 1969), s. 61e, no.467).
BiLiM !LE TEOLOJi ARASINDAKl DiYALOG · 213
O halde birincil işimiz, teoloji ve bilim arasındaki disiplinler arası di yaloğun boş bir laflamaya indirgenmediği, aksine derin bir anlayışı do ğurup, ileri düzeyli araştırmalan desteklediği bir epistemik destek kav ramının çerçevesini çizmektir. Bilim felsefesindeki son gelişmeler, böy le bir pistemik destek kavramını mümkün kılmaktadır.4 Ne var ki bu gelişmelerden söz etmeden önce eğer bilim ile teoloji arasında sahiden üretken, disiplinler arası bir diyaloğa kapı aralayacaksa, epistemik des tek kavramının hangi şekli almaması gerektiğini göstermek istiyorum. Teoloji ve bilim arasındaki anlamlı diyaloğu her yerde engellemiş olan epistemik desteğin bir tür rasyonel şart olarak algılanması talebi dir. Rasyonel şart bizim ifademizdir, ama teoloji ile bilim arasında diya log kurmaya yönelik pek çok neticesiz çaba da öngörülen bir epistemik destek kavramını içeriyor görünmektedir. Dolayısıyla bu epistemik des tek kavramından biraz aynnnlı şekilde bahsetmek yararlı olacaktır. ön celikle, rasyonel şartın, epistemik desteğin tamamen geçerli bir biçimi ni oluşturduğunu belirtelim. Aslında eğer A rasyonel olarak B'yi şart koşuyorsa o zaman A onaylandığında B'yi kabul etmemek irrasyonel olur. Bu durumlarda A, açıkça B için epistemik destek sağlar. Pratikte, rasyonel şart·kısmı ya da kesin bir gerektirme ilişkisi hali ni alır. Nitekim A kesinkes B'yi gerektirir demek, A'nın doğru, B'nin yanlış olmasının mümkün olamayacağı anlamına gelir. Kesin gerektir me, tipik şekilde, insanlann çıkanın, kanıt ya da ispattan söz ederken kastettikleri şeydir. Öte yandan, A kısmen B'yi gerektirir önermesi, A verildiğinde B'nin şartlı ihtimali, B'nin kendi şartsız ihtimalinden daha büyüktür anlamına gelir. Kısmi gerektirme, teknik isimle ihtimallilik kavramına karşılık gelir, her ne kadar kısmi gerektirme, daha klasik bir 4. Burada özellikle Imre Lakatos'un kitabını hesaba katıyoruz: "Falsification
and the Methodology of Scientific Research Programmes", Criticism and the Growth of Knowledge, ed. Imre Lakatos ve Alan Musgrave (Cambridge, Cambridge Universty Press, 1970), s. 91-196; Larry Laudan, Progress and Its Problems, Towards a Theory of Sciendfic Growth (Berkeley, calif., Uni versity of Califomia Press, 1977); Nancey Murphy, Theology in the Age of Scientific Reasoning (Ithaca, N.Y., Comell University Press, 1990); ve Peter Lipton, Inference to the Best Explanadon (London, Routledge, 1991).
214 · TASARIM
kavram olan ihtimale dayalı akıl yürütmeyle bir değilse de. Kısmı ge rektirme, kesin gerektirmeden daha genel bir kavramdır ve uygun ko şulda onu içeıir, çünkü A kesinkes B'yi gerektirir demek, A verildiğin de B'nin şartlı ihtimali 1 demektir. 5 Kesin ya da kısmi olsun gerektirme, öncülden sonuca (yani gerek tirenden gerektiıilene) doğru ilerleyen mantık yönüne sahip, mantıksal bir ilişkidir. Pratikte, A'yı öncül olarak alan ve bir dizi mantıksal işlem le (belli çıkarım kuralalnna göre genelde rümdengelimle) bir sonuç ola rak B'ye ulaşan mantıksal bir önerme kurabildiğimiz zaman, A'nın ke sinkes B'yi gerektirdiğini biliriz. öte yandan, A ve B'ye ilişkin savlara ihtimaller atfetmenin güvenilir yollanna sahipsek ve A verildiğinde B'nin şartlı ihtimalinin B'nin kendi şartsız ihtimalinden büyük olduğu nu bulmuşsak, A'nın kısmen B'yi gerektirdiğini biliriz. Gerek kısmi gerekse kesin gerekirtirmenin rasyonel şart diye adlan dırdığımız kavrama bizleri götürdüğünü vurgulamak istiyoruz. Bu, ke sin gerektirmede hemen kendini gösterir. Aslında A doğru olduğunda B'nin yanlış olması imkansızsa, A'yı onayladığımızda kuşkusuz B'yi de onaylamamız gerekir. Kısmi gerektirmenin de niçin rasyonel şartı oluş turduğu merak edilebilir. Kesin gerektirme, (1) yanlışlanabilirliğe, (2) ihtimale, (3) dereceye ya da (4) şüpheye yer vermezken, kısmi gerek tirme bunlann hepsine yer veıir. Eğer A kesinkes B'yi gerektiriyorsa, (1) A doğru olduğunda B'nin yanlış olmasına imkan yoktur: (2) B zo runlu olarak A'dan çıkarsanır: (3) A epistemik olarak B'yi tamamen destekler: (4) A'ya güvendiğimizde B'den kuşku duyamayız. öte yandan, bu özelliklerin hiçbiri kısmi gerektirmede söz konusu değildir. Şu iki önermeye bakalım: A. Bu gece yoğun şekilde kar yağacak. B. Yarın okullar tatil edilecek. Varsayalım ki yoğun şekilde kar yağdığı her on seferin dokuzunda ertesi gün okullar tatil edilmiştir. Bu durumda bu gece yoğun şekilde 5- Kısmı gereklilik hakkında detaylı bir inceleme için bkz. Ernest W. Adams, The Logic of Conditionals (Dordrecht: Reidel, 1975).
BiLiM iLE TEOLOJi ARASINDAKi DiYALOG · 215
kar yağdığını gördüğümüzde yarın okulların tatil edileceğini ummak için güçlü bir nedenimiz olur. Yine de az ewel kesin gerektirmeyle ilgi li sıraladığımız dört özellik kısmı gerektirme için geçerli değildir. Dolayı sıyla (1) A geçerli olsa bile B'si savunmakta yanılabiliriz; (2) Aile B arasında zorunlu bir ilişki yoktur; (3) A ile B arasındaki destek ilişkisi derecelidir (örneğin, gece kar yağdığında ertesi gün okullar %99 oran da tatil ediliyorsa bu ilişki, okulların %60 oranda tatil edilmesi duru mundaki ilişkiden güçlüdür.) ve (4) A'nın doğru olduğunu bilsek dahi B'denbir ölçüde şüphe duyabiliriz. Yine de kısmı gerektirmeyle rasyonel şart ayrılmaz ölçüde birbirine bağlıdır. Bunu anlamak için C.S. Peirce'nin yazdıkiarına bakalım: "Eğer bir adam 25 tane kmnızı ve 1 tane siyah kartın ya da 25 ta ne siyah ve 1 tane kırmızı kartın bulunduğu bir desteden, bir kart çekmek zorundaysa ve eğer kırmızı kartı çekmesi sonsuz mutluluğa kavu şmasını, siyah kartı çekmesi ise sonsuz üzüntüye garkolması na yol açacaksa, daha fazla sayıda kırmızı kart içeren desteyi tercih etmesi gerektiğini inkar etmek ahmaklık olur ... Ancak varsayalım ki kırmızı desteyi seçti ve yanlış kartı seçti, bu durnmda onu ne tesel li edebilir ki?"6 Sahiden de baskın şekilde kırmızı kartlardan oluşan bir desteden si yah bir kartı çekebilirsiniz, ama diğer desteyi seçtiğinizde siyah kartı çek me ihtimaliniz çok daha fazladır. Dolayısıyla amacın�, sonsuz üzüntüye garkolmaktan kaçınmak ise, baskın şekilde kırmızı kartlardan oluşan desteyi tercih etmelisiniz. Şimdi "baskın şekilde kırmızı kartlardan oluşan desteyi tercih etmelisiniz" ifadesi kuşkusuz bir tür rasyonel şarttır. Görüldüğü gibi, kesinlikie değilde ihtimalle uğraştığımız zaman ras yonel şart söz konusu olmaktadır. O halde varsayalım ki A ve B öner meler olsun ve P de A ve Bile ilgili önermelerin ihtimalini göstersin. o zaman P(B/A) (A verildiğinde B'nin şartlı ihtimali), P(B) (B'nin şartsız ihtimali) den büyükse, amntıksal olarak, tek başına B ye duyduğumuz 6. Charles S. Peirce, "The Red and the Black" (1878), The World of Mathema dcs, ed. J.R. Newman, 4.cilt. (Redmond, Wash., Tempus, 1988), s. 1313-14.
216 · TASARIM
güvenin daha fazlasını A önennesi temelinde B ye göstennek zorundayız. Dahası, P(B/A) � 1 - P(-B/A) (-B, B nin olumsuzudur) eşitliği bir ihtimal özelliği olduğundan, P(B/A), 1/2 den büyük olduğu zaman, P(-B/A), 1/2 den küçük olur. Dolayısıyla A'nm gerçekleştiğini ve P(B/A)'nm 1/2 den büyük olduğunu biliyorsak, bu durumda B nin gerçekleşip gerçekleşme yeceğine ilişkin bir yargıda bulunmamız gerekiyorsa, B'nin gerçekleşece ğini söylememiz gerekir. 7 Bu surette sadece kesin gerektinnenin değil ay nca kısmi gerektirmenin de bir tür rasyonel şart içerdiğini görüyoruz. Şimdi şu soruyu sormamız gerekir: Niçin bilim ile teoloji arasındaki diyalogda epistemik desteğin bir açıklaması olarak işlev görmesin? Bu konuyla ilgili iki sorunla karşı karşıyayız. Birincisi, gerektirme mantığı, bilim için son derece sınırlayıcı bir epis temik destek anlayışını içermektedir. Bilim adamları ele aldığımız her iki iki gerektirme türü anlamında da amprik kanıttan yola çıkarak teorem lerini pek kanıtlamazlar. Matematikten başka hiçbir bilim dalı kendini kesin ve kısmi gerektirmeyle sınırlandırdığı zaman ilerleyemez. Daha zi yade çoğu araştırma dalı çeşitli alternatif çıkarım biçimlerini kullanır. Bunlar arasında hipotez metodu, varsayımsal-tümdengelim metodu, açıklama (abduction), en iyi açıklamayı çıkarsama gibi metotların yer aldığı bilinmektedir. öte yandan bilimsel tahmin ve açıklamanın mantı ğında saklı olan sınırlar, iyi teoremlerin bile sonucu onaylamanın man tıksal yanlışlığına düşülmeden kesinkes doğrulanamayacağını göster mektedir. Çağdaş bilim felsefesinin dilini kullanırsak, amprik veriler ge nelde bilimsel teoremleri kesinlikten yoksun bırakırlar. Eğer bilim adanı lan amprik verilerden yola çıkarak teoremlerini ispatlayamazlarsa (ya da rasyonel açıdan ikna edici kılamazlarsa), aynı şekilde teologlann ve rilerden yola çıkarak teolojik doktrinleri ispatlamalannı beklemek doğru olmaz. O halde, eğer rasyonel şart, bilim açısından, teolojiye epistemik 7- ihtimallere ilave olarak kullanışlılığı da öne sürüp, bir sonucun ihtimali kar
şısında onunla ilintili kullanışlılığı dengelersek, işler daha da karmaşıklaşır (Bkz. Richard Jeffrey, Tlıe Logic ofDecision, 2.baskı, [Chicago: University of Chicago Press, 1983], !.böl.). Bizim bahsimiz kullanı,lılığı gözardı edip, tas tamam ihtimal üzerinde odaklanıyor.
BiLiM iLE TEOLOJi ARASINDAKi DiYALOG · 217
destek sağlamanın tek yolu olarak görünüyorsa, bu iki disiplin arasında pek verimli bir diyalog gerçekleşmez. Esasında, amprik kanıt bilimde te oremin kabul edilmesini nadiren zorunlu kıldığından (az önce bahsetti ğimiz anlamda), rasyonel şarta yönelik talebin, teoloji ile bilim arasın daki disiplinler arası diyaloğa genelde ket vuracağı görülmektedir. üstelik rasyonel şart üretken bir disiplinler arası diyaloğun önüne başka bir engel de çıkarmaktadır. Gerektinme mantığı içinde mantık ve epistemik destek aynı yönde ilerler. Eğer A rasyonel olarak B'yi mec bur kılıyorsa, o zaman A kısmı ya da kesin olarak B'yi gerektirlr ve A epistemik olarak B'yi destekler. A ile B arasında bir epistemik destek ilişkisinin kurulması için, destekleyici unsurdan -bu örnekte A- emin ol mak gerekir -A'nın verllmesi gerekir-. Fakat A verildiğinde, A'nın kıs men ya da kesinkes gerektirdiği herhangi bir sonucun, diyelim B'nin de kabul edilmesi gerekir. Nitekim herşeyden önce A rasyonel olarak B yi zorunlu kılmaktadır. Bu, disiplinler arası bir diyalog için sorun yaratır, çünkü diyelim bir teoloğu ilgilendiren husus, verlli bir alandan elde edilen kanıtın sonuç landır. Ne var ki, A verildiğinde B'den kuşku duymak rasyonel olma yacağından, teolog, ya tartışmaya ginmeden bilimsel verilerin sonuçla rını kabul edecektir ya da gerektirilen sonucun kanıt, dayalı öncülüne meydan okuyacaktır (bilim adamı olmayan teolog bunu yapacak bir konumda değildir). Söz gelimi varsayalım ki, bilimsel bir disiplin içinde B, kanıta dayalı A önenmesinin sonucudur. Ve varsayalım ki, nadiren de olsa bazen, A kısmen ya da kesinkes B'yi gerektiriyor. Ve yine var sayalım ki bilim adamları genelde B'ye güçlü şekilde inanıyorlarken, teologlar karşı çıkıyorlar. Söz gelimi bilimsel bir kurumun bir üyesiyle genç dünya inanışına bağlı bir teolog arasındaki diyaloğu tasavvur edebiliriz. Bu durumda, A, radyometrik tarihlendinme metotlarının doğ ru olduğu, B ise dünyanın birkaç milyar yıl yaşında olduğu savını dil lendirsin. Burada A'yı kabul etmek kesinkes B'yi gerektirir. Lakin te olog sadece birkaç bin yıl yaşındaki bir dünyaya inandığından, ona gö re B kesinkes kabul edilemezdir. Bu durumda teolog ne yapacak? Ya pacağı standart şey A'yı, yani radyometrik tarihlendinme metotlarını reddetmektir. Böylece teologla bilimsel kurum arasındaki disiplinler
218 · TASARIM
arası diyalog zemini ortadan kalkar. Bilim adamı için temel öneıme olan A, teolog için kabul edilemez olan bir sonucu gerektiımektedir. Elbette, pek çok teolog, bilimsel kanıt ya da teoreme göre daha az ça tışmalı olan bir duruşu benimseyebilir. Ne var ki, bir kanıt ya da A teore minin teoloji için olası epistemik önemi, onun mantıksal olarak gerektir diği B sonucuyla sınırlıysa, bilime daha hoşgörü yaklaşan teologlar bile, -başka hiçbir neden olmasa dahi, gerektiımenin mantıksal zorunlulukla n göz önüne alındığında B'den kuşku duymanın rasyonel olmaması ne deniyle- disiplinler arası bir diyaloğa katkıda sağlayacak şey bulmakta zorlanırlar. Eğer teologlara göre, bir B öneımesine bağlı olarak hüküm süren hiçbir şey yoksa ve A, B'yi gerektiriyorsa, B rahatlıkla kabul ede bilirler. Ancak bu durumda onlar, ne disiplinleri hakkında sahiden yeni ya da önemli olan bir şey öğrenirler ne de A'nın temsil ettiği bilimi anla maya katkıda bulunurlar. Bu örnekte B önemsizdir, ya da en azından te ologların inançları açısından böyledir; diğer örnekte ise B teologların inançlarıyla kesinkes çelişmekte ve uzlaşıyla neticelenemeyecek bir ça tışmaya yol açmaktadır. Her iki örnekte de verimli bir diyalog kurulamaz. Doğrusu, bilim ile teoloji arasındaki diyalogda sadece gerektiıme mantı ğının söz konusu olduğunu öngöımek, genelde ya düşmanca suçlama ya da nazik bir sohbet diye nitelendirilen bir konuşmaya yol açar. Açıklama GücüS Alternatif bir epismetik destek anlayışının, bilim ile teoloji arasında daha üretken bir disiplinler arası diyaloğa sağlayabileceğine inanıyoruz. Allah'tan böyle alternatif bir anlayış mevcuttur. Gerçi bu alternatif epis temik destek anlayışına değişik yollardan yaklaşılabilse de, biz açıkla ma gücü kavramıyla ona yaklaşacağız. 9 8. Bu bölüm, yazarın doktora tezindeki ikinci açıklamasını özetlemektedir
(Stephen C. Meyer. Of Clues and Causes, A Methodological Interpretadon of Origin ofLife Studies [tez, Umversity Of cambridge, 1990]).
9. ımre Lakatos, örneğin, "keşif gücü" ifadesini kullanırken, Laudan "problem
çözme kapasitesi" ifadesinden bahseder. Bkz. Lakatos, "Falsification" ve La udan, Progress.
B!LlM !LE TEOLOJi ARASINDAKi DiYALOG · 219
Açıklama gücüyle ne kastettiğimizi aydınlatmak için bir miktar ta rih işimize yarayabilir. Geçen asırda, C.S. Peirce, verilerden çıkanmda bulunmak için kullandığımız çıkanın türlerini tarif etmek için hayli ça ba harcadı. Verller verildiği ve çıkanmlann doğruluğu verilere bağlı ol duğu için, epistemik destek ilişkisi hep veriden çıkarıma yönelikti. Do layısıyla eğer A verileri ve B çıkarımını içeriyorsa, A'nm B'yi kanıtladı ğını, doğruladığını ya da epistemik olarak desteklediğini (bu seçenekle rin hepsi aynı şeye karşılık gelir) söyleriz. Pierce'nin tespit ettiği husus, A ve B'yi ilişkllendiren mantığın yönü nün, A ile B arasındaki epistemik destek ilişkisinin yönüyle aynı olması nın gerekmediğidir. Son bölümde gördüğümüz rasyonel şart ve gerektir me örneklerinde, yönler aynıdır. Ne var ki, epistemik destek ilişkisi bir yönde giderken, verilerle çıkarımı ilişkilendiren mantık başka bir yönde gidebilir. Peirce, mantık ve destek ilişkisi aynı yönde olan çıkanın türle rini nitelendirmek için tümdengelim (deduction) kavramını kullanırken, ters yönde olanlar için açıklama (abduction) kavramını kullanmıştı. ıo Bu çıkarım türleri arasındaki farkitlık aşağıdaki savlama şemalany la açıkiığa kavuşacaktır_! 1 Tümdengelim şeması Veri: A verllidir ve düpedüz doğrudur. Mantık: Eğer A doğruysa, B de doğrudur. Çıkarım: Bu durumda B de doğru olmak zorundadtr. Açtklama şeması Veri: Şaştrtıcı A olgusu gözlemlenmektedir. Mantık: Eğer B doğru idiyse A da doğru olacaktı. 10. Charles S. Pierce, Collected PapeIS, ed. C. Hartshome ve P. Weiss (cambrid ge: Harward University Press, 1931), 2: 372-88.
11. Meyer, Clues, s. 25.
220 · TASARIM
Çıkanın: Bu durumda B'nin doğru olduğunu sanmak için bir neden vardır. Dikkat ederseniz, her iki şemanın da verisi ve çıkanını aynıdır, çün kü her iki durumda da A veıilidir ve B sonucuna ulaşılmaktadır. Ama mantık tamamen terstir. Tümdengelim şemasında, mantık A'dan B'ye doğru giderken, açıklama şemasında B'den A'ya doğru gitmektedir. Temdengelim şemasının mantığı gerektirme mantığıdır. A veıildi ğinde, A'nın mantıksal olarak gerektirdiği her şey kabul edilmelidir. Dolayısıyla tümdengelim şeması içinde, geçerli çıkanmlar A'nın ge rektirdiği çıkanmlardır. Öte yandan açıklama şemasının mantığı, açık lama mantığı diye adlandırılabilecek çok farklı bir mantıktır. A veıildi ğinde, A'yı yerli yeıince açıklayan her şey hayli kabul edilebilirdir. Dolayısıyla açıklama şeması içinde geçerli çıkanmlar A'yı açıklayan çıkarımlardır. Açıklama mantığının tümdengelim mantığıyla uyuşmadığını vur gulamak gerekir. Çıkarsama mantığı göz önüne alındığında, açıklama mantığı sonucu doğrulama hatasını içermektedir. Sonucu doğrulama hatası temelde önsel koşulların belirlenemeyeceğini, yani aynı gözlemi birden fazla öncülün açıklayabileceğini kabul etmemekten kaynakla nan bir hatadır. örneğin varsayalım ki, Frank'ın terfi ettirildiğini biliyoruz. Yine var sayalım ki, Frank'ın patronuna karşı itaatkar davranınca kesinkes terfi ettiıildiğini de biliyoruz. Ancak bu bilgilerimize yola çıkarak Frank'ın patronuna gerçekten itaatkar davrandığını mantıksal olarak çıkarsaya mayız. Frank son derece işinin ehli biri olduğu için, itaatkarsızlığına rağmen patronu onu terfi ettirmiş olabilir. Başka bir ihtimal; Frank'ın annesi şirketin müdürü olabilir ve Frank'ın patronu, zaman zaman dü pedüz kaba davranmasına rağmen onu terfi ettirmeyi uygun bulmuş olabilir. Burada önemli olan nokta, Frank'ın terfi ettirilmesinin açıklan ması (ister itaatkar davranışıyla isterse de annesinin şirketin müdürü olmasıyla ya da başka şeylerle), rümdengelim mantığıyla yürürülemez. Hususen, açıklama mantığı rasyonel şart içermez. Peirce şunlan yazarken çok haklıydı: "Genel bir kural olarak açıkla ma [abduction] zayıf bir argümandır. Genelde yargımızı zayıf bir şekil de çıkarımına yöneltir. öyle ki, çıkanının doğru olduğuna inandığımızı
BiLiM iLE TEOLOJi ARASINDAKi DiYALOG · 221
söyleyemeyiz; yalnızca, doğru olabileceğini sanabiliriz. " 12 Öte yandan Peirce, pratikte açıklamanın [abduction], genelde, tümdengelim mantı ğına eşlik eden tam kesinlikten yoksun olsalar da, kendilerinden kuşku duyulması zor çıkarımlar sağladığını kabul etmişti. Söz gelimi Peirce, Napoleon Bonaparte'nin varlığı açıklama [abduction] ile doğrudan bili nemese de, onun varlığı hakkındaki şüpheciliğin yersiz olduğunu sa vunmuştu. Peirce'nin belirttiği gibi: "Sayısız döküman Napoleon Bona parte diye adlandınlan bir fatihe atıfta bulunmaktadır. Gerçi bu adamı görmemiş olsak da, onun gerçekten yaşadığını varsaymadan gördükle rimizi, tüm bu dökümanlan ve eserleri açıklayamayız." Peirce ekliyor: "Bu tür [tarihsel] bir çıkanın ile, izlenimlerlmize dayanarak dün olanla n hatırladığımıza inanmamızı sağlayan şey arasında sadece derece farkı vardır."13 özetle, tümdengelim mantığında, A epistemolojik olarak B'yi destek ler, çünkü A mantıksal olarak B'yi gerektirir ve dolayısıyla rasyonel ola rak onu zorunlu kılar. Açıklama mantığında ise, A epistemolojik açıdan B'yi destekler, çünkü B, A'nın iyi bir açıklamasını sağlar. Perice'nin gös terdiği gibi, her iki mantık da geçerli bir çıkanın metodu sunmaktadır ve sağlam bir epistemik destek ilişkisini temin eder. Ne var ki bu mantıklar genelde birbiri ardına koşulmuş halde işlese de farklıdırlar. Dahası açık lama mantığı. bazı bilimsel verileri, sonuçlan ve teoremleri anlamada ve pekiştirmede teoloji için önemli bir rol oynamaktadır. Teolojiye, bilimin amprik bulgularını sorgulamaktan öte yapacak pek bir şey bırakmayan gerektirme mantığından farklı olarak, açıklama mantığı. teolojinin, bili me, onun amprik bulgulan ve sonuçlan için bir hipotez ve açıklama kaynağı (çoğu durumda metafiziksel olsa da) sağlayabileceğini göster mektedir. Dahası bu mantık, bilimsel verileriı:ı teolojik önermeler veya doktrinler için epistemik destek sağlamasının bir yolunu işaret etmekte dir. özellikle, önermelerin verileri söz konusu alternatiflerinden daha iyi açıkladığı durumda olduğu gibi, bilimsel ven1erin teolojik önermeler için epistemik destek sağiayabileceğini işaret etmektedir. 12. Peirce, Papeıs, 2:375. 13. A.g.e.
222 · TASARIM
Çağdaş Gelişmeler Peirce'nin zamanından bu yana, açıklama mantığında ve ona eşlik eden epistemik destek anlayışında ne gibi gelişmeler olmuştur? Kilit ni teliğindeki gelişme, açıklama gücü kavramıyla Peircean açıklamanın [abduction] genelleştirilmesi olmuştur. Her ne kadar Peirce, tümdenge limi açıklamdan [abduction] açıkça ayırmışsa da, tümdengelimin Peir cean açıklamada merkezi bir rol oynadığı bir durum söz konusudur. Pe ircean açıklama şemasını hatırlayalım: Açıklama şeması Veri: Şaşırtıcı A olgusu gözlemlenmektedir. Mantık: Eğer B doğru idiyse A da doğru olacaktı. Çıkanın: Bu durumda B nin doğru olduğunu sanmak için bir neden vardır. Bu açıklama şemasının mantığı içinde, A'yı açıklayan prototip B ör neği, A'nın, B'den mantıksal bir çıkanmla elde edildiği (alternatif şekil de, B'nin A'yı kesinkes gerektirdiği ya da rasyonel olarak mecbur kıldı ğı) durumdur. Açıklamanın basit bir örneği olarak, Peirce, şu durumu ele almıştı: Varsayalım ki A = Torbadan çekilen her boncuk beyazdır ve B = Torbadaki tüm boncuklar beyazdır.ı4 Bu durumda B, A'yı açıkia makla kalmaz, gerektirir de (aslında burada B den A'ya doğru giden tek adımlık bir mantıksal çıkanın vardır). Kuşkusuz Peirce, bu kesin gerektirme ilişkilerinin bir açıklama sağ lamasının zorunlu olmadığını anlamıştı. Yine de rasyonel bir failin, ola sı pek çok hipotezden (açıklama mantığıyla çıkarsanmış) hangisinin bir A kanıtının en iyi açıklaması olduğuna nasıl karar verdiğini izah etme mişti. öte yandan son yıllarda filim felsefecileri bu kararlann nastl ve rildiğini aydınlatmıştır. B'nin A'nın en iyi açıklaması olabilmesi için üç ölçütün sağlanması gerektiğini ileri sürmüşleridir. Bu ölçütler şunlardır: 14· A.g.e., 2,374.
BiLiM !LE TEOLOJi ARASINDAKi DiYALOG · 223
Birincisi, B, Aile uyuşmalıdır.ıs Aile ilgili anlayışımıza uyumsuz luk ya da çelişki sokmak yerine B, Ave A'nın bir parçası olduğu inanç lar ağıyla uyum sağlamalıdır. Sususen, eğer biri B'yi bir (açıklama) hi potezi olarak kabul ederse, Anm da doğru olduğunu kabul etmelidir. B, A ile uyuşuyor demek, A, bir hipotez olan B'yi doğruluyor demektir. Dikkat ederseniz uyuşum basit bir tutarltlık şartından daha fazlasını içermektedir. Uyuşum hem uygunluğun iyiliğini hem de estetik ya da kuramsal yargıyı içerir. Yalnızca Aile B'nin birbirleriyle uyuşması yet memekte, B verildiğinde A'yı çıkarsamak için bir neden de olmalıdır.16 ikincisi, B , A'ya katkıda bulunmalıdır. Dolayısıyla B, A'nm açıkian masına yardım edecek faydalı bir iş yapmalıdır. B, Aile ilgili, diğer tür lü çözülemeyecek sorunları çzömeli ya da sorulara cevap vermelidir. Bu ikinci ölçüt , Occam'ın usturasının doğal bir sonucudur. Buna göre B'yi inançlar haznemize katmak faydasız olmamalıdır. Giderek bu ölçüt ne densel yeterlilik açısından açıkianmaya başlanmıştır. "En iyi açıkiama çıkarsaması" üzerine yapılan son çalışmalar.17 bir diz[ olası rakip açık lamadan hangisinin en iyi açıklama olduğuna karar vermek rakip açık lamaların nedensel güçlerinin değerlendirilmesine bağlıdır. Söz konusu kanıtı sağlama kapasitesine sahip varlıklar ya da olaylar o kanıtın en iyi açıklamasını sağlarlar. üçüncüsü, en iyi açıkiama olarak B, önde gelen rakipleri karşısında izafi bir avantaja sahip olmalıdır. Abartılı bir ifadeye başvuracak olur sak, A'nın mevcut rakip açıkiamalan arasında B'nin şampiyon olması gerektiğini söyleye biliriz. Bu nedenle B, A'nın mutlak anlamda en iyi 15. Felsefi literatürde uyuşum (consonance) eş anlamlıları ve yakın çağnşım lan boldur. Bir kaç örnek vennek gerekirse, bağlaşım, tutarlılık ve uyum sayılabilir. Kısmen, psikolojide geçen bilişsel uyumsuzluk kavramını çağ nşurdığı için uyuşum ifadesini kullanmayı tercih ediyoruz. Teoloji-bilim bağlarıyla ilgilenen teologlar arasında uyuşum son zamanlarda önemli bir yer kazandı (Bkz. Ted Peters, ed., Cosmos as Creation, Theology and Sci ence in Consonance [Nashville, Tenn., Abingdon, 1989]). 16. Bkz. Lipton, ınference, s. 114-22, aynca John Leslie'ııin "zarif açıkiama lar" ( Universes [Landon, Routledge, 1989]). 17. Lipton, Inference.
224 · TASAR!M
açıklaması değildir. B yalnızca mevcut rakiplerinkinden daha iyi olan bir açıklamayı sağlamalıdır. Dolayısıyla açıklama doğası gereği rekabet çi, kıyaslamalı ve yanlışlanabilirdir. En iyi açıklamaların (şampiyonlar) bile eleştirel gözden geçirmeye ihtiyacı vardır. Bu nedenle üçüncü ölçüt, açıklamanın ilerlemeci ve öz-eleştirel olduğunu ortaya koyar. Her ne kadar bu izah, B'nin, A'nın en iyi açıklaması olmasının ne anlama geldiğine ilişkin kaba taslak bir izah olduysa da, amacımızı ye rine getirmiştir. Dahası, Perice'nin düşüncesinin modern takipçilerinin eliyle nasıl geliştirildiğini de yerli yerince özetlemektedir. Bu modern ta kipçilerin neredeyse tamamen bilim felsefecilerinden oluşması ilginçtir. Rakip "araştırma programlan" ve "kahramanlık gücü" kavramlarıyla Imre Lakatos, 18 Lakatos'un bilim felsefesini teolojiye uyarlayan Nan cey Murphy,19 rakip "araştırma gelenekleri" ve "problem çözme kapa sitesi" kavramlarıyla Larry Laudan20 ve "en iyi açıklama çıkanını" kav ramıyla Peter Lipton,21 tüm bu şahıslar bilimsel rasyonaliteye ilişkin programlannda rastladığımız temel ölçütlere katılmışlardır. Rasyonel şart değil de açıklama gücü epistemik desteğin temeli ol duğunda söz konusu destek nasıl görünür? Cevap artık açık. A rasyo nel olarak B nin kabul edilmesini zorunlu kıldığından, epistenıik olarak B yi destekliyor olmasının yerine, B, A'nın halihazırda mevcut en iyi açıklaması olduğu için, A, artık epistemik olarak B'yi desteklemektedir. Ve bu sonuçta B'nin Aile uyuştuğu, Aile ilgili kavrayışımıza katkıda bulunduğu ve A'nın rakip açıklamaları arasında hali hazırdaki şampi yon olduğu anlamına gelmektedir. Büyük Patlama ve ilahi Yaratılış Epistenıik desteği, rasyonel şartın değil de açıklama gücünün nite lendirmesiyle birlikte, büyük patlama ile, ilahi yaratılışa ilişkin doktrin 18. Lakatos, "Falsifıcation".
19- Murphy. Theology.
20. Laudan, Progress. 21 · Lipton, Inference.
BiLiM iLE TEOLOJi ARASINDAKi DiYALOG · 225
artık karşılıklı epistemik destek ilişkisine girebilirler. Bunu aynntılanyla göstermek, bu mütevazı makalenin kapsamını aşmaktadır. Yine de bir kaç tespit, büyük patlama ile ilahi yaratılışın birbirlerine nasıl epistemik destek sağlayacağını göz önüne serecektir. Burada epistemik destek açıklama mantığına gönderme yapılarak yeniden kııramsallaştınlmıştır. Eman McMullin, büyük patlama modeliyle ilahi yaratılış arasında epistemik destek ilişkisinin kurulabileceğini reddettiği bölümde, aslında bu tür ilişkilere kapı aralamaktadır. McMullin bir bölümde şöyle diyor: "Söylenebilecek şey, eğer evren bir Yaratıcının eylemiyle zamanda başladıysa, bizim bakış açımıza göre, o, kozmologlann bahsettiği büyük patlamaya benzese gerektir. Söylenemeyecek şeyse, ilk ola rak, yaratılış doktrininin büyük patlama modelini 'desteklediği' ve ikinci olarak büyük patlama modelinin, yaratılış doktrinini 'destek lediği' dir. "22 Ne var ki açıklama gücünü epistemik desteğin temeli yaparsak, bu alıntının ikinci kısmında McMullin'in reddettiği hususu, aslında birinci kısımda doğruladığı görülür. Nitekim şu ifadesinin ne anlama geldiğine bakalım: "Eğer evren bir Yaratıcının eylemiyle zamanda başladıysa, bizim bakış açımıza göre, o, kozmologlann bahsettiği büyük patlamaya benzese gerektir. "23 Bu, eğer hristiyan yaratılış doktrininin bir tür metafizik hipotez olduğunu kabul edersek, büyük patlamanın da bir tür kozmolojik teorem olması nı umabiliriz demek değil midir? Bu aynca ilahi yaratılış doktrininin bü yük patlamayla uyuştuğu anlamına da gelmiyor mu? Bu sorulaım her ikisine de evet yanıtının verilebileceğini düşünüyorum. Şimdi varsayalım ki büyük patlama veri olarak bize verildi ve bü yük patlamanın metafiziksel açıdan en iyi şekilde nasıl açıklanabilece ği sorusu önümüze getirildi. Oyun sahası potansiyel olarak oldukça ge niş. Metafizik, maddi evrenin doğası ve kökenine ilişkin pek çok rakip açıklama sunmaktadır, s_olipsizmden (tekbencilik), idelaizm, naturalizm 22. McMullin, "Cosmology'', s. 39. 23. A.g.e.
226 · TASARIM
ve teizme vanncaya değin. Yine de pratikte yalnızca tartışmadaki taraf lann sunduğu rakip açıklamalan göz önüne almalıyız. McMullin'in kar şıtı bilimsel naturalist olduğu için, rekabeti hristiyan teizmiyle bilimsel naturalizmle sınırlandıralım. Eğer ilgimizi bu iki seçenekle sınırlandırırsak, yaratılış doktrini, bü yük patlama için, bilimsel naturalizmin sunacağı herhangi bir açıkia madan nedensel açıdan daha yeterli bir açıklama sunabilir. Naturalist, Car! Sagan'ın "Evren şimdi ne ise geçmişte de öyleydi ve gelecekte de öyle kalacaktır" 24 kanısını paylaşacağı için, naturalizm, bir bütün ola rak evrenin kökenini açıklama kapasitesine sahip herhangi bir unsunın varlığını reddeder. Büyük patlama (genel izafiyetle birlikte) madde, uzay-zaman ve enerji için tekil bir başlangıç önerdiğinden,2s bu tekil olayı açıklama kapasitesine sahip herhangi bir unsurun bu dört boyutu ya da alanı aşması gerektiği ortadadır. Teizmin öngördüğü Tarın tam da bu aşkın nedensel güçlere sahip olduğundan, teizm büyük patlama kozmolojisinin onayladığı farazi tekillik için naturalizminkinden daha iyi bir açıklama sunar. Bu düşünce sıkı bir naturalist için kuşkusuz kabul edilemezdir. Ve aslında büyük patlama tekilliğini ve onun aşikar metafiziksel anlamla rını atlatmak için pek çok hünerli naturalist kozmolojilere başvurulmuş tur. Bunu anlamak için, akrobat bilim adamlarının, sadece metafiziksel düşünceleıinde değil aynca bilimsel kuramlarında da büyük patlama kozmolojisinin naturalist bir dünya görüşü için yarattığı uyumsuzluk tan nasıl kaçtıklarını hatırlamak yeter. Einstein, durağan bir evreni muhafaza etmek için ünlü bir kozmolojik sabiti ileri sürdüğünde bu uyumsuzluğu kabul etmişti. Daha sonra bu kararını kariyerinin en bü yük gafı sayarak reddetti. Fred Hoyle sonsuz bir evreni savunmak için enerjinin korunumunu bariz şekilde ihlal eden durağan durum hipotezi ni ileri sürdüğünde, bu uyumsuzluğu kabul etmişti. Kuşkusuz en sadık 24· Cari Sagan, Cosmos 8 (New York Random House, 1980), s. 4. 25· Stephen Hawking ve Roger Penrose, "The Singularities of Gravitational Collapse and Cosmology", Proceedings ofthe Royal Society ofLondon, se ries A 314 (1970), 529-48.
BiLiM iLE TEOWJI ARASINDAKi DiYALOG · 22 7
naturalistler bu iki teoremi anık reddediyorlar. Ve çoğu eksik bir açıkla ma mantığının büyük patlama ile naturalizm arasında uyuşmazlık ya ratacağını kabul etmektedir. Yine onlar, büyük patlama kozmolojisinin daha spekülatif kuantum kozmolojileriyle ya da çok dünyalar hipotez leriyle birleştirilmesinin uyumsuzluğu ortadan kaldıracağına inanmak tadırlar. Ne var ki, ironik bir şekilde, bu kozmolojiler geçerli oldukları öl çüde, kendi gizli teist anlamlarına sahip olabilirler.26 Her halükarda, yaratılış doktrini daha standart bir büyük patlama modeliyle uyuşmaktadır ve büyük patlamanın, naturalist rakiplerinden daha iyi bir açıklamasını sunduğu söylenebilir. Üstelik, büyük patlama varsayımsal bir bilimsel olgu olduğundan ve bu olgunun metafiziksel bir açıklamasını aradığımızdan, yarattlış doktrini, büyük patlama anla yışımıza faydasız bir katkı sunmamaktadır. Yaratılış doktrini, büyük patlamanın nedensel bir açıklamasını sunmak suretiyle onun metafizik sel açıdan anlaşılmasına sahiden katkıda bulunmaktadır. Bundan ötü rü, teizm en iyi açıklamaların az önce sıralanan iki ölçütünü sağladığın dan, naturalizmle kıyaslandığında büyük patlamanın daha iyi bir açık lamasını sunduğu söylenebilir. Epistemik desteği rasyonel şart değil de açıklama gücü açısından izah ettiğimizden, büyük patlamanın, teizmi ne ve onun yaratılış doktrinine epistemik destek sağladığı söylenebilir. Büyük patlamanın yaratılış doktrinine epistemik destek sağladığı savı daha ayrıntılı bir şekilde geliştirilebilir elbette. Yalnız, teoloji ve bi lim arasında verimli bir disiplinler arası diyaloğun nasıl yürütüleceği hakkında genel bir fikir oluştu sanmm. Dikkat ederseniz, büyük patla ma ve yaratılış doktrinini içeren örnekte, teolojik bir sava (yarattlış doktrini) epistemik destek sağlayan bilimsel bir savın (büyük patlama) açısından duruma baktık sadece. Elbette bunun aksini. de yapabilirdik. 26. Jay Wesley Richards, "Many Worlds Hypotheses, A Naruralistic Altemati ve ta Design", Perspectives on Science and Christian Belief 49, noA (1997), 224-26; Alvin Plantinga, TheNature ofNecessity (Oxford, Claren don Press, 19809, s. 213-17; Willian Lane Craig, "Barrow and Tipler on the Anthropic Principle v. Divine Design", British Joumal far the Philo sophyofScience 38 (1988), 389-95; ve William Lane Craig, "Cosmos and Creator", Origins&Design 17, no.2 (1996), 26-27.
228 · TASARIM
Yani yaratılış doktrinini veri olarak kabul edip, evrenin kökenine ilişkin hangi kozmolojik teoremin, yaratılış doktrini tarafından en iyi surette desteklendiğini sorabilirdik. Bu sorunun cevabı bir egzersiz olarak oku ra kaldı.